Yer ve göklere, her şeyin temeli olan hikmeti / İlahî gaye ve amacı görmek için,
Düşünerek baksak, aklımıza neler neler gelir. Meselâ: Hikmet ister ki:
Yer gibi, göklerin de kendine uygun sâkinleri, yaşayanları olsun.
Nitekim gökleri mekân tutan çeşitli varlıklara Melekler ve Ruhanîler denir.
Evet gerçek bunu gerektirir.
Çünkü yer, küçüklüğüne rağmen hayat ve şuur sahibi yaratıklarla doludur.
Üstelik bunların kimisi gider, onların yerini başkaları alır. Yeryüzü onlarla doldurulup boşaltılır.
Bu böylece sürüp gider. Kısaca yer; canlı ve şuur / bilinç sahibi varlıklardan hiç boş kalmaz.
İşte bütün bunlar gösterir ve işaret eder ki,
Şu muhteşem burçlar / sabit yıldız kümeleri sahibi, muhteşem saraylar hükmünde olan gökler de,
Şuurlu / bilinçli ve idrakli mahlûk ve yaratıklarla doludur.
Onlar da, insan ve cinler gibi şu âlem sarayının seyircileri.
Şu kâinat kitabının düşünür ve araştırıcıları.
Rabbin saltanatının ilân edicileridirler.
Çünkü, kâinatın / evrenin had ve hesaba gelmiyen, sayısız güzellik ve nakışlarla süslendirilmesi,
Apaçık gösteriyor ki; mütefekkir / tefekkür edici / düşünen,
Kâinatı güzel bulan beğenici,
Hayrette kalacak takdir edicilerin
Nazar edip bakacakların varlığını ister.
Evet, hüsün / güzellik elbette bir âşık ister. Taam ise, aç olana verilir.
Halbuki insan ve cinler, şu sonsuz görevin, şu haşmetli / görkemli tefekkürî bakış
Ve geniş ubudiyet / kulluk vazîfesinin ancak milyonda birini yapabilirler.
Demek bu nihayetsiz ve çeşitli görev ve ibadetler için,
Sayısız melek nev’ileri ve cins cins ruhanîlerin olması gerekir.
Bazı rivayetlerin işaretleriyle, âlemdeki intizam ve düzenin hikmeti / göstergesi ile denilebilir ki:
Bir kısım seyyar cisimler, gezegenlerden tut tâ katre ve damlalara kadar,
Bir kısım Meleklerin binekleridirler.
Onlar bunlara izn-i İlahî ile binerler, şehadet / görünür âlemi seyredip gezerler.
Hem denilebilir ki, bir kısım canlılar, Hadîste “Tuyûrun Hudrun” ismiyle anılan
Cennet kuşlarından tut, tâ sineklere kadar bir cins ruhların tayyareleridirler.
Onlar, bunların içine Hakk’ın emriyle girerler, cismanî âlemleri gezip,
O cesedlerdeki duyguların pencereleriyle, cismanî yaratılış mucizelerini seyrederler.
Elbette yoğun topraktan, bulanık sudan devamlı bir şekilde lâtif hayatı
Ve nurlu idrak sahiplerini yaratan Hâlikın, elbette rûha ve hayata münasip şu nur denizinden,
Hattâ zulmet bahrinden bir kısım şuurlu mahlûkları vardır.
Hem de çok kesretli olarak vardır.
Yer ile gökler, bir hükûmetin iki memleketi gibi, birbiriyle alâkalıdırlar.
Ortalarında önemli bağ ve mühim muameleler vardır.
Yere lâzım olan ışık, ısı, bereket ve rahmet gibi şeyler; gökten geliyor, yani gönderiliyor.
Semavî Dinlerin fikir birliği, görmeye dayanan bütün keşif ehlinin haberleriyle,
Melaike / Melekler ve ruhlar gökten yere geliyorlar.
Bundan, hisse yakın bir kesinlik ile bilinir ki:
Yerdekiler için, göğe çıkmak için bir yol vardır.
Nasıl herkesin akıl, hayal ve nazarı her zaman semaya gider.
Onun gibi, ağırlıklarını bırakan peygamber ve evliya ruhları,
Ya da cesetlerini çıkaran ölenlerin ruhları, Allah’ın izni ile oraya giderler.
Madem hafiflik ve letafet bulanlar oraya giderler. Elbette misalî ceset giyen,
Ruhlar gibi hafif ve lâtif bir kısım arzlılar; hava ve semaya gidebilirler.