Kentsel Dönüşüm genelde kabul gören bir yenilenme, hayati tehlikeden uzaklaşma olarak bazı sorunlarına rağmen, asla reddedilecek bir konu değildir. Her an belirli güçte bir deprem ülkemizin depreme müsait bölgelerinde beklenebilir. Ancak, İstanbul veya Marmara’da deprem öncelikli bir yer taşır. Yapılan araştırmalara göre, İstanbul’da deprem çok sayıda ölümlere ve yaralanmalara sebep olabilecektir. Bir sanayi, ticaret ve ana turizm bölgesi olan İstanbul’da 7 ve üzerinde bir deprem Türk ekonomisini çok zor durumlara sokabilir ve diğer şehirlerimizi de etkileyebilir. Hiç beklenmeyen milli güvenlik sorunu bile yaratabilir. Bu bakımdan, “Allah göstermesin” diyoruz ama tedbirde de kusur etmememiz gerekiyor. İstanbul ve Marmara depremi sadece bir şehir ve bölge ile sınırlı değildir. Her ne kadar yeşil alanların betonlaştırılması dikkat çeken bir sorun ise de; yine de yeşil alan bulmak ve korunmayı gerçekleştirmek mümkün olabilir. İstanbul’da deprem trafiği altüst edebileceği gibi, altyapıyı da felce uğratabilir. Gerekli birçok tedbirin alındığını ve alınmakta olduğunu biliyoruz. Ancak deprem ile mücadele kolay bir şey değildir. Deprem sadece binaları yıkıp geçme de değildir. Toplumun sosyal yapısını birkaç dakika içinde değiştirebilen, aileleri parçalayan, tarihi eserleri yıkan, annesiz ve babasız birçok sahipsiz çocuğu ortaya çıkaran bir afettir.
Birçok mal sahibinin bulunduğu binalarda anlaşma da çok zor sağlanabilmektedir. Ortaya çıkan çoğu gereksiz tartışmalar anlaşma zeminini zorlamaktadır. İnşaat işini yüklenen bazı müteahhitlerin zor ekonomik şartlar dolayısıyla inşaatı bırakmaları, işi yürütecek ve anahtar teslimi yapacak bazı müteahhitlerin ise; ekonomik güçlerini aşan işlere talip olmaları da ayrı sorunlardır. Kentsel dönüşümde mal sahipleri bazen çok zor durumlara da düşmektedirler. Bu sorunların bir kısmı kaba inşaattan sonra iç inşaatta kendini göstermektedir.
Kentsel dönüşümde ada yerine konunun parsel bazında ele alınması, çoğu kere asıl riskli bazı yapıların gözden kaçırılmasına sebep olmaktadır. Bazen asıl yıkılması gereken binalar sahipleri de istemedikleri takdirde, kentsel dönüşümün dışında kalabilmektedir. Üzücü bir sorun da yıkım sonrasıdır. Yıkım sonrasında hemen olmadık bazı şüpheli şahıslar el arabalarıyla binaları işgal altına almaktadırlar. Değer taşıyan birçok mal, eşya, pimapen pencereler, kapılar, demir ve bakır malzeme, su tesisatları çalınmakta; ev sahipleri başvuracak bir merci bulamamaktadır. Polis gereğini yapmaktadır ama; o da sınırlıdır. İklim şartlarına göre bu işgal barınmaya da dönmekte çevreyi rahatsız edici gürültü, içki ve ısınma için ateş yakma şeklinde yangınlara sebep olunabilmektedir. Bu şahıslar çevre binalara çatılardan ve balkonlardan hırsızlık amacıyla girmekte ve çevreyi de tehdit etmektedirler. Evi, binası yıkılan, kalan arsası üzerinde başını sokacak bir konuta sahip olmak isteyen vatandaşımız genelde çok zaman kaybetmektedir. Kendisi inşaatı yapacak ekonomik güce sahip olmadığından çoğunlukla bir danışman ve müteahhit arayışına çıkılmaktadır. Bunlar bulunsa bile arsanın aplikasyon krokisi pek beklemediğiniz bir konu ile sizi karşı karşıya getirebilir. Arsanızın inşaat alanında değil; bahçenizin bir köşesinde, parselinizin sınırında bir küçük veya büyük tarihi eser çıkabilir. Tarihi eserin tam tanımını yapmak da zordur ve inşaatınız yine de durdurulur. Belediyelerin yapması gereken ve vermesi gereken kararlar maalesef bazı kurullara devredildiği için uzun süre arsanıza müdahale de edemezsiniz. Kentsel dönüşümün gerçekleşmesi uzar ve seneler geçebilir. Dönüşüm haksız yere gözden düşürülmüş de olur. Dönüşüm için ümitle evini veya ortak binasını terk eden vatandaş açıkça sokakta kalır. Çok yüksek kiralar karşısında sığınacak yer arar. Kolay kolay da bulamaz. Mesele bu vatandaşın bu zor durumu nasıl çözülecektir? Acil mesele budur. Sorunun çözüm sürecine sokulması, belediyelere inşaat izni konusunda karar alma yetkisi verilerek gecikmenin çözülmesiyle olacaktır.