Bütün kuvveti; ihlâs, içtenlik, samimi oluş ve hakta bilmeli. Çünkü kuvvet hakta ve ihlâstadır.
Nitekim, üç tane bir rakamı, bir arada yanyana olmazsa, üç kıymetindedir. Fakat adediyet sırrı ile bir araya gelseler; yüz on bir kıymetinde olur.
Dört tane dört rakamı, ayrı ayrı olsalar; on altı kıymetindedir. Eğer matematiksel olarak bir çizgi üstünde yanyana gelseler, bu takdirde dört bin dört yüz kırk dört kuvvet ve kıymetinde olur.
Hakikî ihlâs sırrı ile on altı fedakâr askerin kıymeti ve manevî kuvveti dört binden geçtiğine, pek çok tarihsel olaylar şahit ve tanıklık ediyor.
Kemiyet / sayı çokluğunun, keyfiyete / sayı azlığı ve kaliteye göre önemi yok. Asıl ekseriyet / çoğunluk keyfiyete / kaliteye bakar.
Tarihsel olaylar bu hükmü onaylamakta. Nitekim hakikî ve samimî bir ittifakta, her bir fert, diğer arkadaşlarının gözüyle de bakabilir ve onların kulaklarıyla da işitebilir. Sanki on hakikî ittihat edip birleşmiş kişilerin her biri; yirmi gözle bakar, on akılla düşünür, yirmi kulakla işitir. Yirmi el ile çalışır bir mahiyet göstererek; manevî bir kıymet alır. Büyük bir kuvvet kazanmış olur.
Çünkü iman / inanç hem nur, hem kuvvettir. Hakikî ve asıl olan iman ve inancı elde edenler; kâinata meydan okuyabilir. İnançları nisbetinde, olayların baskısından kurtulabilir.
x
Herhangi bir hususta, elden gelen yapıldıktan sonra, sonuç menfî / olumsuz da olsa, tabii karşılamalı. Yani menfî netîce karşısında bile, hay huy etmek ve boş yere tepinmek yerine; mes’eleye yeniden odaklanıp, mutlaka güzel bir sonuç almanın yoluna koyulmalı. Yersiz şikâyetler yerine, önceki hareketlerindeki yanlışlıkları görerek, bunlara tekrar yer vermeden; başarı yoluna daha azimli ve kararlı olarak, yeniden çıkmalı.
Meselâ insan; kaçırdığı uçağı için üzülüp dövünerek, geç kaldığı için, içi içini kemirir iken, biraz sonra uçağın düştüğünü öğrenerek; bu sefer kederi, sevince dönüşür.
Çünkü insan, kendisi için neyin hayırlı olduğunu bilemez. Bazan hayır umduğunda şer, şer sandığında hayır olabilir. Bize düşen, her durumda gerekeni yapmak. Menfî / olumsuz sonuçlar; insanı tembelliğe düşürmeden; başlangıçtaki kararlı, azimli ve gayretli oluşa tekrar ve yeniden sarılmalı.
x
İnsan, sahip olduğu her şeyin devamlı olmasını istiyor. Meselâ elbisesinin eskimesini istemiyor. Daimî olmayan, sürekli bulunmayanı tercih etmiyor.
İçimizdeki devam hissi, isteği ve arzusu; her zaman kendisini hatırlatmakta; ihtiyar, istek ve tercihlerimize yön vermekte.
Hakikaten insan; bir nimete veya bir lezzete mazhar olduğu zaman, en evvel fikrini bozan ve insana vesvese veren, o nîmetin veya o lezzetin devam edip etmeyeceği düşüncesidir.
x
Görüyoruz ki, çoğunlukla gaddar, fâcir / günahkâr zâlimler nimetler içinde pek rahat yaşıyorlar.
Yine görüyoruz ki; ma’sûm, mütedeyyin / dindar, fakir mazlumlar; zahmetler, zilletler, tahkirler, tahakküm ve baskılar altında can veriyorlar.
Bu vaziyetten bir zulüm kokusu gelir.
Halbuki kâinatın şehadet ve tanıklığıyla adalet ve İlahî hikmet;
Zulümden pâk ve münezzeh / temizdir.
Öyle ise, İlâhî adâletin tam ma’nasıyla tecellî etmesi / görünmesi için,
Haşre / yenide dirilmeye ve Mahkeme-i Kübrâ’ya /
Âhiretteki büyük mahkemeye lüzum vardır ki;
Biri cezasını, diğeri mükâfatını görsün.
Çünkü: Allah; ihmal etmez, imhâl eder.
İhmal etmez / bigâne ve kayıtsız kalmaz.
İmhâl eder / mühlet ve müddet verir ki, kul aklını başına alarak kendisine dönsün.