(Üçüncü Bölüm)
3-ELVEDÂ GÜLSARI
Kırgız edebiyatının öncü isimlerinden Cengiz Aytmatov’un ‘Elveda Gülsarı’ isimli eseri Tanabay adlı kahramanın değişen hayat karşısında ilerleyen yaşlarında, bu değişim de kendi emeği de olmasına rağmen bocalayan, değişim adı altında değerlerin söküp atıldığını geç de olsa fark etmesini ve yaşadıklarını anlatır. 14 X 21,5 santim ölçülerinde, sert kapaklı ve kitap kâğıdına basılı 234 sayfadır. Rusça yazılmış, Refik Özdek tarafından Türkçeye çevrilmiştir.
Roman, son gününü hatta son saatlerini geçiren doru at Gülsarı ile onun binicisi ve sâhibi Tanabay’ın yolda yaşadıklarıyla başlar. Yola gidildikçe Gülsarı güçten düşer ve en sonunda soğuk toprağın üstüne yatar kalır. Bu arada eserin kahramanı Tanabay’da sürekli maziye dalar ve yaşadığı olaylar bir film şeridi gibi gözlerinin önünden geçer.
Tanabay; gençliğinde hareketli bir hayat yaşamış, Komünist rejimin uygulamalarını hayata geçirebilmek için uğraşmış, iyi niyetli çalışkan bir adamdır. İkinci Dünyâ Savaşı’ndan dönünce mesleği olan demircilikle uğraşan Tanabay; çok sevdiği, saygı duyduğu Çora dostunun ısrarı üzerine at çobanlığı yapmaya başlar. Devraldığı sürüde Gülsarı isminde eşine ender rastlanacak çok değerli taypalma yorga* cinsinden bir at vardır. Tanabay bu atla bütün yarışlarda birinci gelir. Onun adını bölgede duyurur. Bir gün bu at, merkezden Çora’nın yerine yeni tâyin olan sekreterin bineği olmak üzere Tanabay’dan istenir. Tanabay önceleri dirense de atı vermek mecbûriyetinde kalır. Lakin at her seferinde kaçıp eski sâhibini bulmaktadır. Sekreterin adamları ata olmadık zulümler uygular, ayaklarına demir prangalar vurur, ona eziyet ederler. Tanabay her şeye rağmen canla başla çalışarak sekreterliğin verdiği görevleri yerine getirmeye çalışır. Bir defasında ondan yanına yardımcı gençler alarak koyun sürüleri ile uğraşması istenir. Tanabay kabul eder. Dağlarda, yaylalarda zor durumlarda kalır, işte burada eskilerin kullandıkları keçe çadırların çobanlık için ne kadar uygun olduğunu anlarken, gençliğinde bu çadırların kullanılmasına gösterdiği muhalefetten dolayı utanır. Ona koyunların kuzulayacakları zaman kullanması için tahsis edilen ağılın viran durumda olması, hava şartlarının bozukluğu, yardım için yanına verilen gençlerin işi bırakıp gitmeleri, her seferinde daha fazla ürün isteyen merkez yöneticilerinin problemlere ilgisiz kalmaları Tanabay’ın moralini bozar. O günlerde Çora’yla birlikte teftişe gelen müfettişe patlar, ona sâdece konuştuklarını, problemin çözümüne dâir kafa yormadıklarını, hep daha fazla istemekten başka bir şey bilmediklerini söyler. Bunları söylerken kullandığı ‘yeni efendi’ sözü onun devrim düşmanlığıyla yaftalanıp yargılanmasına ve partiden atılmasına kadar varacaktır.
Cengiz Aytmatov bu eserinde Kırgız köylüsünün dertlerini duyurmaya çalışmış, onlardan hep daha fazlasını isteyen; ama teşekkürü çok gören totaliter zihniyete göndermeler yapmıştır. Tanabay’ın yargılandığı mecliste konuşulanlar, katı ideolojik zihniyetin dünyânın her tarafında aynı yapıyı arz ettiğinin delilidir.
Aytmatov eserinde, usta bir at terbiyecisi gibi, artık üzerine binilecek çağa gelmiş bir atın ağzına gem vurulmasını, dizgin takılmasını ve sırtına eğer konulup üzengi bağlanmasını en ince teferruatına varıncaya kadar anlatıyor. Serbest dolaşmaya alışmış bir atın bu işler yapılırken ne kadar huysuzlaştığı, yapılanlar sanki atın ölümüne kesin olarak sebebiyet verecekmiş gibi canını dişine takarak şaha kalkar, kaçıp kurtulmasını engelleyecek her gücü tesirsiz hâle getirebilmek için terbiyecisini ısırır, ön ayaklarıyla onun sırtına çıkmaya çalışır ve en şiddetli şekilde çifte atar. Bu çifteye bir defâ maruz kalan terbiyeci için en ucuz kurtuluş ölümdür. Ölür ve kurtulur. Eğer ölmediyse, ömrünün sonunu kadar sakat yaşayacak demektir. Aytmatov bütün bunları, ne yapılması gerektiğini, atı sâkinleştirmek için neler yapılacağını, okuyarak ve nasıl yapılacağını görerek öğrenmiş olmalı ki en ince teferruatına varıncaya kadar, satır satır yazıyor. Ve bir sürpriz… Gülsarının ilk yaşlarından itibaren birlikte olduğu, birbirlerine kuvvetli bir aşkla bağlı olan karşı cinsten dostu, Gülsarının yardımına gelir. Fakat Gülsarı, kendisine yapılmak istenenlerden kurtulma çabasında olduğundan âşığı ile ilgilenemez. O da küsüp girer.
Bu ve benzeri olaylar Abbas Sayar’ın ‘Yılkı Atı’ isimli romanında da anlatılmaktadır.
Türklerde at kültürü mühim ve geniş bir yer işgal eder. Bu konuda Merhum dostum Hızırbek Gayretullah (1940-2022) tarafından kaleme alınan makalede temel bilgiler mevcuttur.
Türkler, atı ehlîleştiren ve onu medeniyetin hizmetine sunan ilk insanoğlu olarak târihe geçmiştir. At, Türklerin kolu-kanadı olmuş, onun sırtında fetihlere koşmuş, Türk’ün cesâreti atın çaparlığıyla birleşince de, cihan Türk atının nal sesleriyle çınlamıştır. Orta Asya bozkırından ta Viyana kapılarına kadar Türk’ü sırtında götüren, Ötüken çayırlarında otlayıp, Tuna ırmağında sulanan, Tanrı dağlarının doruğundan, Alplerin akabelerinden Türk’e yol bulan atalarımızın yoldaşı, atları günümüzde ne kadar tanıyoruz? Gördüğümüz her dört toynaklıya at, hipodromlarda çaparlara da tay ve kısrak deyip geçiyoruz. Oysa neden at, neden tay, neden kısrak denildiğini merak edip bozkır Türk kültürünün bir değerini, halkımıza doğru olarak tanıtamıyoruz. Bu konuda araştırma yapan zoologlara da rastlamıyoruz, belki araştırmacılar var da verilerini halka ulaştıramıyor olabilir.
Merhum Gayretullah ‘yılkı atı’ kavramını ret ediyor ve sürüdeki atların her birinin ‘yılkı’ olduğunu belirtiyor ve yılkıların Türklerin anayurdu Türkistan’da cins ve yaşlarına göre aşağıdaki şekilde isimlendiriyor: Yaşlarına göre:
• 0-1 yaş: Kulun , 1-2 yaş: Tay, Cabağı Tay
• 2-3 yaş: Kunan (Erkek)
• 2-3 yaş: Baytal (Dişi)
• 3-4 yaş: Dönen (Erkek)
• 3-4 yaş: Dönecin (Dişi)
• 4-5 yaş: At (enenmiş, erkekliği giderilmiş erkek yılkı)
• 4-5 yaş: Aygır (enenmemiş erkek yılkı)
• 4-5 yaş: Biye (Dişi yılkı)
• 4-5 yaş: Kısrak (Dişi damızlık yılkı)
Yaşına göre isimlendirme:
Kulun: Yeni doğmuş Biye yavrusudur. Günümüzde kullanılan (at yavrusu, tay) isimlendirmesi yanlıştır. At erkek olduğundan doğurmaz.
Tay: İki yaşına basan kuluna ‘tay’ denir. (At yavrusu denilemez)
Kunan: Üç yaşına basmış erkek yılkı.
Baytal: Üç yaşına basmış dişi yılkı. Türk Kazaklarında dişi yılkı yarıştırılmaz.
Dönen: Üç yaşına basan erkek yılkı… Bu dönemde dönenler enenerek iğdiş edilir. Gösterişli ve güçlü kuvvetli olan bir dönen, damızlık aygır adayı olarak ayrılır, enenmez.
Dönecin: Üç yaşına basan dişi yılkı. İstenilen kalitede nesil verecek olanlar seçilir. Seçilenlere kısrak adı verilir. Özel olarak bakım ve disiplin altına alınır.
Biye: Dönecin çağını aşıp analık çağına ayak basan dişi yılkı.
Kısrak: Dönecin çağında ileride iyi cins döl verileceğine inanılarak ayrılan damızlık dişi yılkı.
Bedev Biye ve Bedev Kısrak: Hiç yavrulamamış biye veya kısraklara ‘Bedev’ denir, yarışlarda kullanılır.
At: Dört yaşını doldurmuş, enenmiş, iğdiş edilmiş erkek yılkı.
Aygır: Dönen çağında iyi cins döl vereceğine inanılan enenmemiş ve iğdiş edilmemiş erkek yılkıya aygır denir. Aygıra teslim edilen sürü onun tarafından korunur. Sürüye yabancı aygır almaz, sürüyü her türlü tehlikeye karşı savunur, sürüyü kendi otlama bölgesinden başka otlama bölgesine salmaz, yeni doğan kulunlara, taylara ve zayıf biyelere saldıran kurt sürülerini imha eden destanlara konu olan aygırlar vardır. Aygırlar, kendi neslinden olmayan dişi ile çiftleşmez. Böylece neslinin temiz ve asil kalmasını sağlar.
Yılkı asil bir hayvandır. Bulanık suyu içmez, su içmeden önce ağzını çalkalar. Çiğnediği, bastığı otu da yemez.
……………………….
*taypalma yorga: Bir at cinsi. Bu cins atlar, dörtnala koşmasını bilmez. Fakat dörtnala koşan bir attan daha hızlı gider. Sâhibini hiç sarsmaz, uzun mesafe koşusuna uygundur.
(Devam Edecek)