Konudan Konuya  (49)

11

     – İnsanın değer ve kıymetini anlamak istiyorsak; dünyadaki bütün şehir ve ülkelerdeki tüm kitaplık ve kütüphanelerdeki kitapları göz önüne getirelim. Bir de, insanların evlerinde bulundurdukları; çeşitli konularda yazılmış kitapları hatırlıyalım. Nasıl dağlar kadar hacimli kitap yığınlarıyla karşılaşacağımızı bir düşünelim. Şaşmamak, hayret etmemek mümkün mü? Edebiyat, Fen, Felsefe, İlahiyat ve bu gibi sahalarda kaleme alınmış olan bütün bu kitaplar; insan düşünce ve muhayyilesinden doğarak; kelime, satır ve paragraflara; kısaca kitaplara bürünerek müşahhas / somut bir görünüş kazanmış olan fikir ve düşüncelerimiz değil mi? Kafalarımızdaki binbir mânâ, tasavvur ve hayallerimizin kitap sahifelerinde tecellî etmiş hâllerinden başka nedir? İşte insanın bu manevî mahiyetinden ve görünmez âlemlerin gizli birer hazineleri oluşundan dolayı; şahsen ben, insan olarak nev’imle iftihar ediyor, gurur duyuyor ve insanın değerini; varlık terazisinin kefesinde ağır bastığını müşahede edip görüyorum.

     – Cennetin en tatlı, en güzel, en hoş hususiyet ve özelliği; onun ebedî, yani devamlı oluş keyfiyetidir. Üstelik Cennet’in bu vasfı; Cennetin en büyük nimetidir. Nimet ise, bir nimetlenenin varlığına işaret eder. O da insandır. Bu durumda nimet de, nimetlenen de ebedîdir. Eğer böyle olmasaydı; insan, her an bu eşsiz nimetleri kaybetme kaygısıyla yaşıyacak ve Cennet’ten doğru dürüst bir zevk alamıyacaktı. Evet Cennet’in lezzet ve zevki, onun devamlı oluşundan.

     – Yurdunu ve dünyayı kim sevmez ve her yeri gezip görmeyi kim istemez? Ama buna herkesin gücü yetmez, maddî imkânı elvermez! Bu saadet ve mutluluk verici gezi ve seyahatler, çok az kimseye nasip ve müyesser olur. Fakat üzülmiyelim ve “Turistik geziye ayıracak param yok!” diye hemen ümitsiz olmıyalım. Buraları anlatan tanıtıcı eser ve kitapları okuyarak da, gidemediğimiz yerleri, göremediğimiz mekânları; seyyahların yazdıkları kitaplarda, onların gözüyle görerek, onların kulaklarıyla işiterek de, gezmiş görmüş gibi olacağımızı unutmıyalım.

     – Kitaplar insanı; geçmişte yaşatır. Hâlde ağırlar. Geleceğe hazırlar. İnsanı maziye doğru indirir. Geleceğe doğru çıkarır. İnsanı, asırlarca yaşamış gibi yapar. Bütün bunları okunan kitaplar sağlar. Bu bakımdan, aslında hiçbir kitaba baha biçilmez. Verdiğimiz fiatlar, sadece kitabın kağıt ve baskı masrafları içindir. Yoksa yazanın yıllarca çalışmasının, kilometrelerce yol katetmesinin, çok büyük harcamalarda bulunmasının; asla bir karşılığı olamaz. Bu bakımdan her kitap ucuzdur. Çünkü bizlere zaman kaybettirmeden, maddî sıkıntılara düşmeden; mazi kıt’alarında, istikbal ufuklarında gezdirerek; geçmişi kucaklıyan, geleceği de içine alan; büyük bir maddî ve manevî hayatı yaşatmış olur.

     – Her şeyi içinde bulunduran bir dükkân açsak da, terazi bulundurmasak iş yapabilir miyiz?

     – Her kumaşa yer verdiğimiz hâlde, metre olmadan kumaş satabilir miyiz?

     – Adalet terazisine yer vermeden, düzen sağlanabilir, asayiş temin edilebilir, can mal emniyeti yerine getirilebilir mi?

     – Akıl, akıl olması lâzım. “Aklım var.” diye, meselâ fizikçi olmayan biri; bir fizikçi ile fizik konusunda tartışabilir mi? Fakat iki fizikçi, bir fizik konusunda rahatça fikir alış verişinde bulunabilir. Bundan da, o konuda güzel sonuçlar çıkar. Aklın gereği gibi kullanılır hâle gelmesi ise,  ilk, orta, lise, üniversite ve daha ileri bir eğitim görmeye bağlıdır.

     – Hak bir, yanlış sayısız. Yanlışları bilmeye lüzum yok. Çünkü o yanlışların birine doğru diye sarılmak da olası. Meselâ “İki kere iki dört eder.” bir doğru ve bir gerçektir. Artık “İki kere üç dört değil, iki kere beş dört değil, iki kere yedi dört değil.” diye bütün yanlışları ifade etmeye gerek yok. Çünkü başta dediğimiz gibi, doğru olan bir, yanlış olan sayısız.

     – “Sivrisineğin gözünü halk eden (yaratan), Güneş’i dahi O halk etmiştir.” Çünkü Sivrisineğin görmesi, Güneş iledir ve ona bağlıdır. Yani Sivrisinek ile Güneş karşılıklı uyum içinde. İkisini yaratan bir olmazsa, uyum olmaz. Tıpkı biri rast gele bir anahtar yapsa, başka biri de rast gele bir kilit yapsa. Bir araya getirildiklerinde işe yarar mı? Anahtar kilidi açabilir, kilit anahtara yuva olabilir mi? Ama kilit ve anahtarı aynı kişi yapsa; kilit anahtara, anahtar kilide uyum sağlar. Çünkü yapıcıları birdir. Zira kilidi yaparken anahtarı, anahtarı yaparken kilidi hesaba katmıştır.

Önceki İçerikBu Gidişat Nereye?
Avatar photo
1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1955'de Ordu ili, Mesudiye kazasının Çardaklı köyü ilkokulunu bitirdi. 1965'de Bakırköy Lisesi, 1972'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden mezun oldu. 1974-75 Burdur'da Topçu Asteğmeni olarak vatani vazifesini yaptı. 22 Eylül 1975'de Diyarbakır'ın Ergani ilçesindeki Dicle Öğretmen Lisesi Tarih öğretmenliğine tayin olundu. 15 Mart 1977, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Osmanlıca Okutmanlığına başladı. 23 Ekim 1989 tarihinden beri, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Yakınçağ Anabilim Dalı'nda Öğretim Görevlisi olarak bulundu. 1999'da emekli oldu. Üniversite talebeliğinden itibaren; "Bugün", "Babıalide Sabah", "Tercüman", "Zaman", "Türkiye", "Ortadoğu", "Yeni Asya", "İkinisan", "Ordu Mesudiye" ve "Ayrıntılı Haber" gazetelerinde ve "Türkçesi", "Yeni İstiklal", "İslami Edebiyat", "Zafer", "Sızıntı", "Erciyes", "Milli Kültür", "İlkadım" ve "Sur" adlı dergilerde yazıları çıktı. Halen de yazmaya devam etmektedir. Ahmed Cevdet Paşa'nın Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefası'nı sadeleştirmiş ve 1981'de basılmıştır. Metin Muhsin müstear ismiyle, gençler için yazdığı "Irmakların Dili" adlı eseri 1984'te yayınlanmıştır. Ayrıca Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nce hazırlattırılan "Van Kütüğü" için, "Van Kronolojisini" hazırlamıştır. 1993'te; Doğu ile ilgili olarak yazıp neşrettiği makaleleri "Doğu Gerçeği" adlı kitabda bir araya getirilerek yayınlandı. Bu arada, bazı eserleri baskıya hazırlamıştır. Bir kısmı yayınlanmış "hikaye" dalında kaleme aldığı edebi yazıları da vardır. 2009 yılında GESİAD tarafından "Gebze'de Yılın İletişimcisi " ödülü kendisine verilmiştir.