1-Bîgâne Durmayın Âşinanıza Müftüoğlu Ahmed Hikmet Bey’in Şiir, Mektup Ve Günlükleri 2-Berceste Metinler 3
1-Bîgâne Durmayın Âşinanıza
Edebiyât-ı Cedîde Dönemi’nin hikâyecilerden biri olarak adını duyurmuş iken, edebiyatta millîleşmenin gereğine inanarak büyük bir değişim geçiren Müftüoğlu Ahmed Hikmet (1870-1927); ‘Hâristan ve Gülistan’ın, ‘Gönül Hanım’ ile ‘Çağlayanlar’ isimli eserlerin yazarıdır. Bu üç kitap, onun sanat anlayışındaki büyük değişimin göstergesidir. Özellikle sonuncusu, onu Millî Edebiyat Devresi’nin önemli adlarından biri hâline getirmiştir. Şehbenderlik (Konsolosluk) ve benzeri görevlerle Avrupa’yı uzun müddet dolaşan Müftüoğlu Ahmed Hikmet, Osmanlı Devleti’nin dışarıdan nasıl göründüğünü bilen ve onu Avrupa ile tarafsızca karşılaştıran nâdir aydınlarımızdandır.
Ahmed Hikmet’in şiirlerini, mektup ve günlüklerini içeren bu kitap, hem bir aydının özel dünyasını, hem de dönemine ilişkin gözlemlerini tâkip etmemizi sağlıyor. Kitaptaki şiirler, onun şâirliği hakkındaki yargıların gözden geçirilmesini hazırlayacak yoğunluktadır. Mektupları, eşi Suad Hanım ile onun ölümünden sonra evlendiği Fatma Nerîme Hanım’a yazdıklarından oluşmuş bir toplamdır. Bunların neredeyse tamamı ‘sevdâ mektubu’ olarak belirginleşir. Bununla birlikte, mektuplardan özel hayatının bilinmeyen tarafları öğrenilir. Eser yayımladığı dergi ve gazetelerden haberdar olunur. Günlükleri ise, resmî görevlerle çıktığı Avrupa gezilerindeki izlenimlerini yansıtır.
M. Kayahan Özgül’ün yayına hazırladığı 13,5 X 21 santim ölçülerindeki 244 sayfalık eser, 2024 yılında yayımlandı. Kitap, ‘Bir Kutuyu Açınca’ başlıklı girizgâh ile; ‘Bir Dalda İki Kiraz’, ‘Yâd Et Beni Hem Kederle Yâd Et’ ve ‘Avrupa’da Bir Cevelân’ başlıklı üç bölümden oluşuyor.
Girizgâh bölümü, M. Kayahan Özgül’ün hazırladığı Ahmet Hikmet Bey’in geniş bir hayat hikâyesidir. (s:9-20)
‘Bir Dalda İki Kiraz’ başlıklı birinci bölümde; zevceleri Suad ve Nerîme hanımlara yazdığı 14+16=30; Fatma Nerîme Hanım’dan Müftüoğlu Ahmed Hikmet Bey’e 11, Nerîme Hanımdan Rabia, Şâdiye ve Müfide Hanımlara 3, Âşık Cemâlî’den Nerîme Hanım’a 1 olmak üzere toplam 45 adet mektup yer alıyor.
Müftüoğlu’nun Fatma Nerîme Hanım’a yazdığı mektuplarda, Ahmed Hikmet imzalarının üzerindeki ifâdeler dikkat çekiyor: ‘Sana ebediyyen minnettar’, ‘Hasretinizi çeken köleniz’, ‘Ebedî perestişkârınız /( tapınırcasına seveniniz)’, ‘ebedî esiriniz’, ‘Bedbaht ve Sefil Ahmed Hikmet’, ‘Sefil meftununuz / (gönül vermiş tutkun, vurgununuz)’, ‘Mütehassiriniz / (hasretinizi çekeniniz)…’, ‘Senin meshûrun / (Büyülediğin)’, ‘Seni seven’, ‘Her yerde seni gören’…
Nerîme Hanım ise mektuplarına; ‘Ümidim’, ‘bahârım’, ‘Efendiciğim’, ‘Biricik Efendiciğim’… ‘Rûhum Kocacığım’… gibi hitaplarla başlıyor, en sonunda yalnızca ‘Nerîme’, şeklinde ismini yazıyordu.
Altı aydır mide ağrılarından yakınmakta olan Ahmed Hikmet, 1927 yılı Mart ayının başlarında sancıları iyice şiddetlenmeğe başlayınca hekime müracaat eder ve ‘galopont seyreden karaciğer kanseri’ teşhisi konur. Bu teşhis yazara ve eşine söylenmez. Ahmed Hikmet, 24 Mart 1927 günü Taksim’deki Fransız Hastahânesi’ne kaldırılırsa da tıbben yapılacak fazla bir şey yoktur. İki hafta kadar geçtikten sonra, evine dönmek isteyen edibin isteğine uyularak Osmanbey’de Âfitab Sokağı’ndaki evine nakledilir. 13 Mayıs gecesi komaya giren A. Hikmet, 19 Mayıs’ta vefât eder.
Fatma Nerîme Hanım, eşinin ölümünden sonra bir daha evlenmez ve Enis Behiç Koryürek’in Dr. Fethi Tevetoğlu’na söylediğine göre, ömrünün son yıllarını Kadıköyü yakasında bir evde, ‘hâlâ Ahmed Hikmet’in yasını tutarak döğünüp ağlamak’la geçiririr. Tesbit edilebildiğine göre, Nerîme Hanım Kadıköyü’nden sonra da Yeşilköy’de Gazi Evranos Caddesi’nde bir evde, annesi Leman Hanım’la beraber yaşamıştır.
***
115. sayfada başlayan ikinci bölüm, ‘Yâd Et Beni, Hem De Kederle Yâd’ başlığını taşıyor ve gazel, şarkı, halk şiiri, gazel, hitâbe, mersiye, destan, kıt’a ve beyit tarzında şiirler yer alıyor. Çoğu ağdalı Osmanlı Türkçesiyle kaleme alınan mısralar yanında çok sâde bir dille yazılan şiirler de bulunuyor.
Yârim ağlama derdi
Tuttu gönlünü verdi
Ben nasıl sığdırayım
Cânıma böyle derdi?
Dağlar, kayalı dağlar
Yeşil boyalı dağlar
Ben âhûmu isterim
Bülbül yuvalı dağlar
Sevgili kız ağlama
Yüreğimi dağlama
Bırak aksın kanları
Şu yaramı bağlama
Yandım Allâhım yandım
Âh bu candan usandım
Ben sesini dinledim
Billâhi bülbül sandım
Akşam oldu n’eyleyim?
Derdim kime söyleyim?
Var git vefâsız akşam,
Yâr’sız seni n’eyleyim?
ŞARKI
Dinleyip sen sevdiğim feryâdımı
Eyledin ihyâ dil-i nâşâdımı
Rahm eder gördüm şükür cellâdımı
Eyledin ihyâ dil-i nâşâdımı
Bir tebessüm, bir nazar âh-ı Vâmık’a
Çok görülmüştü değil mi âşıka
Şimdi artık oldu mensî sâbıka
Eyledin ihyâ dil-i nâşâdımı
BEYİT Mâl ü Câhı âlemin dûmâna eyler iltifât
Toplanır görmez misin cûlar bütün engin yere
MATLA’ Adl eder rûh-ı milleti teshir
Seyf ü hançerde yoktur ol te’sir
***
185-244. sayfalarda yer alan ‘Avrupa’da Bir Cevelân’ başlıklı üçüncü bölümde resmî vazifelerle gittiği İngiltere ve Almanya seyahatlerinde ülkeler, müzeleri, târihî eserleri ve halkın yaşayışı hakkında bilgiler veriyor.
13,5 X 21 santim ölçülerindeki 248 sayfalık eser, 2024 yılında yayınlandı.
MÜFTÜOĞLU AHMED HİKMET BEY: (1870-1927) İstanbul’da doğdu. Soğukçeşme Askerî Rüşdiyesi’nde, Galatasaray Mekteb-i Sultanîsinde okudu. 1888’de Hâriciye Nezareti’nde çalışmaya başladı. Önce Atina-Pire’de, sonra Poti’de şehbender (konsolos) vekilliği; Meşrûtiyetten Mütareke’ye kadar da Peşte Başşehbenderliği yaptı. Galatasaray’da ve Dârülfünun’da dersler verdi. Cumhuriyetten sonra Halîfe Abdülmecid Efendi’nin başmâbeyncisi oldu. Son görevi, Ankara’da Hâriciye Müsteşarlığı idi. Edebiyata şiirle adım attı. İlk kitapları Leylâ yahut Bir Mecnûnun İntikamı (1891) adlı hikâyesi ile üç küçük tercümesidir: Parmantier Yahut Patates (1890, 1892), Bir Riyazinin Muaşakası Yahut Camitle (1891), Tuvalet ve Letâ- fet-i Âza (1892). Edebiyyât-ı Cedîde içinde yazdığı hikâyelerini Hâristan ve Gülistan’da (1900, 1908) topladı. Türkçülük hareketine dâhil olarak, Türk Derneği’nin ve Türk Yurdu’nun kurucuları arasında yer aldı. Bu dönemdeki eserleri Çağlayanlar (1922) ve Gönül Hanım’dır (Tasvîr-i Efkâr*da 1920 yılında tefrika hâlinde yayınlandı). |
M. KAYAHAN ÖZGÜL: 1961’de Ankara’da doğdu. Gazi Üniversitesi’nde öğretim üyesidir. |
2-BERCESTE METİNLER 3
12 x 19 santim ölçülerindeki 314 sayfalık kitap, Emrah Gökçe’nin aynı isimdeki eserlerinin üçüncüsüdür. ‘Mukaddime’ başlıklı yazısında eser hakkında şu bilgileri veriyor:
Klâsik şiirimiz; kulakları güzel söz duymaya hasret bizlere pınar başında susuzluktan ölecek durumda iken diriltici bir iksir, ecdadımızın bizlere bıraktığı tohum, hayatın hayhuyunda bizi biz kılacak bir nefes molası, keskin bir zekânın parıltılı ürünlerini ihtiva eden kendi dünyamız, ruhumuzla baş başa kaldığımızda kendimizi derinden hissedebildiğimiz hakîkat menfezi, âşıkların mahremi olan deruna doğru bir firar, herkesin kendi Hira’sına doğru yaptığı bir seyr ü sülük, yükü pek ağır olan insanoğluna gelen mânevî bir neş’e, ruhlarımıza şifa verecek bir hikmet, insanın kendi hakîkatine ulaşma noktasında mihenk noktalarını ele veren derin bir ipucu, birbirine emânet ve muhtaç olan insanlara alternatif bir hayatın var olabileceğinin göstergesi, rakama gelmeyen sancıların hikâyesi, gönlümüzde mündemiç olan sırra ulaşma gayreti, karlı dağları aşan derin ırmaklar geçen yârinden ayrı düşen bülbülün hengâmesi, yürüdükçe incelen bu yolda emniyet kemeri, gözlerimizin önündeki mâsiva perdesini kaldıran bir el…
Hayatın gurbet, ölümün ise vuslat olduğu hakîkatini derinden idrak ederek yaşayan ecdadımız, ilhamını aşktan, dertten, çileden alan bir şiir geleneği bünyad ettiler. Gaye hakîkat, vasıta şiir. Şiir, şuurla yapılan bir ameliye. Peki ulaşmak istediğimiz gaye nedir? Hangi vasıta ile gidilir? Nasıl menzil alınır? Bunlar nasıl tefekkür edilir? İnsanın kendi içine doğru yaptığı esrarengiz seyahat, bütün veçheleriyle klâsik şiirimizde. Tıpkı simurgun kendi içine doğru yaptığı seyahat gibi. Sonunda kendimize, insana yâni mânâya ulaşmak temel gaye.
Klâsik şiirimizde en çok kullanılan nazım birimi beyit. Beyit ev demek. Eskiden evlerin girişi çift kapılı girişten olurmuş. Çift kapı, yani beyit. Beyitle eve girilir. Evde kim var? İnsan. İnsan ise mânâyı temsil eder. Yâni şâirlerimiz beyitler kaleme alarak insana, onun mânâsına ve hakîkatine ulaşmanın reçetelerini bizlere sunuyorlar. Bizlere de onları okuyup zevk etmek düşüyor. Dünya alayişinden sıyrılarak bir lâhza da olsa ruhumuzla baş başa kalma fırsatı veriyor şiir. Bu cihan mülküne kalemleriyle sultan olan edipler, hakîkati incitmeden, olanca açıklığı ile vuzuha kavuşturuyorlar. Kâinatı ve sadırları okuyabilen insanları bizler ancak ve ancak satırlardan tâkip edebiliyoruz.
Galiba önce kendimize merhamet ederek işe başlamamız gerekiyor. Bu şiirler kurumuş topraklarımıza yeniden bir can suyu verecek. Başkalarının kavramlarıyla kendimizi ifâde edemeyeceğimiz ve dahî idrak edemeyeceğimiz açık. Kendi klâsiklerini okuyamayan bir nesil olarak arz-ı endam ettiğimiz de bir gerçek. Ecdadımızın aziz hâtırâsına bir hürmet nişânesi olarak neşretmeye çalıştığımız bu eser kendi kaynaklarımızla olan mesâfemizi kapatmaya vesile olursa ve gönüllerde küçük bir râyiha bırakabilirse ne mutlu bize.
Berceste Beyitler hazırlanırken şiirlerin Arap harfli Türk alfabesiyle yazımı, vezni, Lâtin harfleriyle yazımı ve günümüz Türkçesine aktarılmış hâlleri bir arada verildi. Bununla, kitabı eline alan okurun bir beyitle ilgili izah edilmesi gereken hemen her şeyi bir arada görmesi ve klâsik şiir deryasından bir nebze de olsa tatması hedef alındı. Türkçe şiirlerin yanı sıra zaman zaman Farsça şiir parçalarına da yer verildi. İnsanoğlunun müşterek yitiği olan hikmetin peşine düşülmeye çalışıldı. Serinin bu cildinde, 20. yüzyılda klâsik tarzda şiirler kaleme alan şâirlerin berceste niteliğindeki beyitlerine de yer verildi. Böylelikle geleneğin olanca haşmetiyle devam ettiği gözler önüne serilmeye çalışıldı.
Türk şiirinin nâdide örneklerinden bir demet sunduğumuz bu kitabın Türk ilim ve irfan hayatına mütevazı bir katkıda bulunması temel gayemizdir. Kitaptaki bütün güzellikler büyüklerimize, kusurlar bendenize aittir. Affola.
‘Aşk gelince cümle eksikler biter’miş. O hâlde aşk ile buyurunuz.
Berceste cümlelerden oluşan bu metin, şüphe etmeyiniz, eserin muhtevâsı hakkında güvenilir bir teminattır. Hepsi birbirinden derin ve engin mânâlı, seçkin; iyiye, doğruya ve güzele yönlendiren, ezberleyip, sohbetlerinde kullanacak insanlara; ‘sohbet ehli’, ‘gönüllere hitap eden hatip’ sıfatlarıyla anılmasına vesile olacak mükemmeliyette yaklaşık 1000 adet seçme beyit… Her biri kuyumcu terâzisinde tartılıp, mikrometre ile ölçülerek aruz vezni ile bezenmiş inci tâneleri… Her birinin şâiri tarafından Arap harfleriyle yazılmış asıl metin, sonra Türk alfabesiyle yazılmış şekli ve altında günümüz Türkçesine çevrilmiş satırlar yer alıyor. İyi okumalar efendim.
Türk halk kültüründe bâzı rakamlara özel değerler verilmiştir: 1, 3, 5, 7, 9, 33, 40, 52 gibi…
Berceste beyitlerden seçmeleri bu rakamlara göre yapmak suretiyle, Türk kültürünün olmazsa olmaz unsuru olan ‘adâletli’ seçim için de bu rakamlardan faydalanmak uygun kabul edilebilir:
1-Fenâ-yı âlem eyler cemâ’ate tefhim
Cenâze vâ’za çıkıp kürsi-i musallâda
Nâbî (1642-1712)
Günümüz Türkçesiyle şöyle ifâde edilir:
(Cenâze, musalla kürsüsüne çıkarak (hâl diliyle) orada bulunan cemaâte bu âlemin fâni, geçici olduğunu anlatır.)
Asıl adı Yusuf olan divan şâiri Nâbî; o dönemdeki adı ‘Ruha’ olan Şanlıurfa’da doğmuştur. Peygamber Efendimizin torunu Hz. Hüseyin’in soyundan geldiği için ‘Seyyid’dir.
3-Gül yüzünde göreli zülf-i semen-sây gönül
Kuru sevdâda yeler bî-ser-ü bi-pay gönül
Demedim mi sana dolaşma ana hay gönül
Vay gönül vay bu gönül vay gönül ey vay gönül
Günümüz Türkçesine göre:
(Gönül senin bir güle benzeyen yüzünde yâsemin kokan zülfünü gördüğümden beri, kara sevdâ ile perişan bir vaziyette koşup durmaktadır. Ey gönül! Ben sana sakın sevgilinin zülfüne dolaşma demedim mi? Vay gönül, vay bu gönül, vay gönül, eyvah gönül!)
Münir Nurettin Selçuk’un (1900-1981) Kârçe formunda, Devr-i Hindî usulünde ve Rast makamında bestelediği şiirin yazarı, döneminin en başarılı dîvan şâiri Bursalı Vezir Ahmed Paşa’dır. (1426-1497)
5-Ne gülde reng ü bû var idi ne sabâda var
Ben gülşeninde büblül-i nâlân idim sana.
Günümüz Türkçesiyle:
(Ruhların yaratıldığı elest meclisinde) ben senin gül bahçende devamlı ağlayıp inleyen bir bülbül iken ne gülde renk ve koku ne de sabahta herhangi bir aydınlık, ışık vardı.)
Dîvan edebiyatında en çok rağbet gören mazmun / kavram olan gül ve bülbül üzerine yazılmış gazel tarzındaki bu şiir, Dîvan şâiri Hayâlî’ye (1494-1557) âittir.
7- Elin çek meyl-i dünyâdan eğer âşık isen yâre
Muhabbet câmını nûş et asıl Mansûr gibi dâra
Misâfirsin felek bâğında bendin salma efkâra
Düşersin bir belâya sabrı kıl Mevlâ verir çâre
Felekde hâsılı insân isen bir cânı incitme
Günâhkâr olma fahr-i âlem-i zî-şânı incitme
Erzurumlu mutasavvıf şâir Alvarlı Muhammed Lutfî (1868-1967) tarafından yazılan şiirin günümüz Türkçesi ile metni:
Eğer hakikî sevgili olan Allah’a âşık isen dünyaya meyletme. Ondan elini çek. Muhabbet kadehini iç. Mansur gibi dara asıl. Sen bu dünya bahçesinden bir misafirsin. Bendini efkâra salma. Eğer bir belâya düşersen, sabret. Mevlâ çâresini verir. Netice olarak, eğer insan isen bu dünyada bir canı incitme. Günahkâr olup da âlemin övünç kaynağı olan Peygamberimizi incitme.
9- Senin Mecnûn’unum bir sensin ancak taptığım Leylâ
Ezelden sunduğun şehlâ nigâhın mestiyim hâlâ
Mehmet Âkif Ersoy (1868-1936)
Ey Rabbim! Ben bir tek senin Mecnûn’unum. Taptığım tek Leylâ sensin. Ruhlarn yaratıldığı ezel bezminde sunduğun şehlâ bir bakışın mestiyim hâlâ.
40-Aşk resmin âşık öğrenmek gerek pervâneden
Kim köyer gördükde şem’in âteş-i sûzânına
Fuzûlî / Tam adı: Mehmed b. Süleyman (1480 veya 1494 – 1556)
(Bir âşık, aşkın kanununu sevgilisi uğruna hiç tereddüt etmeden kendini ateşin içine atan kelebekten öğrenmelidir. Kelebek görür görmez kendini mumun yakıcı ateşine atıverir.)
52-Vefâlı yâdına cândan hezâr şükrân ki
Bırakmıyor beni tenhâ şeb-i melâlimde
Tâhirü’l-Mevlevî (1868-1956)
(Ey sevgili Senin vefâlı hâtırana candan binlerce defa teşekkür ederim. Çünkü dertli gecelerimde beni hiç yalnız bırakmıyor. )
Bu sayfayı hazırlayanın, Berceste Metinler isimli kitaptan aldığı ilhamla yazmaya cesâret ettiği metin:
İleri yaşlardaki insanlar huzuru;
saat sarkacı gibi şükür ve sabır arasında gidip gelmekte bulabilirler.
EMRAH GÖKÇE: Ankara’da doğdu. İlk, orta ve lise eğitimini Ankara’da tamamladı. Gazi Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nden mezun oldu. ‘Mislî İsmâ’îl Hakkı ve Divanı’ isimli teziyle yüksek lisansını, ‘20. Yüzyılda Yazılmış Divanların İncelenmesi’ isimli teziyle de doktorasını tamamlayan yazar, Ankara Müzik ve Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır. |
ÖTÜKEN NEŞRİYAT A. Ş.
İstiklal Caddesi, Ankara Han Nu: 63/3 Beyoğlu 34433 İstanbul Telefon: 0.212- 251 03 50
Belgegeçer: 0.212-251 00 12 e-Posta: otuken@otuken.com.tr www.otuken.com.tr