Dururken böyle bî-payan terakkî-zâr karşında;
Nasıl dersin ya “Pek mahdûd bir cirmim” tutarsın da.
(Böyle sonsuz bir ilerleme ve yükselme alanı karşında dururken;
Nasıl dersin “Cirmim pek sınırlı! / Varlığım pek değersiz, kıymetsiz!”
Oysa ey insan sen! Yaratılmışların en mükemmeli ve en hârikasısın. Üstelik yaratılanların en
Güzeli olup, istidat ve kabiliyetçe en gelişkin bir mahiyet içermektesin. Öyle ki, hilkat ve
Yaratılış ağacının şuurlu bir meyvasısın. Senin her şeye ilgi duyan bir merak, bilinç ve şuurun
Var. Kaldı ki, senin meşgul olduğun alan, sınırlandırılamıyacak kadar geniştir.)
x
Meleklerden büyük, hem çok büyük tebcîle mazharsın;
Tekâlîfin emanet-gâhısın bir başka cevhersin!
(Meleklerden büyük, hem çok büyük övgülere lâyıksın.
Allah’ın emir ve yasaklarının emanet edildiği bambaşka bir cevhersin sen.)
x
Hayâtın eksik olmazken, ağır bin bârı arkandan;
Ölümler, korkular savlet ederken hepsi bir yandan;
Şedâid iktihâm etmekte müdhiş bir mekânetle,
Yolundan kalmayıp dâim gidersin…Hem ne sür’atle!
(Hayatın ağır bin yükü sırtından eksik olmazken,
Bir yandan da, ölümler, korkular saldırırken;
Şiddet ve sıkıntılar hücum etmekte. Hem de dehşetli bir hâl almışken, onlara karşı tahammül
Eder dayanırsın.
Yine de yolundan geri kalmaz, daima yol alırsın. Hem de büyük bir sür’at ve hızla.)
x
Senin bir nüsha-i kübrâ-yı hilkat olduğun elbet,
Tecellî etti artık; dur, düşün öyleyse bir hükmet:
(Ey insan! Senin yaratılışın en büyük bir nüshası olduğun şüphesiz;
Tecellî etti / artık göründü. Öyleyse dur, düşün ve sonra hükmet ve bir karar ver.)
x
Nasıl olmak gerektir şimdi ef’âlin ki, hem-pâyen
Behâim olmasın, kadrin melâikten muazzezken?
(Kadrin, değer ve kıymetin meleklerden üstün ve değerli iken;
Nasıl olur da, fiil ve hareketlerin hayvanlara denk olur?
Çünkü: “İnsan -bu kadar câhillikleri ve zulümleriyle beraber- câmi (çok yönlü) bir istidat
(kabiliyet) sahibidir. Sanki bütün âlemin bir nümunesi (örneği)dir. Ona kendisiyle ‘Kenz-i Mahfi
(Gizli hazine)’yi bileceği ve açabileceği bir emanet tevdi edilmiş (verilmiş)tir. Kuva’ları (his ve
Kuvvetleri) tahdit edilmemiş (sınırlanmamış), mutlak (serbest) bırakılarak salıverilmiştir. Ta ki
Sultan-ı Ezel’in ulûhiyetinin (Ezel Sultanı olan Allah’ın İlâhlık) azametinin dairelerinde kemal
Derecesinde olan haşmet-i celâlin (büyüklüğünün haşmet) şaşaasına bir nevi (bir çeşit) küllî
(kapsamlı bir) şuuru olsun.” -Prof. Dr. Şadi Eren-)