Tablacı

106

     Kur’an-ı Kerîm “Fakr” yarasını rızka, nihayetsiz rahmetine ve sonsuz lezzetli ninetlerine arzu duymaya vesîle kılar. Evet, sınırsız rahmet meyvelerine aç olan ruh ve insan lâtifeleri; o nihayetsiz rahmet meyvelerine ihtiyaç hissettikçe; saadet lezzeti daha da artar. “Fakr” hâli, insanı işte bu durumunu giderecek arayışlara yöneltir. 

     Çünkü, ihtiyaç tekrar tekrar kendisini belirtince, lezzet ziyadeleşir. İşte “Fakr”dan böyle bir anlam çıkarmak gerek. Bu yüzden fakrımızla, her zaman iftihar edip, öğünmemiz lâzım.

     Nasıl ki görsen: Bir tek adam geldi. Bütün şehir halkını zorla bir yere sevketti. Cebren işlerde çalıştırdı. Kesin olarak anlarsın ki, o adam kendi adıyla, kendi kuvvetiyle hareket etmiyor. Belki o bir askerdir. Devlet nâmına hareket eder, devlet kuvvetine dayanır.

     İşte bunun gibi, her şey Cenabı Hakkın nâmına hareket eder.

     Nitekim zerrecikler gibi tohumlar, çekirdekler; başlarında koca ağaçları taşıyor. Dağ gibi yükleri kaldırıyorlar. Yani koca ağaçlar, minnacık çekirdeklerden çıkıyor, açılıp saçılıyor; yine kocaman birer ağaç oluyorlar.

     Demek her bir ağaç “Bismillah” der. Hazine-i rahmet meyvelerinden ellerini dolduruyor, bizlere tablacılık ediyor.

     Demek her bir ağaç, birer tablacı hükmünde. Tablacı ise, üretici değildir. Tablacı, yapan da değildir. Ya nedir? Derseniz. Tablacı, sadece tablacıdır. Yâni üretilen ve yapılan şeyle, alıcı veya ihtiyaç sahipleri arasında aracı olandır.

     Demek ki sebepler: Görünüşü kurtarmak için, birer perdeden ibaret. Sebeplerin varlığı dünyadaki imtihan / sınav sırrından kaynaklanmaktadır.

     Asıl iş gören ezel ve ebed Sultanı olan Allah’tan başkası değil.

     Tıpkı postacının getirdiği parayı, postacıdan bilmediğimiz gibi. Postacı sadece bir aracı.

     Gönderenle gönderilen arasında tablacı hükmünde.

     Bu açıdan baktığımızda, dünyada kim tablacı değil ki? Tabiatın kendisi başlıbaşına büyük bir tablacı sayılır. Allah’ın Cemal ve Celâl isimlerine tablacılık ediyor.

     Âdeta Cemal ve Celâl isimleri ile bizim aramızda tablacılık yani aracılık yapıyor. Bütün varlık âlemini bu mânada düşünebiliriz.

     Nitekim bütün varlık âlemi, Yaratanla İnsan arasında tablacılık yapıyor. Tüm mevcûdât Allah’ın isimlerini aksettiren / yansıtan birer tablacıdır. Bütün varlık âlemi, Allah’ın güzel isimleri ile gözümüz ve kulağımız arasında tablacı değil mi?

      Bütün varlık âlemi Esmaü’l-Hüsna’ya yani Yüce Allah’ın güzel isimlerine tablacılık yapmış olmuyor mu?

     Evet, her bir bostan “Bismillah” der. Kudret mutfağından bir kazan olur ki:

     Çeşit çeşit pek çok muhtelif leziz taamlar, içinde beraber pişiriliyor.

     Gerçekten yeryüzü, aynı zamanda bir mutfaktır. Bu mutfakta sayısız ocaklar kurulmuştur.

     Ocakların üstüne “Bostan” denen “Kazanlar” oturtulmuştur.

     İşin tuhafı aynı kazanda binbir farklı yemekler aynı anda, beraberce, yanyana, içiçe pişirilmekte.

     Üstelik birbirine karışmadan, birbirine bulaşmadan.

     Bizler aynı kazanda; bırakın çeşit çeşit yemekler pişirmeyi, aynı kazanda iki çeşit yemeği birbirine karıştırmadan, birbirine bulaştırmadan pişirebilir miyiz?

     “Tabii ki hayır” dediğinizi duyar gibiyim.    

     İnsan bu kadar meziyeti ile beraber bunu başaramıyorsa;

     Kuru bir toprak veya görünüşteki sebepler bunu nasıl başarır?

     Kaldı ki kazanı kaynatacak, yemekleri pişirecek olan ateşi üstten veriliyor.

     Bostan denen kazanlar, binlerce kilometre ötelerden ısıtılıyor.

     İnsan ise ateşi alttan veriyor.

     Halbuki bostan denen kazanların ateşi yukarıdan geliyor.

     Yani Güneşten.

Önceki İçerikİslâm Felsefesi İlim Dalında Prof. Dr. SÜLEYMAN HAYRİ BOLAY    
Sonraki İçerikMalazgirt’ten İzmir’e
Avatar photo
1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1955'de Ordu ili, Mesudiye kazasının Çardaklı köyü ilkokulunu bitirdi. 1965'de Bakırköy Lisesi, 1972'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden mezun oldu. 1974-75 Burdur'da Topçu Asteğmeni olarak vatani vazifesini yaptı. 22 Eylül 1975'de Diyarbakır'ın Ergani ilçesindeki Dicle Öğretmen Lisesi Tarih öğretmenliğine tayin olundu. 15 Mart 1977, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Osmanlıca Okutmanlığına başladı. 23 Ekim 1989 tarihinden beri, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Yakınçağ Anabilim Dalı'nda Öğretim Görevlisi olarak bulundu. 1999'da emekli oldu. Üniversite talebeliğinden itibaren; "Bugün", "Babıalide Sabah", "Tercüman", "Zaman", "Türkiye", "Ortadoğu", "Yeni Asya", "İkinisan", "Ordu Mesudiye" ve "Ayrıntılı Haber" gazetelerinde ve "Türkçesi", "Yeni İstiklal", "İslami Edebiyat", "Zafer", "Sızıntı", "Erciyes", "Milli Kültür", "İlkadım" ve "Sur" adlı dergilerde yazıları çıktı. Halen de yazmaya devam etmektedir. Ahmed Cevdet Paşa'nın Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefası'nı sadeleştirmiş ve 1981'de basılmıştır. Metin Muhsin müstear ismiyle, gençler için yazdığı "Irmakların Dili" adlı eseri 1984'te yayınlanmıştır. Ayrıca Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nce hazırlattırılan "Van Kütüğü" için, "Van Kronolojisini" hazırlamıştır. 1993'te; Doğu ile ilgili olarak yazıp neşrettiği makaleleri "Doğu Gerçeği" adlı kitabda bir araya getirilerek yayınlandı. Bu arada, bazı eserleri baskıya hazırlamıştır. Bir kısmı yayınlanmış "hikaye" dalında kaleme aldığı edebi yazıları da vardır. 2009 yılında GESİAD tarafından "Gebze'de Yılın İletişimcisi " ödülü kendisine verilmiştir.