“Neden başkası için çırpınıyor?” “Neden başkası için kendini paralıyorsun?” “Başkalarından sana ne?” gibi güya akıl verici sözler karşısında kalırsak; onlara karşılık olarak: “İnsan, kendisi için istediğini diğer insanlar için de istemeli, kendisi için istemediğini başkaları için de, istememeli.” Zira, insan olmanın şartları bunu gerektirir.
Çünkü İslâm’da: “Bana değmeyen yılan, bin yıl yaşasın!” düşüncesi yok.
Çünkü İslâm’da: “Adâm sende!” demek yok.
Çünkü İslâm’da: “Gemisini kurtaran kaptan!” anlayışı yok.
Çünkü İslâm’da: “Senden başka düşünen yok mu? Boş ver!” zihniyeti yok.
Çünkü İslâm’da: “El için yanma nâra, yak çubuğunu bak sâfânı ara!” bencilliği yok.
Çünkü İslâm: Herkesi, herkesi düşünmeye sevkediyor.
Çünkü İslâm: Herkesi bir olmaya çağırıyor.
Çünkü İslâm: Herkesi diri olmaya çağırıyor.
Çünkü İslâm: Herkesi iri olmaya çağırıyor.
Kısaca: Herkes İslâma, herkes Kur’ana, herkes devlete, herkes millete, herkes vatana, herkes bayrağa hizmette; sadece kendisinin var olduğunu bilecek.
Herkes diyecek ki: “Ben olmasam bu dâva çöker!”
Herkes kendisini dâvanın ana direği bilecek. “Ben olmasam bu dâva binası yıkılır!” diyecek.
Çünkü ancak bu gibi düşünceler; herkesin dâvayı omuzlamasını sağlar.
Çünkü herkes; başkasının varlığından ötürü, kendisine lüzum kalmadığını düşünerek; “Ben olmasam da olur!” derse, işte o zaman o dâva yürümez, o dâva ayaklar altında kalır.
Demek ki, dâvayı herkes kendisiyle var, kendisiyle ayakta, kendisiyle yürür bilecek. Aksi takdirde, herkesin göstereceği ihmal; dâvanın yerlerde sürünmesi sonucunu doğurur ki, bundan herkes mes’ûl ve sorumludur.
Kur’an okyanusundan esinlendiğimiz bu fikirler bize, Kur’an’ın şunu da dediğini, âdeta kulaklarımıza fısıldar gibidir: “Kim isterse Beni dinlesin! İcbar / zorlama yok. Ben akla kapı açıyor, isteği kulumun eline veriyorum. Benim yaptığım tekliftir. Tehdit değil. Benim yaptığım tebliğdir. Tenkit değil. Kim isterse dinlesin!” derken:
“Lâ ikrahe fi’d-dîn.” / “Dinde zorlama yoktur.” âyetini de nazarı dikkatimize sunuyor.
Bunu yaparken; kendi yarattığı dünyasında gezip tozan insana; rahatça dolaşması ve istendiğinde kim olduğunu belirtmesi için, âdeta bir pasaport hükmünde ve resmî kimliği mahiyetinde olacak olan “Bismillah.” parolasını edinmesini, özellikle tavsiye ediyor.
Ve bununla demek istiyor ki: “Bismillah her hayrın başıdır. Sen de her şeyin başlangıcında, o İlahî kelimeyi telâffuz et / söyle. Çünkü bu mübarek kelime İslâm nişanıdır. Aynı zamanda canlı cansız bütün mevcûdat ve varlıkların lisanı hâlleriyle sık sık söyledikleri bir kelâmdır.”
Ne demek? “Bismillah her hayrın başıdır.”
Aslında çok açık ve çok veciz bir söz. Anlamı da güneş gibi meydanda. Ama yine de farklı mânalara da kapı açmakta. Çünkü düşünen herkesin açık mânalara ilâve olarak ekleyebilecekleri çok sözleri olabilir. Evet “Bismillah her hayrın başıdır.” Peki “Bismillah” diyecek olan kimdir? Tabii ki, insan. Ne zaman diyecektir “Bismillah” lâfzını? Her hayrın başında. Hepimizin bildiği gibi, insan ihtiyar sahibidir. Yâni seçme yeteneği vardır. İki şeyden birini seçebilendir. Kısaca insan, tercih edebilendir. Tercih kabiliyeti ile yaratılmıştır.
İnsan, muhtar yâni seçebilen bir varlıktır. İnsana akıl verilmiştir. Aynı zamanda cüz’î ihtiyarî, azıcık da olsa seçme, tercih etme imkân ve yeteneği de, yaratılışına konmuştur. İşte bu bakımlardan insan, muhtar bir varlıktır. İhtiyar sahibidir. İnsanın aklı başına konmuş, ihtiyar eline verilmiştir. İnsan aklını kullanacak, istediğini seçecek, tercih edecektir. Çünkü insan teklif için yaratılmıştır. Bundan dolayı da, İnsanın karşısına her şey çift olarak çıkarılmıştır. İyi-kötü, güzel-çirkin, doğru-yanlış vb. gibi. Bütün bunlar insana sunulmuş. Bütün bunlar insana teklif edilmiş. İnsandan ise bunlardan birini seçmesi istenmiştir.