Bazıları yeis / ümitsizlik müptelâsı / tutkunu olmuş! Bedbinlik / karamsarlık hastalığına yakalanmış! Onlara göre, ulema / âlimler azalmış, hem kemiyet / sayıca hem keyfiyet / nitelikçe olumsuzluklar yüzünden; yakın bir zamanda din sönecek!
Oysa endîşeleri yersiz. Kâinat / evren’de namazlar kılındıkça. Minarelerde ezanlar okundukça. Câmiler dimdik ayakta nöbet tutmaya devam ettikçe. Minareler göklere doğru el açarcasına uzandıkça. Mabet, câmi ve mescitlerin; vazîfe ve görevleri sürdükçe. İslâmiyet her an ışıl ışıl, inşallah parlayacak.
Çünkü, her bir mâbet bir muallim / öğretmen gibi, hâl diliyle durmadan ders vermekte.
Aynı şekilde, İslâm’ın iz ve nişanlarını taşıyan her İslâm eseri; Müslümanlar için, birer üstad / mürşit / yol gösterici hükmünde.
Onlar lisanı hâl ile, dinin hak ve hakikatlerini, Müslümanların kendi gerçeklerini asla unutmamaları gerektiğini, her an telkin ediyor. Üstelik bu tabii vazîfe ve görevlerini, hiç unutmadan hatâsız bir şekilde ifa edip sürdürüyor. İslâm rûhunu, bakanlara fehmettiriyor / anlatıyorlar.
Evet onlar, zamanla tecessüm etmiş / cisimleşmiş İslâmiyet nûrundan başka bir şey değiller.
Sanki İslâmiyet’in zülâli / saf ve temiz suyu; tarihî eserlere bürünerek karşımızda, arzı endam ederek, bizleri kendilerine hâlen râm etmek sûretiyle, kendilerine itaat ettirmektedirler.
Nitekim büyük şâirimiz Yahya Kemal Beyatlı, “Süleymaniye’de Bayram Sabahı” adlı şiiriyle; bu muhteşem ve muazzam caminin; İslâmiyet’in tecessüm etmiş / cisimleşmiş bir hâli olduğunu çok güzel ifade etmekte.
Hakikaten, İslâmî her eser; sanki bir iman sütunu / direği hükmünde. Âdeta karşımızda, müşahhas / şahıslanmış bir şahsiyet hâlini almış. İslâm ahkâm ve hükümlerini görünür, tutulur duruma getirmiş. Güya / sanki İslâm’ın mücerred / soyut erkân / rükün, esas ve temelleri tahaccür etmiş / taşlaşmış birer sanat eseri olmuş. Birer elmas sütunlar olarak; yer ile gök arasında karşımızda boy gösteriyor. Onları unutmamamız, gözardı etmememiz gerektiğini, lisanı hâl ile kulaklara fısıldıyor.
Özellikle acze düşürücü bir hatip olan Kur’an; ezelden ebede, kâinat kubbesinde yankılanırken; İslâm’ın bırakın unutulması, gölgelenmesi bile hiç mümkün olabilir mi?
Din hükümleri nazariyat / teori ve görüş olmaktan çıkıp, zaruriyat / kesin hükümler hâlini almışken. İslâmiyet’in kâinat simasından silinmesi olacak şey mi?
O Yüce Kitap Kur’an’ın sadece tezkiri / hatırlatması kâfi. İhtarı ise vâfi / yeterli. Kur’an her dem Şâfi’liğine / mânen şifa vericiliğine devam etmekte. Uyuyan kalbleri uyandırmakta.
İslâm vahiy ile fıtrat / yaratılış gibi iki metîn / sağlam esas ve temellere dayanmış. Üstelik, İslâm râsih / sağlam, bâhir / apaçık eserleriyle dünyanın yarısıyla kaynaşmış. Onlara fıtrî bir rûh olmuş.
Kalpler, İslâmiyet rûhuyla tenevvür etmiş / aydınlanmış. O kalpler ki; dimağ, beyin, akıl ve şuur ile iman nurunun yansıdığı yerler olmuş iken. İslâmiyet nasıl sönmeye yüz tutabilir?
Dimağda vesveseler, pek çok ihtimaller, kalbe girmediği takdirde; ne sarsılır iman, ne de vicdan.
Yoksa bazıların zannınca, iman dimağda olsa, imanın rûhu olan hakka’l-yakîne / hakikatine ererek, yaşayarak görmeye; pek çok ihtimaller olur birer amansız, insafsız düşman.
Kalp ile vicdan, imanın mahalli / yeri.
Hads / sezgi ile ilham, imanın delili.
Bir altıncı his:
İman tariki / iman yolu.
Fikir ile dimağ,
İmanın bekçisi iken;
Velhasıl, durum bu merkezdeyken,
Ümitsizlik niye?
Öyleyse,
Yola devam ha bire.