Ötüken Neşriyat’ın Kültür Serisinden 1109, Umûmi numaralandırmaya göre 2039 numaralı yayını olan eser, 13,5 X 21 santim ölçülerinde ve 715 sayfadır. 2024 yılında okuyucuya sunuldu. Müellifi Tamer Kütükçü, ‘Kısa Ön Söz başlıklı yazısında eseri hakkında şu bilgileri veriyor.
Türk edebiyatı kaynaklarına bakıldığında, erken Cumhuriyet dönemi romanını inceleyen hatırı sayılır ölçüde makalenin yanı sıra, kitap oylumunda bazı çalışmaları görmek olasıdır. Dolayısıyla, bu konuda ciddî bir inceleme eksikliğinden söz etmek çok da doğru olmayacaktır. Bununla beraber, kanımca, işbu çalışmanın yine de özellikle iki nokta üzerinde yoğunlaşan bir ‘boşluğu doldurma’ işlevinden bahis açmak mümkündür.
Bunlardan ilki, Hayatın Dinamiklerinden Yazınsal Metne: Tanzimat Romanı adlı çalışmamın da nirengi noktasını oluşturduğu veçhile, ‘anlatıların yapısal özellikleri’ ile ‘kendi iç anlatı dinamikleri’ üzerinden romanların ‘anlamlarını’ açığa çıkarmak esasına dayanan incelemenin bir örneğini de erken Cumhuriyet dönemi romanı adına vermektir. Özellikle son yıllarda ağırlık kazanan bir eğilimle romanların çeşitli kuram, kavram ya da bakış noktaları üzerinden yorumlanması pratiğinin baskın bir görünümünden söz etmek mümkündür. Bunun, hiç şüphesiz, anlatılara başka açılardan yaklaşmak, metinlere anlatının özünde yer almayan başkaca ‘anlamların’ da izâfesini mümkün kılmak, böylelikle anlatıda temsil edilen yaşamın daha derin bir örneğine ulaşmak gibi bir kazanımını teslim etmek gerekir elbette. Bununla beraber, romanların ‘kurgu’, ‘anlatım özellikleri’, ‘temsil tercihleri’ üzerinden -önceden saptanmış bir kuram ya da okursal bakış açısı (ön tez) olmaksızın da- kendi ‘anlamlarını’ gayet zengin bir biçimde üretebildiklerini göz ardı etmemek gerekir ki, bu husus, son dönem incelemelerinde sanki biraz geriye itilir durumdadır. Bu itibarla, çalışmamız aslında metindeki anlatı (m) sal dinamikleri izleyerek anlatının hayatı ve dönemi temsili noktasında -hiçbir ön kuram ya da kavrama yaslanmaksızın- kendi kendisini ‘okutturduğu’ yolun haritasını çıkarmaya ve bu harita üzerindeki ‘anlamları’ keşfe yönelik bir çabayı da sırtlanmaktadır.
İkinci olaraksa, çalışma erken Cumhuriyet dönemi romanına çok kavi bir biçimde eklemlenen bir görüşe itirazı içermektedir. Erken Cumhuriyet dönemi romanları dönemin egemen siyasal ideolojisinin, kanonik dünya görüşlerinin bir yansıma alanı mıdır, dolayısıyla bir bakıma ‘ulusal alegori’ metinleri midir? Bu tez gerek rejimin yandaşları gerekse özellikle 1970’lerden sonra belirginleşen ulusalcılık karşıtları tarafından büyük ölçüde sahiplenilmiş görünmektedir. Oysa bu çalışmanın giriş bölümünde etraflıca ortaya konulduğu üzere, durum pek de öyle değil gibidir. Zira erken Cumhuriyet dönemi itibariyle, kendinden önceki dönemlerle çok kabaca bir mukayesede dahi farkına varılacağı üzere, tablo çok daha renklidir. Öyle ki romanın konu ve anlam coğrafyası gerek Tanzimat gerek Servet-i Fünun gerekse Milli edebiyat dönemi eserleriyle karşılaştırıldığında bariz bir biçimde çok daha geniştir. Üstelik bu dönemde egemenin genelde sanat, özelde roman üzerindeki ‘telkinleri’ çok daha baskın olduğu halde, bu böyledir. İşte bu çalışmada, erken Cumhuriyet dönemi romanının konu, anlatım ve anlam hususundaki renkliliği ve zenginliğine işâret edilerek ‘ulusal alegori perspektifinin’ eksikliği (hatta sorguya açık ciheti) de gösterilmeye çalışılmıştır.
Bu iki açıdan değerlendirildiğinde, kitabın, çok çalışılmış erken Cumhuriyet dönemi romanı için yine de söyleyeceği yeni şeylerin bulunduğunu ileri sürmek olasıdır.
***
Kitapta ele alınan konular ‘İçindekiler’ başlığı altında veriliyor:
ERKEN CUMHURİYET DÖNEMİNİN SİYASAL VE TOPLUMSAL PANORAMASI İLE DÖNEM ROMANI
Tek Renk Olmaya Çalışan Gökkuşağı
1923 Nüfus Mübadelesi Öncesi ve Sonrasında ‘Gidenlerin Boşalttığı Sayfalar
1925’te Tekke ve Zaviyelerin Kapatılması ile ‘Manevî Alanda Silikleşen Fotoğraflar’
1928 Alfabe Reformu ve ‘Kültürel Koparılışlar’
1928 Sonrası Eğitim Reformları ve ‘Ders Kitaplarında Eksiltmeler’
1927-28 İlk Fitili ve 1930’lar Boyunca Devam Eden Vatandaş Türkçe Konuş Kampanyaları ile ‘Öz-Türkçecilik Arayışlarının Törpüledikleri’
1928 Sonrası Şehirleşme ve ‘Mimarî Alanında Tektipleşmeler’
1930 Sonrası ‘Yeni Kadın’ Modelinin Dışarıda Bıraktıkları
1934, Sanatta Sınırlamalar ve ‘Müzikte Ayıklama Örnekleri’
Oysa Toplum ve Hayat Hâlâ Rengârenk
Aynı ‘Çok-Renkliliğin’ Bir Yansıması Olarak Dönem Romanı
GÖKKUŞAĞINDAN RENKLER: DÖNEM ROMANI İNCELEMELERİ
Anadolu’nun Sağaltıcı Dalları Arasında Kaybolan: Çalıkuşu (1922)
Epikten Liriğe-Milli Mücâdele’ye İnsan ve Hayat Odaklı Bir Değerlendirme: Ateşten Gömlek (1922)
Cumhuriyet Sonrası Süfli Hayatlardan Portreler ya da Yoz Bir Yaşamın İçinde yahut Dışında Olmak: Zaniyeler (1924)
Yerleşik Düzene ve Onun Muktedirlerine Karşı Kurtuluş Savaşının Romanı: Vurun Kahpeye (1926)
İrticanın Şafaksız Karanlığında Uzayan: Yeşil Gece (1928)
Steryotipler ve Serüvenin Alegorisi Üzerinde Türk Ordusu ile Türk Kadınının Romanı: Dikmen Yıldızı (1928)
Hasta Bir Gencin, Aşkın Bile Renklendiremediği Hüznünün Anlatısı Dokuzuncu Hariciye Koğuşu (1930)
Cumhuriyet Yıllarında ‘Kopuş’ Fikrine Karşı ‘Sürerliliğin’ Romanı: Fâtih Harbiye (1931)
Bir Paradoksun Romanı-Aydın Bu Topraklarda Bir ‘Yaban’, Çözüm: ‘Halkı Ehlileştirmek: Yaban (1932)
Yaşamlar ile ‘Anlatılar’ Arasında Gidip Gelişlerin Derinlikli Metni: Bir Tereddüdün Romanı (1933)
Her Odasında Ayrı Bir Yaşam ya da Cumhuriyet Başkentinin ‘Üniter’ Mozaiği: Ayaşlı ve Kiracıları (1934)
Ruhunu Doğu’nun ‘Hayatı Bir Hayalden İbâret Sayan’ Felsefesinden Alan: Sinekli Bakkal (1936)
Yaşamın Ezici Gerçekliklerinden Destanın Sağaltıcı İklimine Geçiş ya da Ütopyanın Avuntusuna Kaçış: Kuyucaklı Yusuf (1937)
Marksizm Penceresinin Sağanlığında İş, Ahlak, İktidar ve Mukadderat: Afrodit Buhurdanında Bir Kadın (1938)
Son sayfalarda Kaynakça ve Dizin var.
DERKENAR:
DİL MESELESİ
Türk Dil Kurumu’nun temelini oluşturan Türk Dili Tetkik Cemiyeti (ki bu isimlendirme yanlıştır. ‘Türk Dilini Tetkik Cemiyeti’ denilmesi gerekirdi) 12 Temmuz 1932 târihinde kuruldu. Atatürk’ün tâlimatı dışına çıkılarak ve yapılanların doğru olduğuna ikna edilerek Türkçenin, yabancı uyruklu kelimelerden arındırılması faaliyeti başladı. Farsça ve Arapça kelimeler Türk dilinden atıldı. İnsanlar düşüncelerini ifâde edemez hâle düştüler. 1934 yılına gelindiğinde işin vahameti anlaşıldı. Dilimizden atılan kelimelerin yerine Türkçe olduğu iddia edilen kelimeler uyduruldu. Bu işe de ‘Güneş Dil Teorisi’ denildi. Teori Dil ve Târih ve Coğrafya Fakültesi’nde ders olarak okutuldu. Atatürk bu dili de beğenmedi. 1936 yılında, 1930 Türkçesine dönülmesini emretti. Ancak, rahatsızdı. Gelişmeleri tâkip edemedi. Ebedî âleme intikalinden sonra, tekrar Güneş Dil Teorisine göre kelime uydurulma işlemi başlatıldı. Günümüzde devam ediliyor. Türkçemizin kolu kanadı kırılıyor. Millî kelimesi milli olarak yazılıyor. Ders kitaplarında, öğretmenlerin ve üniversite hocalarının dilinde kaleminde; alegori, analepsis, analeptik, analoji, analojik, analojik içselleştirme, anlatılaştırılması olanaksız, araçsallık, düşünsel odaklanma, hipoetetik sorunsallar, işlevsellik, izlek, kanonik, kuramsal gönderge, lansman, lokasyon, odaksal istikrarsızlık, okursal, olasısal, oylum, perspektif, proleptik alan, retrospektif, solidarizm, sorunsal, uzlaşmazlılığın örgülenmesi, yazarsal erek kelimeleri ve diğerleri var. Gençlik bu kelimeleri bilmiyor. Bilmediği için dağarcığındaki 40-50 kelime ile meramını ifâde etmeye çalışıyor. Bu sebeple bildiğini ifâde edemiyor.
Kitabın arka kapak yazısından birkaç satır:
Tanzimat Romanı adlı çalışmasının da nirengi noktasını oluşturduğu veçhile, ‘romanların yapısal özellikleri’ ile ‘kendi iç anlatı dinamikleri’ üzerinden metinlerin ‘anlamlarını’ açığa çıkarmak esasına dayanan narratolojik/anlatıbilimsel incelemenin bir örneğini de erken Cumhuriyet dönemi romanı adına vermektir.
Yazar, elbette yukarıdaki satırların ne mânâya geldiğini biliyordur. Öğretim görevlisi olduğu üniversitedeki öğrencileri de biliyorsa ne mutlu onlara… Diğerleri de Google Efendiye sorabilirler. Diyecektir ki: ‘Narratoloji: anlatıbilim / öyküleme bilimi’ demektir. İlk defa 1969’da Todorov tarafından kullanılmış bir terim. Anlatı analizi. Edebî metinlerin analizi için geliştirilen bir edebiyat kuramı. Hedefi herhangi bir metni kendi içinde bütün kabul ederek onu eş zamanlı bir analize tâbi tutmaktır.
Ne hazin tecellidir ki Google Efendi öz Türkçeden Türkçeye tercüme yapamıyor.
Yandı gülüm keten helva…
TAMER KÜTÜKÇÜ: Boğaziçi Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde öğrenim gördü. Edebiyat eğitiminin yanı sıra lise yıllarında Bakırköylü eski ses sanatkârlarından Figen Haceroğlu’ndan repertuar, fakülte yıllarında ise müzikolog-besteci Gönül Paçacı’dan Türk müziği târihi ve Sosyolojisi dersleri aldı. Türk edebiyatı ile musikisi ilgi alanlarının başlıcalarını oluştururken, her iki alanda da kayda değer ölçüde (2022 itibarıyla sayıları 100’ü aşan) neşriyata imza attı, pek çoğu hikâye ve makale alanında olmak kaydıyla on sekiz ayrı ödül aldı. Hâlen Sabancı Üniversitesindeki öğretim görevliliğini ve bunun yanı sıra akademik çalışmalarını sürdürmektedir. Yazarın Ötüken Neşriyat yayınları arasında çıkan diğer kitapları: Radyoculuk Geleneğimiz ve Türk Musikisi [musiki-inceleme] (2012) Geçmiş Zamanların, Mekânların ve Hatırlamaların Rafında: Kadıköy’ün Kitabı [şehir tarihi-hatırat] (2014) İş Dünyası İletişim Rehberi: İş Hayatının Farklı Alanlarında Dili Etkili Kullanma Stratejileri [iletişim-dil] (2015) Hayatın Dinamiklerinden Yazınsal Metne: Tanzimat Romanı (Sosyolojik ve Anlatıbilimsel Bir İnceleme) [edebiyat-inceleme] (2018) Geyikli’nin Sarmaşıkları [hikâye] (2020) Bir Beyoğlu/Pera Hatırası [romansı kent monografisi] (2021) |