Türkiye, Türkiye Olmaktan Çıkarken.

160

90’ların
ve 28 Şubat’ın meşhur sloganıydı “Türkiye
İran Olmayacak!
”; rahmetli Muhsin Başkan da buna mukabil “Türkiye İran olmaz, Cezayir de olamaz. Ama
Suriye olmasına da biz müsaade etmeyeceğiz
” diyerek – herkesin gücün
iktidarından tırstığı (şimdiki gibi) bir demde – postayla nokta koymuştu.

         Aradan geçen 25-30 yılda sadece
kuşaklar ve siyasî aktörler değişmedi; köprünün altından akan suların
mecrası da değişti
. Millî bünyenin
direnç ışığı Yazıcıoğlu
’nun suikastla ortadan kaldırılması da nehrin yeni
bir yatağa aktarılmasının mıntıka temizliğiydi zaten. 

         Kestirmeden vecizlersek; Türkiye
NATO’ya girince NATO da Türkiye’ye girdi
. En çok neremize girdi? Ordumuzdan
siyasetimize, millî eğitimden ecnebî müziğe neremize girmedi ki!..

İyi de Türkiye bu işe niye girdi, ne
gerek vardı? Çünkü II.Dünya Savaşı’na
girmediğimiz
halde bu en büyük
savaşın bütün sıkıntıları tarımdan ticarete bize büsbütün girmişti. Atatürksüzlükten olsa gerek yine
yazı-tura işine, parasal dengelerden rızıklanmaya el/bel bağladık.

Türkiye Cumhuriyeti 38’e kadardı. 46’dan bugüne devam edegelen Türkiye
İdaresi’dir
, esası da idare-i
maslahatçılıktır
. Bu idare işlerine
irade pek sokulmaz
. Zaman zaman iradesinin ideolojik enerjisinden güç
alan adamlarsa dönem dönem çalıştırılan değirmenlerde un edilmiştir
.
Böylece doğal seleksiyon
sağlanmıştır.

75
yıldır Türkiye’de düzen hem iktidar hem de anamuhalefet tanzimiyle deveran
etmiştir
.
14 Mayıs ta tıpkısının aynısı, yani bile bile lâdes. Bir oyun bu; oy
oyunu
. Oyunbozanlar içinse ‘deep
state
’ devrede. Gafiller de zanneder ki o yerli ve millîdir; yok
aksakallardır, yok Hunlardan beri gelen teşkilattır. Yok deve, yes deve..

Arap
Baharı

başladığında Türkiye nüfusu 73 milyondu; aradan 13 sene geçti, olduk 100 milyon. Biz Suriye’ye biraz
girdik
; Suriyeliler bize, içimize bir hayli girdi; çoluk-çocuk
girmeye de devam ediyorlar. Öyle ki Avrupa’ya kaçmaya çalışanlardan sınırda
yakalananları bile Geri Kabul Anlaşması
çerçevesinde kimseye bırakmıyoruz; 6
milyar avro
karşılığında.
İki sene önce yani Amerika Afganistan’ı
Talibân’a devretmeden önce Joe Biden
& Tayyip Erdoğan görüşmesinde
benzer bir pazarlık oldu mu bilmiyoruz lâkin
2 yılda 2 milyon Afgan-Pâki
iyi rakam. Şimdi sırada Hindistan ve Bangladeş
olmalı; sonra da ver elini Sudan, Somali ve Nijerya. İşte sana Afr-Asya!

Yeni Osmanlı eskisi. Osmanlı’nın
son dönemi de böyleydi; saçma ötesi
ve full netameli. 1908 Meclis-i Mebusân’ındaki 288
milletvekilinden 147’si Türk, 60’ı Arap, 81’i de diğer unsurlardan idi. Şükür ki
gene o imparatorluk günlerine dönüyoruz(!). ‘Tek Millet’ eğer Türklerse 10
yıl sonra muhtemelen nüfusun yarısını oluşturacaklar
. Tıpkı İran gibi..
Yani Türkiye hızla İran oluyor. 28
Şubatçılar da, Muhsin Yazıcıoğlu da yanıldı. Türkiye İran olduktan sonra
korkarım Suriye de olacak ve buna da milletçe çift taraflı izin hatta gaz veriyoruz;
seçim atmosferindeki nabza bakar mısınız?! ‘Niye’ der miyiz? Demeyiz, bizde
neden ve niçin soruları tukakadır
. Hem biz tarihçilerin oluşturduğu Temel Teoremi var; yanlış anlamayın,
Karadenizli Temel. Yerde muz kabuğunu görünce ne demiş: “Eyvah, gene düşecoğum!

Galiba düşüyoruz. Galiba 110-120 yıl öncesine dönüyoruz. Galiba birbirimize
düşmanlık etmekten başka düşmana ihtiyaç duymayacağız
. Ne diyor
Müslümcülere karşı Ferdifon Group: Dürtülerin
tiryakisi, menfaatin delisiyim
/ Beklentime
engel olma; hırslarımın hastasıyım

Bak sen, gene mi ‘hasta adam’ olduk?! Devlet hasta olunca ya tedavi kürü uygularsın
yada yıkıp yeniden yapılandırırsın. Peki, toplum
hasta olunca nasıl bir tedavi
mümkün? Bizi tedavi edecekler de hastaysa
hele..? Hastayı hasta olduğuna kim ikna edecek?

Mustafa Kemal ve İttihatçı
ekip
zor toplamıştı dağılan dengemizi ve zihnimizi. Milletçe millet olmaktan çıkma kapısındayız, dikkat. Aman dikkat;
muz kabuğu!!