Başarılı
hikâyeci yazar Şerif Aydemir’in ‘Ruhuma
Saplanan Şehir’ isimli hikâye kitabının ilk baskısı 2005, ikinci baskısı
2007 yılında Ağın Haber Yayınları etiketiyle; (şimdilik) son baskısı ise 2022
yılında Akıl Fikir Yayınları etiketiyle okuyucuya sunuldu.
Dünyâ
edebiyatında hikâye, en eski edebiyat türlerinden biri olmasına rağmen hazin
bir tecellidir ki; hikâyeciliğimiz edebiyat dünyamızın üvey evlâdı olarak
kalmış, gelişememiştir. Bu durum muhtemelen hikâyenin bağımsız bir edebî tür
olarak kabul edilemeyişinden ve ‘öykü’,
‘anlatı’ ve de, ‘dinleti’ gibi gayrimeşru kardeşlerinin peydahlanmış olmasından
kaynaklanıyordur. Hâlbuki hikâye türü
edebî metinler: destanlarımızın, masallarımızın ve hattâ romanlarımızın
ana-baba bir kardeşidir. Husûsen de sözlü edebiyatımızın temel taşı, tâbir
yerinde ise büyük kardeşidir. O metinler
ki, bâzıları yüce kitabımız Kur’ân-ı Kerim’de yer almıştır.
Onların Arap
edebiyatının ürünü olduğunu kabul etsek bile, ‘Dede Korkut Hikâyeleri’ni hatırladığımızda; göğsümüzü gere gere; ‘Kim var imiş biz hikâye yazıcılığında yoğ
iken’ diye seslenebiliriz. Dahası var: Menşei Araplara ait olsa bile birbirini
seven; ama bir türlü kavuşamayan, kara sevdalı iki gencin çileli aşklarını konu
edinen, Leylâ ile Mecnun 10. yüzyılın
sonlarında İran’a geçmiş ve ilk defa Azerbaycan Türklerinden Genceli Nizâmî
(?-1209) tarafında yazılmıştır. İranlılar
gırtlakları yırtılırcasına bağırsınlar, kendi bağırtılarından öz kulakları
sağır olsa bile Nizâmî Türk’tür. Fransız edebiyat araştırmacılarına Hazar
Denizi kıyısında veya Bender Abbas Körfezi’nde yalılar bağışlayarak Fars
kökenli olduğunu ispat ettirmeye çalışsalar bile Genceli Nizâmî Türkoğlu Türk’tür.
Türk edebiyatında otuzdan fazla şâir tarafından işlenen ve çok sevilen bu aşk için
yazılan en meşhur mesnevi, 1533 yılında Türk’ün medâr-ı iftiharı olan Fuzûlî
(1494-1556) tarafından kaleme alınmıştır.
1937 yılında
yayınlanan bir başka Aşk hikâyesi ise ‘Ali
ile Nino’dur Yazarı bir iddiaya göre Azerbaycan Türklerinden Kurban Said’dir.
Bir başka iddiaya göre ise aynı bölgeden Yusuf Vezir Çemenzeminli… Çemenzeminli
olması daha uygun bir ihtimaldir. Çünkü o da Ali gibi büyükelçilik yapmıştır ve
muhtemelen kendi hayatını hikâyeleştirmiştir.
Konumuz olan Şerif Aydemir’in eserine dönersek
efendim… Zengin temalı hikâyelerinde edebî sanatların pek çoğunu cömertçe
kullanmıştır. Birkaçını şöylece sıralamak mümkündür:
Alay: Dalga
geçmek, hafife almak. Cinas: yazılışları ve okunuşları aynı, mânâları farklı
kelimelerin her iki nânâsını kapsayacak şekilde kullanmak. Hüsn-i tâlil: Güzel
sebepler bulmak. İstiâre: Bir kelimeyi, kendi mânâsı dışında kullanmak. Kinâye:
Bir kelimeyi, hem gerçek hem de mecâzî mânâsını düşündürecek şekilde kullanmak.
Lugaz: Farklı mânâlarda yorumlanabilecek cümle. Mizah: Komik, güldürecek, hiç
değilse tebessüm ettirecek cümle. Mübalağa: Abartılı, küçük bir oluşumu,
büyüterek anlatma. Târiz. Bir kelimenin hakîki ve mecâzî mânâsı dışında
büsbütün farklı alaycı, biraz da aşağılayıcı mânâda kullanılması, Gücendiğini
belirtmek maksadıyla kullanılan dokunaklı söz. Telmih: Muhatabın hatâsını
dolaylı yoldan hatırlatma. Teşbih: Benzetme. Tezat: zıt, zıtlık.
Sayın
Aydemir’in hikâyelerindeki kahramanları, çevrenizdeki insanlarla
özdeşleştirebilirsiniz. Hattâ bâzı okuyucular, ‘yazar beni nereden biliyor ki, özelliklerimden pek çoğunu,
hikâyesindeki kahramanlara mal etmiş?’ diyebilir.
Eserde ocaktan
yeni inmiş, fincana aktarılmamış cezvedeki kahve gibi dumanı üstünde deyişler
var: ‘Şans, cesurlar beygirine biner’,
‘Pekmezin olsun, sineği Bağdat’tan gelir’,
‘Zenginin iti, fakirin evlâdından daha
fazla itibar görür’,
‘İş Arıyorum’ başlıklı hikâyede ibretlik
bin bir ders var. (s: 23-41)
Kitaba adını
veren ‘Ruhuma Saplanan Şehir’
başlıklı hikâyeden, arka kapağa alınan bölüm:
Arada bir fırsat
buldukça, başucumdaki kirli camdan görünen boz ve kel yamaçlara bakışlarımı
kilitlediğim oluyor. Ancak o vakitler çevremdeki basınçtan kurtulabiliyor, tek
tük görünen bodur ardıçların ve meşe dallarının güneşle yaptıkları gölge
oyunlarına kendimi kaptırıyorum. Bedenimdeki acı bir miktar diniyor, ruhumu
sıkan paslı cendere gevşiyor ve ben unutuyorum, unutuluyorum sanki… İşte
şakağıma aruz üfleyen perilerle o anlarda tanıştım. Gökkuşağımdan damlayan
renklerin şiirimsi keçelerle helezonlandığını o demde gördüm. Ruhumun gergefinde
nazım ipleri o zaman ahenk ördü, ritim dokudu. Kuş ödü kadar idrakime çivi
çakıldı da boğuk boğuk hıçkırdım. Yıllar sonra vehimlerden sıyrılıp mısra mısra
berraklaşan ve hasreti arayan şiirimin ilk nüvesi o gün tomurcuğa durdu.
Ruhumdan
akar bin renkli boncuk,
İçinden mâviyi seçer gibisin
Ben sulu gözlerinde boğulan çocuk,
Sen deryâları geçer gibisin.
Hikâyelerinde
anlattığı çok çeşitli olayları bizzat yaşamış olamaz. Fakat hikâye kahramanının
acılarını ve sevinçlerini çok üstün bir başarıyla okuyucunun muhayyilesine
yerleştirmekle kalmıyor, gözleri önüne seriyor. Okuyucu, hikâyenin kahramanı
ile birlikte sevinç kanatlarını takıyor veya üzüntü deryalarının derinliklerine
paletsiz tüpsüz dalıyor.
Duygularına
hâkim olamayan okuyucular: ‘Ruhuma
Saplanan Şehir’ ve ‘Köye Dönüş’
başlıklı hikâyeleri okumaya başlamadan önce müsekkin ilacınızı ve birkaç tabaka
kâğıt mendili elinizin altında bulundurunuz.
Şerif Aydemir; tevazuunu bir kenara
bırakabilip Fuzûlî’nin;
Mende Mecnûn’dan füzûn âşıklık isti’dâdı var
Âşık-ı sâdık menem Mecnûn’un ancak adı var
Beytine nazire
olarak; ‘Ömer Seyfettin’den aşağıda kalan
yanım mı var?’ diye sorsa yeridir.
…ve üşüten
donduran, ölüm habercisi meteorolojik manzarayı anlatan satırların tamamını
gücünüz yetiyorsa okuyabilirsiniz… Güher kızı hiç unutamayacaksınız. (s: 62)
Kitaptaki
hikâyeler, sâdece hoşça vakit geçirmek için değil… Gülle gibi, iri kaya
blokları gibi mesajlar da veriyor: ‘Kalplerdeki
kirliliği yok etmeden, çevredeki kirliliği yok edemezsiniz.’
‘İş Arıyorum’ başlıklı hikâyede, Aziz
Nesin ustalığı seziliyor. Aynı zamanda o tür hikâyeler ve hikâyeciler için
mükemmel bir ders var: Millî ve mânevî değerlerimizle alay etmeden, hattâ saygılı
davranılarak da mizah yapılabileceği ispat ediliyor. (s: 23-41)
***
Bir nefeste
sayılabilecek yüzlerce romancımız varken, sıra hikâyecilerimize gelince,
dura-dinlene sayılabilecek hikâyeciler 25’i zor bulur:
Aziz Nesin,
Memduh Şevket Esendal, Mustafa Kutlu, Müftüoğlu Ahmet Hikmet, Ömer Seyfettin, Peyâmi
Safa, Rifat Ilgaz, Sait Fâik Abasıyanık, Selim İleri, Şerif Aydemir, Tâhir
Kutsi Makal. (Fazlası elbette vardır. Hatırlayamayan bu satırların yazarı
bağışlana…)
Yine bu vesile
ile sorulmalı: Roman ve şiir incelemeleri ile alâkalı pek çok kitap
yayınlanmışken, hikâye incelemeleri hakkında üç kitap ismi verebilen var mıdır?
Ve son:
Geleceğin önde gelen edebiyat türü hikâyeciliğimiz olabilir. Bunun için neler
yapılabileceği hakkında edebiyat araştırmacıları akıl yürütebilirler.
Televizyon kanalları, dizi filmler için yerli hikâye yazarlarını tercih
edebilir mi? Kültür Bakanlığımız bu tür çalışmaları bir şekilde teşvik edebilir
mi?
Şerif Aydemir hikâyelerinde; millî,
mânevî ve insânî değerlerimizi ana konu olarak işlemesi, gençliği iyiye,
doğruya ve güzele yönlendirmesi sebebiyle her türlü desteği hak ediyor.
AKIL FİKİR YAYINLARI
Alemdar Mahallesi, Alayköşkü
Caddesi, Küçük Sokak Nu: 6/3 Cağaloğlu, Fatih, İstanbul
Telefon: 0.212-514 77 77
e-posta: bilgi@akilfikiryayinlari.com www.akilfikiryayinlari.com
ŞERİF AYDEMİR 1950 yılında 40 yıl 1 ay ‘Rûhuma Saplanan Şehir’, ‘Yazık Olmuş Yârsız Ömrü Geçene’ adlı Türkiye Yazarlar |