Türkiye’nin kaderi için çok önemli bir
seçimin arifesindeyiz.
Hala hepimizin kafasındaki en önemli soru,
demokrasimiz açısından en temel sorun olan “seçim güvenliği.”
Muhalefet sandıklara sahip çıkabilecek mi? Sandık ve seçim kurullarının içine
yerleştirilmiş görevlilerin oyların sayımında, sayım tutanaklarının
tutulmasında ve sonuçların dijital ortama geçirilmesinde (bilgisayara
yüklenmesi aşamasında) hile yapmasına engel olabilecek mi?
Hadi muhalefet bu aşamada başarılı oldu. Ya
oy çuvalları taşınırken veya YSK’nın seçim programına müdahale ile
sonuçlar değiştirilebilecek mi? “AA ile koordinasyonlu ve sistematik şekilde
manipule edilerek oy kaydırma işlemi” yapılabilecek mi?
Bunlar demokratik bir ülkede konuşulacak
konular mı?
Bu konuları tartışanları duydukça
utanıyorum. Biz demokrasisi eksik de olsa doğru, dürüst ve güvenilir seçim
yapan ülkelerden biri idik. Ne oldu da bu güveni kaybettik?
Seçimin güvenli bir şekilde yapılması ve sandıktan çıkan oylara göre milli
iradenin tam olarak tecelli etmesi öncelikle devletin ve iktidar partisinin
görevi değil mi?
Niye bunlardan bir ses çıkıp da “merak
etmeyin ey halkım! Siz kimi tercih ettiyseniz O kazanacak” demiyor.
Niye devleti yönetenler, on yıllardır
başarılı bir şekilde en kıdemli hâkimin seçim kurulu başkanı olması kuralını
değiştirdi?
Anadolu Ajansı’nın YSK’dan veri almadığını öğrendik. Ama
kimden aldığı açıklanmadı. Neden bu ajansın haberleri ile seçimin manipüle
edildiği kanaati yerleşti?
****************************
Adalet İstemeyen “Dinidarlar”
Niye iktidar kanadı her seçim öncesi Seçim
Kanunu’nu değiştirip tam bir mühendislik çalışmasıyla kendi partilerini avantajlı
kılacak değişiklikler yapıyor?
İktidara oy veren seçmenler, seçim
kampanyasında devletin her türlü imkânını, parti yararı için kullanan liderlerinden
adil olmasını istemezler? Neden milletvekili adayı olduğu halde devlet imkânlarıyla
seçim kampanyası yürüten Bakanlardan istifa etmelerini, rakipleriyle eşit şartlarda
yarışmasını talep etmezler?
Müslüman ve mütedeyyin seçmenler hemen her seçimde “hiçbir şey
olmadıysa bile mutlaka bir şeyler olduğunu” çok iyi bilirler. Trafolara
giren kedilerin, saat 20’de Anadolu Ajansı bilgi akışının kesilmesinin ve
aynı anda CHP ve diğer partilerin YSK Seçim Programına bağlantısında kesinti yaşanmasının
anlamını da bilirler. Ama “Atı alanın Üsküdar’ı geçmesinden” sadece mutlu
olurlar?
Çünkü AKP’nin fetvacıbaşı olan Hayrettin
Karaman’ın “İktidara zarar verecekse haksızlık ve yanlışlardan
şikayetle doğruları söylemek caiz değildir” anlayışını benimserler.
****************************
Kul Hakkı ve Halka Yalan Söylemek
Kul Hakkı’nın İslam dininin en temel kavramlarından
biri olduğunu bilen mütedeyyin insanlar milletin varlığını “yandaşlara”
peşkeş çekildiğini gördüğünde neden tepki göstermez?
Sınav sorularını çalanlara, devlet kademelerine sözde mülakatlarla
liyakatli olanlar yerine partilileri alanlara neden destek verirler?
Neden mütedeyyin insanlarımız kanun ve
kurallara aykırı binalar yaparlar? Neden
imar aflarını çıkaranı alkışlarlar? Bu alkışladıkları kişiyi, imar aflarının
depremin felakete dönüşmesindeki etkisini gördükten, on binlerce insanımızın
ölümüne ve milyarlarca liralık milli servetin yok olmasına sebep olduktan sonra
“artık imar affı yok” demesini de alkışlarlar?
2010 yılında ve sonraki seçimlerde “yerli
uçak göklerde”, “yerli traktör tarlalarda” gibi sloganlarla dolu afişleri
bilenler benzeri yeni sloganları neden sorgulamazlar?
İktidar İzmir’de 2020’de yaşanan deprem
sonrası başlanan 5 bin konut vaadini de yerine getirememiş, iki yılın
sonunda ancak 2 bin 245 konut teslim edebilmiş. Halkımız bu iktidarın, bir
yılda 700 bin konut yapacağına nasıl inanır? “Finans bulunabilir mi? Dövizimiz
var mı? 700 bin konut için 750 bin usta işçi demir, çimento vd malzemeler var
mı” diye sormazlar?
TÜİK’in verdiği gerçeği yansıtmayan enflasyon rakamlarına
göre maaşlara zam yapıyorlar. İşgücünün Milli gelirden aldıkları payı 5
senede %45’den %25’e düşürdüler. Bu payı da sermaye sahiplerine
aktardılar. Dar gelirli kesim kendi tencerelerinden çalınan aşının, çocuğunun
eğitim hakkının elinden alınmasına neden tepki göstermez?
“Dünya lideri” diye övdükleri zatın diğer
aday veya liderlerle birlikte TV’de birlikte tartışma yapmaktan kaçınmasını neden
sorgulamazlar?
On sene önce 2023 için konulan ekonomik
hedeflerin yarısına bile ulaşılamamış. “Hedefimiz 2023 yılında 2 Trilyon
dolar milli gelire ulaşmak” dediler. 2023 yılında Türkiye’nin yaklaşık 942
milyar dolarlık bir GSYH’ye ulaşması bekleniyor.
“2023 hedefi olarak dünyanın ilk 10 büyük
ekonomisinden biri olmayı”
vaat ettiler. Türkiye 17. Sıradan 21. Sıraya düştü. Şimdi hala “ilk
on ekonomi olmamıza az kaldı” diyebiliyorlar.
Sahi “dinin en büyük günah saydığı eylemlerden
biri yalan söylemek” değil miydi? Mütedeyyin insanlar alnı secdeli
yöneticilere “halka yalan söylemenin günah olduğunu” neden
hatırlatmazlar?
****************************
Ahlaksız Din Algısı
Şair, yazar ve müzisyen Leonard Cohen’in
şiirinde söylediği gibiyiz.
“Herkes biliyor, geminin su aldığını /
Herkes biliyor, kaptanın yalan söylediğini…
Herkes biliyor, başının belada olduğunu… /
Herkes biliyor, neler yaşadığını…”
“Herkes biliyor, zarların hileli olduğunu
/ Herkes biliyor, dövüşün hileli olduğunu…
Aydını, yazarı, gazetecisi, siyasetçisi,
işçisi, işvereni, köylüsü, şehirlisi herkes biliyor.
Fakat çok azı bildiği gerçeği
konuşabiliyor, yazabiliyor. Çünkü herkes haklıdan ve mazlumdan yana değil,
güçlüden yana olmayı seçiyor.
Çünkü dinin gayesinin “güzel ahlak”
olduğunu bilmiyorlar veya işlerine gelmiyor. Ahlaksız bir dindarlık
olmayacağını ancak ahlaksız bir “dinidarlık” olabileceğini bilmiyorlar.
Çünkü çok azı dışında, inandıkları gibi
yaşamıyorlar. Bu yüzden yaşadıkları gibi inanmayı tercih ediyorlar.