Konudan Konuya (30)

110

     Evin pencereleri
vardır. Fakat pencere dışarıyı görmez. Ancak pencereden bakan dışarıyı görür.
İnsan bedeni de, bina gibidir. Onun da pencereleri sayılan gözleri vardır.
Pencere değil, ondan bakan gördüğü gibi, insanın da gözleri görmez! Dışarıyı,
gözlerden bakan ruh görür.

     Çünkü, göz bir
hâsse, his ve duyu âletidir ki, ruh bu âlemi o pencere ile seyreder. Pencere
kapalı olduğu zaman, içeridekiler dışarıyı göremedikleri gibi, şu veya bu
sebeple gözü kapanan da, dışarıyı göremez. Yoksa ruh kör olmaz. Sadece bakacağı
vücud penceresi hükmünde olan göz; hastalandığı veya kapandığı zaman; bedendeki
ruh, dış âlemi göremez.

     Çünkü bedenin
penceresi sayılan göz; pencerelik yapamaz vaziyettedir. Evet ruh için körlük
diye bir şey söz konusu değildir. Nitekim, gözümüz kapalı uyurken; uykuda gören
kim?

     Pencere görevini
yapmak için, vücudun herhangi bir yerinden; pencere sayılacak bir gedik
açıldığı zaman, ruh o aradan dışarıyı seyredebilir.

     Zira delik değil,
delikten bakan ruh görmektedir. Delik pencere hükmündedir. Evet, yine anlıyoruz
ki, pencere değil pencereden bakan gördüğü gibi, açılan gedik değil, ancak o
gedikten bakan ruh, dışarıyı görebilmektedir. Nitekim Yüce Allah; kimi körlerin
diğer uzuvlarında; pencere hükmünde gedikler açarak, o kimselerin görmesini bu
şekilde sağlamaktadır. Hz. Muhammed’in arkasıyla bile görebilmesi; bizlerin bu
hususu anlamamızı kolaylaştırmaktadır.

x

     Allah mekândan
münezzehtir. Allah ve kâinat için “Heme ost. / Herşey O’dur.” Hâşâ “Her şey
Allah’tır!” değil. “Heme ez ost. / Herşey O’ndandır. Yani herşey Allah’tandır.
Herşey O’nun yaratması ile vardır.” demelidir. Her fiilin / yapılanın bir fâili
/ yapanı vardır. Fakat yapan yapılanın içinde değildir. Her eserin bir ustası
vardır. Usta eserin içinde değildir. Eserle usta birdir, içiçedir demek de
doğru değildir. Her kitabın bir kâtibi ve yazanı vardır. Ama kitap ile kâtip,
bir ve aynı değildir. Kâtip / yazan yazdıklarının içinde değildir. Tıpkı
binanın mimarı, yaptığı binanın yapı taşları arasında ve onların içinde
olmadığı gibi. Velhasıl insan yaptığının içinde değildir. Üstelik yaptığı da,
insana benzemez. Allah da yarattığına benzemez. Yarattığı O’ndandır ama O
değildir. Velhasıl, yapılan ve yaratılan; yapana ve yaratana benzemez.
Binaları; yapı taşlarını kullanarak insan yapar. Kâinatı ve içindekileri de,
onların yapı taşları olan zerre ve atomları; sebep kılıp kullanarak yaratan
Allah’tır. İnsanın ve Allah’ın kullandığı yapı taşları; kullanan değil
kullanılan malzemelerdir. Kaldı ki, yapı taşlarını yaratan da Allah’tır. Ne
insanın yaptıkları, ne de Allah’ın yarattıkları; ne insana ne de Allah’a
benzer. Yani benzemez.

x

     Kimileri, mânâ ve anlamını
bilmeden Kur’an okuyanları eleştiriyor! Boşuna okuduklarını söylüyor! Şüphesiz
mânâsı bilinerek okunsa, çok daha iyi ve takdire şayan bir husus. Fakat
“Anlamını bilmiyorum!” diyerek okumamak da, doğru değil.

     Bir şey tamamen
elde edilmiyor diye, ondan tamamen vazgeçmek yanlıştır. Bütünü elde edemiyorum
düşüncesiyle, edebileceğin kadarından el etek çekmek, asla doğru değildir.

     İlacı; terkibini
bilmeden kullanmak; ilacı kullanmaya engel teşkil etmediği gibi, ilacın
iyileştirme keyfiyetini de gidermez.

     Müzik dinlemek ve
müzikten hoşlanmak için, ille de müzisyen ve bestekâr olmak şart değil.

     Maçı seyretmek
için, ille de futbol oynamayı bilmek gerekmez.

     Roman yazmayanın,
roman okumaya hakkı yoktur denebilir mi?

     Şiir okumak ve
bundan haz almak için, şair olmak mı lâzım?

     Zikir çeken
birinin, telaffuz ettiği kelimelerin mânâsını bilerek zikretmesi; elbette
istenen bir husus. Fakat bilmese de zikir çekebilir. Çünkü gafletle yapılan
zikirler bile, feyiz vermekten uzak değil.

     Çünkü insanda pek
çok latîf, hassas, his ve duygular var. Hepsi uyanık olmasa da, içlerinden
birinin işlevini yapması; insanın meşguliyetinden zevk almasını sağlamak için
yeter.

     Resmi seyretmek ve
güzel bulmak için, ille de ressam olmak gerekmez.   

Önceki İçerikAdaylar Televizyonda Tartışsın
Sonraki İçerikHÜDA PAR ile İş Birliğinden AKP ne Kazanacak?
Avatar photo
1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1955'de Ordu ili, Mesudiye kazasının Çardaklı köyü ilkokulunu bitirdi. 1965'de Bakırköy Lisesi, 1972'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden mezun oldu. 1974-75 Burdur'da Topçu Asteğmeni olarak vatani vazifesini yaptı. 22 Eylül 1975'de Diyarbakır'ın Ergani ilçesindeki Dicle Öğretmen Lisesi Tarih öğretmenliğine tayin olundu. 15 Mart 1977, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Osmanlıca Okutmanlığına başladı. 23 Ekim 1989 tarihinden beri, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Yakınçağ Anabilim Dalı'nda Öğretim Görevlisi olarak bulundu. 1999'da emekli oldu. Üniversite talebeliğinden itibaren; "Bugün", "Babıalide Sabah", "Tercüman", "Zaman", "Türkiye", "Ortadoğu", "Yeni Asya", "İkinisan", "Ordu Mesudiye" ve "Ayrıntılı Haber" gazetelerinde ve "Türkçesi", "Yeni İstiklal", "İslami Edebiyat", "Zafer", "Sızıntı", "Erciyes", "Milli Kültür", "İlkadım" ve "Sur" adlı dergilerde yazıları çıktı. Halen de yazmaya devam etmektedir. Ahmed Cevdet Paşa'nın Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefası'nı sadeleştirmiş ve 1981'de basılmıştır. Metin Muhsin müstear ismiyle, gençler için yazdığı "Irmakların Dili" adlı eseri 1984'te yayınlanmıştır. Ayrıca Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nce hazırlattırılan "Van Kütüğü" için, "Van Kronolojisini" hazırlamıştır. 1993'te; Doğu ile ilgili olarak yazıp neşrettiği makaleleri "Doğu Gerçeği" adlı kitabda bir araya getirilerek yayınlandı. Bu arada, bazı eserleri baskıya hazırlamıştır. Bir kısmı yayınlanmış "hikaye" dalında kaleme aldığı edebi yazıları da vardır. 2009 yılında GESİAD tarafından "Gebze'de Yılın İletişimcisi " ödülü kendisine verilmiştir.