Moğol hükümdarı
Hülagü ile genç âlim Kadıhan arasında geçtiği nakledilen ibretli hikâye …
şöyle ki:
Bağdat ve civarında
yaptığı o tarifsiz zulümleri sonunda Hülagü, bölgenin en büyük âlimi ile
görüşmek ister.
Bu zalimin
karşısına kimse çıkamaz, nihayet Kadıhan kabul eder ve gider.
Giderken yanına
deve, keçi ve horoz alır.
Genci gözüyle
süzen hükümdar:
“Görüşmek için seni
mi buldular?” der. Genç âlim:
“Görüşmek için iri
yarı, boylu boslu birini istiyorsan, bir deve getirdim. Sakallı yaşlı birisi
ile görüşmek istiyorsan, bir keçi getirdim. Eğer gür sesli birisiyle görüşmek
istiyorsan horoz getirdim. Üçünü de çadırın önüne bıraktım. Onlarla
görüşebilirsin.” deyince, hükümdar oturmasını işaret eder. Görüşme şöyle devam
eder:
“Söyle bakalım,
beni buraya getiren sebep nedir?”
Kadıhan’ın cevabı
ibretliktir:
“Seni buraya bizim
amellerimiz getirdi. Allah’ın bize verdiği nimetlerin kıymetini bilemedik. Esas
gayemizi unutup makam, mevki, mal mülk peşine düştük. Zevk ve sefaya daldık.
Cenab-ı Hak da bize verdiği nimetleri almak üzere seni gönderdi” der.
“Peki beni buradan
kim gönderebilir?”
Cevap çok manidar
(mânâlı)dır:
“O da bize bağlı.
Benliğimize dönüp ne kadar kısa zamanda toparlanıp, bize verilen nimetin
kıymetini bilir, zevk ve sefadan, israftan, zulümden, birbirimizle uğraşmaktan
vazgeçersek işte o zaman sen buralarda duramazsın.”
(Kader Risalesi’nin
Mütalâası, Mehmet Çetin, s. 56)
x
Vaktiyle şeyhini
çok seven ve ona sadakatle hizmet eden bir mürid vardı. Bu mürid, safvet-i
kalbi (temiz kalbi) ve sadakati sayesinde öyle terakkî etmiş (mânen
ilerlemiş)ti ki, keşfi açılmış ve Kader Levhaları’ndan birini görmeye
başlamıştı.
Ne var ki, bu
levhada gördüğü bir yazı onu hayal kırıklığına uğratmıştı. Çünkü kaderde,
şeyhinin isminin karşısında “Şakî” (Cehennemlik) olduğu yazılıydı.
Bu yazgıyı
keşfeden mürid, ne yapacağını şaşırmıştı. Şaşkınlığını ve üzüntüsünü belli
etmemeye çalışsa da şeyhi ondaki huzursuzluğu fark etmekte gecikmedi ve sordu:
“Evladım! Görüyorum
ki, sıkıntı içindesin. Nedir derdin?”
Müridi konuyu önce
geçiştirmek istediyse de, şeyhin ısrarı karşısında fazla direnemedi. Keşfini
ifşa etti (açıkladı).
Şeyh bunu duyunca
mahzûnâne (hüzünlü ve üzüntülü bir şekilde) dedi ki:
“Evlat! Ben o yazıyı
40 senedir görmekteyim. Fakat Onun kapısından başka hangi kapıya gideyim! Ondan
başka Rab yok ki, dergâhına iltica edeyim! Ben Rabbimden ümidimi kesmedim. Onun
mülkü değil miyim? Cehenneme lâyık görürse ne yapabilirim!”
Şeyhin bu hüzünlü
sözleri bitmişti ki, bu kader levhası o anda yine göründü.
Şeyhin ismi
önündeki “Şakî (Günahkâr ve Cehennemlik)dir” hükmü silinmiş, yerine “Said
(Cennetlik)tir” yazılmıştı.
O halde biz de
(Mecmuatü’l-Ahzab, I / 597’de geçen) şu meşhur dua ile yalvaralım:
“Allah’ım! Bizi
şakîler (günah işleyenler zümresin)den yazdıysan onu sil!
Saidler (Allah’ın
rızasına ermişler)den yazdıysan onu sabit (ve devamlı) kıl!”
(Gaybî Kavramlar,
Abdurrahman Aydın, s. 170)