Din Sosyolojisi Profesörü YÜMNİ SEZEN ile Deprem Ve Kader Hakkında Konuştuk.

129

Oğuz Çetinoğlu: İlmî olarak depremi nasıl
tanımlayabiliriz?

Prof. Dr. Yümni
Sezen:
Herkes biliyor ki deprem bir tabiat olayıdır. Dünyânın dönüşü, güneşle
ilgili durum, gece-gündüz oluşu, yağmur yağışı gibi, bu cinsten olaylar
serisinden olan bir olaydır. Yer kabuğunun yerleşmesinin devam etmesi,
yerküresi içinde biriken enerjinin boşalması, fay hatlarının ve kırıklarının
hareketi, yer değiştirmesi ve benzeri tabiat olayları ile ilgili bir tabiat
olayı olan depremin ne ve nasıl olduğuna âit ayrıntılar, bilim adamlarını ve
uzmanları ilgilendirir.

Depremin ve diğerlerinin bir tabiat olayı olması, onların Allah’ın
yapmadığı anlamına gelmez. Bütün âlemleri O yaratmıştır, Mülk Sâhibi O’dur.
Tabiat kanunları dediklerimiz O’nun koyduğu kanunlardır, O’nun âdetidir. Var
olanın, görünen ve bilinenin ötesinde, işin bu bağlamına inanan inanır,
inanmayan inanmaz. Allah, inanmamızı istemiş, fakat zorlamamış, bizi hür ve
serbest bırakmıştır. Bu konu ayrı bir konudur. Depremle ilgili herkesin kabul
ettiği sonuç, onun vuku bulmasıdır. Depremler olmuştur, olmaktadır, olacaktır.
(Son kelime, tedbirli olmamız gerektiğini hatırlatmak içindir.)

Çetinoğlu: Normal, olağan bir tabiat olayı
olan depreme, diğer tabiat olaylarından ayırarak neden âfet diyoruz?

Prof. Sezen: İnsan ve diğer
canlılarla ilişkisi, bunların çevreleri, insanların eserleri zarar görebildiği
için ‘âfet’ diyoruz. Tıpkı yağmurun
fazla yağmasıyla sel oluşması, yangın (insan eliyle olan değil, şimşek sonucu
ormanda meydana gelen yangın) gibi deprem de bu alan içinde âfettir. İnsanla
ilişki alanı içinde, elimizde olan hususlar, öncesinde, oluş anında ve
sonrasında alabileceğimiz tedbirler vardır. Bütün tabiat olayları karşısında
durumumuz aynıdır. Isı ve ışık kaynağımız olan güneş karşısında korunmaksızın
7-8 saat kalırsak, hastalanıp öleceğimiz muhakkaktır. Halkımızın rahmet dediği
yağmur, fazla yağdığında, tedbir almazsak, zarar göreceğimiz kesindir. Oysa
tabiat ve oradaki olaylar, insanın faydalanmasına hazır haldedirler. Depremin
de nimetleri vardır. Sıcak sular ve kaplıcalar, verimli toprak üretimi gibi.

Çetinoğlu: Deprem kader midir?

Prof. Sezen: İşte şimdi, bizimle
ilgili olan-olmayan, elimizde olan-olmayan diye ayırdığımız iki alanın
algılanması, doğru veya yanlış anlaşılması mâcerasına girmiş oluyoruz. Önce
kader kelimesinin ne olduğuna bakmalıdır. Kader, sözlük anlamında, bir şeye
gücü yetmek, bir şeyi birşeyle kıyas etmek, miktarını beyan ve tâyin etmek,
miktar ve ölçü tâyin etmek, bir şeyi plânlamak, hazırlamak, hükmetmek
anlamlarına gelir. Terim olarak, âlemlerin düzeni, dengesi (mizan), tabiat
kanunları demektir. Allah-Âlem-İnsan ilişkisinde, insanın irâdesi dışındaki her
şey kaderdir. İnsanın maddî, yâni fizikî, kimyevî ve biyolojik yönü de aynı
düzene, aynı kanunlara tâbidir, yâni kaderdir. Atom ve moleküllerimiz,
organlarımız ve işleyişi, DNA’larımız v.s. tabîi halde kaderimizdir. Tabîi
halde dediğimiz, irâdemizin bunlara âit müdâhalesi, değiştirme teşebbüsleri,
bozması, ayrı bir konudur, orada kaderin bize âit olan kısmına geçilebilir.
Ancak orada artık insan irâdesine, rûhî-psikolojik alanına geçmiş oluruz. Bu alanın
dışındakiler ve öncekiler aynı tabiat kanunlarına ve işleyişine tâbidir. Sâdece
insana has olmak üzere, bu düzenin dışına taşan, rûhî, aklî, psikolojik yönü
ayrı tutmak gerekir. Bu özelliği ve ayrıcalığı da Allah yaratmıştır. Bize
hürriyet ve sorumluluk yüklemiştir. Bu özelliğinden dolayı insan, tabiat ve
tabiat olayları karşısında, kendisini ilgilendiren bir tarafa sâhiptir ve bu
alanda aktif ve sorumludur. Allah bizi, düşünecek, aklını kullanacak, tedbir
alacak şekilde yaratmıştır. Tabiattan, tabiat kanunlarından, olay ve oluşumdan
bahsettiğimize ve fakat Allaha ve yaratmasına bağladığımıza göre, geldiğimiz bu
noktada materyalizme (maddeci felsefeye) bir sayfa açmamız ister istemez
gerekecektir. Bu konunun uzunca bir konu olduğunu biliyorum ama ne kadar
özetlenebileceğini iyi bilmiyorum. Materyalizmde, maddenin ezeli ve ebedîliği,
her şeyin madde dinamizmiyle, maddenin kendinde oluşan kanunlarıyla,
değişmesiyle izah edildiğine göre, insanın da bu kanunlar ve işleyiş içinde
kendiliğinden üreyen, tabiatın kendi şuuruna varmasını sağlayan bir tabiat
uzantısı olarak kabul edildiğine göre, meseleye üç pencereden bakmak
gerekecektir: İrade, hürriyet, gaye (maksat). Maddeye irâde, hürriyet ve maksat
yerleştirilebiliyorsa, mesele yoktur. Kanun, irâde varsa olur, kendi kendine
olmaz. Kanun varsa tesâdüf ortadan kalkar. Tesâdüf, olması kadar olmaması
mümkün olandır. Hürriyet, başıboşluğa ve tesâdüfe açık değil de bir maksada
dönükse, iş değişir. Kanun da zâten maksada dönük, bir maksat içindir. Değişme,
tesâdüfe bağlı olamaz. Değişme de amaca dönüktür. Göz, görmek için değil de, süreçte
tesâdüfen oluşarak görme başlamıştır dersek, varsa tabiatın aklı da bunu kabul
etmez, abes bulur. Kulak işitmek için, el tutmak için v.s. oluşturulmuştur.
Hiçbir amacı olmadan, maddî süreç işleyip dururken, tabiat neden insan gibi bir
varlık oluştursun? Tabiat, kendi kendinin bilincine, kendi varlığının farkına
varmak için idiyse, bir amacı var demektir. O zaman madde âlemindeki maksadın
incelenmesini ve tahlilini yapmalıdır. Determinizmin*  halkalarında maksat aramak boşunadır. Orada
sâdece mecbûriyet vardır. Bir halka diğerini doğururken hedeften ötürü değil,
mecbûrî olarak doğurmuştur. Maksadı mecbûriyete çevirmek için, determinizmin
her halkasına bilinç vermeniz gerekir. İki molekül hidrojen bir molekül oksijenle
birleşirken, atomlara bilinç yüklememiz gerekir. Su gaye olarak olmuşsa, suyun
da kendisinin hayatı üretmesi maksadı var demektir. Determinizmin mecbûriyeti,
tesâdüfe de, hürriyete de, maksada da yer vermez. Hürriyet ile tesâdüf arasında
zâten bir ilişki yoktur. Maksatla hürriyet arasında bir ilişki kurulabilir.
Hürriyet, mecbûriyetten doğmaz ama, ne yaptığı, ne yapacağı belli olmayan, tesâdüfe
bitişik, amaçtan da uzak bir alan değildir. Materyalist, amaçtan kaçayım
derken, ‘tesâdüfün mecbûriyeti’ diye
bir saçmalığa sığınmıştır. Tesâdüfün olmayışını, kanun yapma irâdesini,
bilinci, maksadı, düşünmeyi, aklı kullanma potansiyelini, bu cinsten her şeyi
siz eğer maddeye yüklüyor, bunlar maddede mevcuttur diyorsanız, size farkında
olmadığınız bir kapı açılmış demektir. Açılan bu kapıda sizi, bunlar
vasıtasıyla DNA’lardaki yazılım da bekleyecektir. Bu felsefe uzar gider.

Maddenin ve işleyişinin içine kapanırsak, bunun getirdiği kadere de dikkat
etmemiz gerekecektir. Allah’ın yaratıp düzen verdiği kaderi (kanun, ölçü,
kıstas ve miktar tâyinlerini) reddedeyim derken, maddenin kaderine
yakalandığımızın farkında olmayız. Üstelik orada buna bir mânâ da yükleyemeyiz.
Maddeci, pratikte, yanlış kader anlayışına haklı olarak karşı koyar. Fakat
bunu, kendi temel kabullerine uymayarak yapmıştır. Mecbûriyetten her nedense,
birden bire hürriyete sıçramıştır. Maddeci bu çelişkisine rağmen, maddeyi
korumaya devam eder. Yanlış kader anlayışına saplanmış dindar ise, Allah’ı koruduğunu
zannetmektedir. Hür olmaması gereken maddeci hür hareket etmiş, hürriyetinin
farkında olmayan dindar da kendi inanç sistemiyle çelişmiştir.

Çetinoğlu: Maddeci’nin kader anlayışına
haklı olarak karşı çıkması, depremin kader olduğu hakikatini değiştirir mi?

Prof. Sezen: Bu çelişkinin
üzerine biraz daha gidelim. Depremin oluşu, tabiat olayları cinsinden olduğuna,
olması veya olmaması üzerinde elimizden gelen hiçbir şey bulunmadığına göre,
kader midir? Elbette kaderdir. Fakat sâdece oluşu bir kaderdir. Bütün tabiat
olayları bir kaderdir. Biz, ‘kadere iman
ediyoruz
’ derken, bunu kastediyoruz. ‘Bunlar
kendi kendine olmuyor
’ diye inanıyoruz. Peygamberle bizi uyarmayan, vahiy
ve kitap göndermeyen, âhireti yaratmayan, bizimle ilgi ve ilişki kurmayan, beni
sorumlu tutmayan, bir Allaha değil, bunları yapan bir Allah’a inanıyoruz. Aksi
halde deist** olmamız gerekir. Tevhid dinine inanan birinin, materyalizmden ve
deizmden farkı buradadır.

Çetinoğlu: Depremler hâdisesinin evveliyatına
bakabilir miyiz?

Prof. Sezen: Oluşumunu kadere
bağladığımız depremin öncesinde, oluşurken ve sonrasında yapacağımız işler
vardır. Depremler, yeryüzünün çok eski geçmişinden beri vardır. İnsanın,
sahneye çıktığı ilk günden beri depreme dâir bir tecrübesi bulunmaktadır.
Gittikçe tecrübelerinden ders çıkarmasını da bilmiştir. Bugün ulaştığı
bilgiler, teknik ve tecrübe göz önüne alınırsa, insana âit sorumlulukların
bulunduğu alan daha iyi anlaşılır ve inkâr edilemez. Yanlış bir kader
anlayışıyla bu durumu örtemeyiz. ‘Bizimle
ilgili alanı, eyleme dönüşmüş, sorumlu olduğumuz alanı da Allah yaratmaktadır’

diye düşünülecekse, biz sebep olduğumuz, biz istediğimiz, biz hazırladığımız
için Allah yaratmaktadır. Bizim irâdemizin dışında yaratmamaktadır. Bizim
irâdemizin, aklımızı kullanıp, yapıp yapmadığımızın dışında olanlar
kaderimizdir. En sonunda, son tahlilde, sorumlu olduğumuz, olacağımız bir alan
muhakkaksa kaderi ona göre anlamalı ve değerlendirmeliyiz.

Bizi ilgilendiren, Allah’ın bilip bizim bilmediğimiz sırlar değildir.
İnsanoğlu, kendine bakmadan buraya merak sarmıştır: Burası ne aklî ne ilmî bir
alandır. Gaybdır. Gaybı ancak ve ancak Allah bilir dendiği halde, buraya
uzanmak isteyenler olmuştur. Böyle olunca da kader anlayışını gayb âlemine
bağlayıp, sorumluluğu üzerlerinden atmaya kalkmışlardır. Bu, gayb inanışının
bir istismarıdır.

Allah’ın, işleri niçin ve nasıl yaptığını, yâni O’nun sanatını bilmek bize âit
olmayıp, bizi ilgilendiren hususlar değildir ve zâten bilmemiz ve anlamamız
mümkün olmaz. Bizi ilgilendiren, bizi sorumlu kılacak tarafları algılamak,
bilmek, yapmak veya yapmamaktır. Bunun için akıl cevherine ve tecrübeye sâhibiz
ve yeterli bilgiye sâhip olabiliriz. Dinde de bu meseleyle ilgili durum beyan
edilmiştir. Kaderin yanlış anlaşılmaması istenmiştir. Din, imtihandan,
sorgulamaktan ve sorumlu tutulmaktan ve bunlar için gerekli hürriyet payından
söz eder. Tercih hakkını belirler. Tevhid dininde, yâni Allah’ın yolunda,
insana ikaz ve ihtarlar yapılmış, öğüt verilmiştir. Hattâ tehdit edilmiştir.
Bunlar ancak hür irâdesi olana yapılır. Sonra öğrenme, önemli bir hürriyet ve
seçim hakkı içindir. Şüphe varsa giderilmek istenir. Kur’ân-ı Kerîm’de geçen
ilgili kavramlar dikkat çekicidir. Göklerde
ve yerde öylesine âyetler
(belgeler,
deliller) vardır ki, onların yanından göz çevirir geçerler’
(Yûsuf-105).
Size bu kadar açık deliller geldikten
sonra, yine ayağınız kayarsa, iyi bilin ki Allah üstün ve güçlüdür, hikmet sâhibidir

(Bakara-20). ‘… Nasıl olup da
çevriliyorsunuz
(Mü‘min-62). Buradaki nasıl olup da ifâdesini ‘niçin’ olarak almalıyız. Onlar Rablerinin öğüdünden (burada zikrinden) yüz çevirmişlerdir’
(Enbiyâ-50). Şâhitlerden bahsedilmektedir. Şâhitlerin şâhitlik edeceği günde…’ (Mü‘min-51). Allah her
şeyi bildiği halde şâhit niçin gereklidir? Bizzat suçluya suçunu kabul
ettirmek, adâleti sağlamak içindir. Kim
doğru yolu seçerse, kendi iyiliği için seçmiş olur, kim de doğru yoldan
sapmışsa, kendi zararına sapmış olur
. Hiçbir
suçlu, başkasınınkini yüklenmez. Bir elçi göndermedikçe azap etmeyiz

(İsrâ-15). ‘… Eğer onlar sizin
tarafa geçmiş olsalardı
…’
(Fetih-25). Ne olurdu bunlar bizim rağbetimiz Allah’adır demiş olsalardı…’
(Tevbe-59). Kıssayı kendilerine anlatıver,
olur ki düşünürler
(A‘raf-176). ‘… Akıllanıp vazgeçmezse onu perçeminden yakalayacağız
(A‘lak-15). ‘… Bu defa cimrilik edip
yüz çevirdiler ve sözlerinden döndüler, zâten yan çizip duruyorlardı

(Tevbe-76). Görüldüğü ve daha bazı âyetlerde olduğu gibi;                                                                                                  

-Kayıt
altına alma, delil ve şâhit tutma. 

-Eğer, keşki, belki, ola ki ifâdeleri.

-Şart
koşulması. Şöyle olsaydı böyle olacaktı ifâdeleri.   

-Yan çizme, kaçınma ifâdeleri.

-Gaflet, unutma.

-Pişman
olma, duâ, tövbe konuları. 

-İnat ve ısrara sâhip olma.

Bunlar hür irâdeye verilen yeri, seçimin ve insana düşen yapıp-etme payının
varlığını işâret etmektedir. Kendi irâdesi durup dururken, işi Allaha atmanın
yanlışlığını dile getiren şu âyete bakınız: Müşrikler diyecekler ki, Allah dileseydi ne biz ne de atalarımız ortak
koşarak, hiçbir şeyi de haram yapmazdık. Onlardan önce yalanlayanlar da öyle
demişlerdi de, sonuçta azabımızı tatmışlardı
…’
(En‘am-48) Nahl-35’de
aynı mealdedir. Kur’ân cebriyeci anlayışa kapıyı kapatmıştır.

Çetinoğlu: Hocam, Rabbimiz böyle dilemediği
halde neden yanlış bir kader anlayışına kapıldık?

Prof. Sezen: Kendi irâdemiz,
menfaatlerimize bağlanan benliğimize yönelmiş olduğu için. Sonra da kalkıp
faturayı Allaha çıkarıyoruz. Bir kere şu abesten kurtulmak gerekir: Allah hür irâdemizi
yarattığı, yapıp ettiklerimizi bu irâdemize bağladığı, buna göre bize değer
verdiği ve sorumlu tuttuğu halde, bu irâdemizi yine kendisi kullandırtmıyor. Bu
olacak bir şey midir? Bu, inanılacak bir şey midir? Allah abes bir şey yapar
mı? Bu nasıl Allah inanışıdır? Yoksa bize o yaptırtıyor da, yine bildiğini mi
okuyor? Sonunda bir de ceza veriyor? Allah
zâlim değildir
diyen hâşâ başka bir Allah mı? (Âl-i İmran-182;
Tevbe-70; Yunus-44; Hûd-101; Nahl-118; Kehf-49; Rum-9; Zuhruf-76: Allah zâlim
değildir.) Zulüm yerine hikmeti koyacaksak, hikmeti sorumluluk ve karşılığı
olan işlerde aramamalı, başka yerlerde aramalıdır. Hikmet bize sorumluluk
yüklemez. Çünkü hikmet, bize âit değil, Allaha âittir. Orada ne bize, hâşâ ne
Allaha sorgu sual vardır.

Deprem ve diğer âfetlerde, yanlış kader anlayışımız ve sorumsuzluğumuz,
çoğu zaman da hâinliklerimiz yüzünden ne acılar çekiliyor. Günahsız bebeler
ölüyor. İnsanlar evsiz barksız kalıyor. Maddî-manevî ne ızdıraplar yaşanıyor.
Nasıl hesap vereceğiz? Yoksa vermeyecek miyiz diye mi inanıyorsunuz? Bunun vebâlinden
sâdece ‘Allaha inanıyorum’ diye dahi
kurtulmak mümkün değildir. Çünkü inananların Mukaddes Kitabı, ‘Allah ve ahiret
gününe inananlar’, ‘Allaha inanan ve
ameli sâlih (iyi işler) işleyenler
’ der. Bunu tekrarlayıp durmuştur. Yine
Kur’ân, Allah, işini en iyi yapanı
sever
buyurmuştur (Bakara-195; Âl-i İmran-148; Maide-13, 93).

Kurunun yanında yaş da yanıyor. Evet, ne yazık ki acı gerçek budur. Kur’ân
bunu da beyan etmiştir. Hz. Musa’ya bu acı gerçeği söyletirken: ‘İçimizdeki
beyinsizler yüzünden bizi de helâk eder misin Allah’ım?’
(A‘raf-155)
demektedir.

*determinizm: ‘Belirlenircilik, gerekircilik veya belirlenimlilik’ olarak da anılır.
Kâinattaki düzenin, kâinatta gerçekleşen olayların çeşitli ilmî kanunlarla,
meselâ fizik fizik veya tabiat kanunları ile, belirlenmiş olduğunu ve bu
belirlenmiş olayların gerçekleşmelerinin tabîi ve kaçınılmaz olduğunu öne süren
düşünme sistemi.  Determinizmin bilinen
ilk çalışmaları 18. yüzyılda Pierre Simon Laplace tarafından yapılmış olsa da
determinizmin temeli 18. yüzyılda Thales’e kadar uzanır. Determinizme göre hür
irâdenin olmadığı fikri Spinoza’ya aittir. Spinoza, kâinattaki her şeyin bir
düzene bağlı olduğunu bu yüzden insanın irâdesi ile bağlantısının olmadığını
savunur.
                             

**deist: Herhangi bir dine veya Hinduizm, Budizm gibi, ‘inanç kültürü’ olarak isimlendirilebilecek, filozoflar tarafından
oluşturulan sistemlere mensup olmaksızın, Allah’ın varlığını ve O’nun kâinatı
yarattığını kabul eden görüş.  Bu
görüşteki insanlara göre Allah kâinatı yaratmış, fonksiyonlarını tamamlamış ve
kendi kendisini yok etmiştir. Bu görüş, ‘İlâhî dinler’ olarak kabulü edilen
Musevîlik, Hıristiyanlık ve Müslümanlık inançlarına aykırıdır. (O.Ç.)

Prof. Dr. YÜMNİ SEZEN

1938
yılında Urfa’nın Birecik ilçesinde doğdu. Aynı yerde ilk ve ortaokul
öğreniminden sonra 1957’de Gaziantep Lisesini bitirdi. 1961’de Ankara
Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi’nden mezun oldu. Millî Eğitim Bakanlığı’na
bağlı çeşitli okullarda öğretmen ve yönetici olarak çalıştı. 1975’de İstanbul
Ortaköy Eğitim Enstitüsünde öğretmenlik yaptı. 1976-1978 İstanbul Yüksek
Öğretmen Okulu Müdürlüğü görevinde bulundu. 1985’de Marmara Üniversitesi
İlahiyat Fakültesi’ne öğretim görevlisi olarak geçti. Bir yıl sonra İstanbul
Üniversitesi İktisat Fakültesi Sosyal Yapı ve Sosyal Değişme Anabilim
Dalı’nda doktorasını tamamladı. Sırasıyla Yardımcı Doçent, Doçent ve sonra
Profesör unvanlarını aldı. Marmara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi’nde Din
Sosyolojisi öğretim üyeliğinden emekli olarak çalışmalarına devam etmektedir.

Çalışmaları
felsefe, sosyoloji, din sosyolojisi ve İslâmî sosyoloji çalışmaları üzerinde
yoğunlaşmıştır.

Yayınlanmış
kitapları:

1-Günümüzde
İslâmiyet ve Milliyetçilik (1978), 2-Sosyolojiye Göre Halk-Millet-Devlet
(1982), 3-Târihî Maddeciliğin Tahlili ve Tenkidi (1984), 4-Hayatın Mânâsı,
Gerçek ve Ötesi (1984-2004), 5- Sosyoloji Açısından Din (1988, 1993, 1998,
2003), 6-Sosyolojide Temel Bilgiler ve Tartışmalar  (1990, 1997), 7-Türk Toplumunun Laiklik
Anlayışı (1993), 8-İslâm Sosyolojisine Giriş (1994), 9-Maddeci Felsefenin
Çıkmazları’ (1997, 2000, 2004, 2008), 10-Çağdaşlaşma, Yabancılaşma ve Kimlik’
(2003), 11-İslâm’ın Sosyolojik Yorumu’ (2004), 12-Kur’ân Işığında İnsan, Akıl
ve Toplum (2004) 13- Kurban ve Din’ (2004), 14-Dinlerarası Diyalog İhaneti
(2006), 15-Evrenselden Özele Kültür (Fransızca’dan tercüme 2009) 16-Kültür ve
Din (2011), 17-Osmanlı’dan Cumhuriyete İki Devrin Müftüsü Mustafa Sırrı Sezen
(2011), 18-Kapitalizmin Zulmü’ (2017), 20- Kapitalizmin Zulmü. Marksizmin
Muhasebesi, İslâm’ın İlke ve Hedefleri / Yanlışlara Kurban Edilen Doğrular
(2017), 21-Aldatılmamak İçin Anlamak (2019), 22-Aşk Sarhoşu Dervişlerin Dini:
Tasavvuf’ (2020), 23-Var Olmak Sorumluluğu. (2021)

Ayrıca
çeşitli dergi ve gazetelerde makaleleri yayımlandı.

Evli
ve üç kız babası, dört torun dedesidir.

Önceki İçerikŞer, Hayır ve Kader
Sonraki İçerikDepremden Aklımızda Kalanlar
Avatar photo
28 Kasım 1938 tarihinde Bafra’da doğdu. İlk ve ortaokulu doğduğu şehirde bitirdikten sonra Ankara Ticaret Lisesi ve Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi’nde okudu. İş hayatına Ankara’da muhasebeci olarak başladı. Ankara ve Karabük’te; muhasebeci, mali müşavir ve profesyonel yönetici olarak devam etti. İstanbul’da, demir ticareti ile meşgul oldu. SSCB’nin dağılmasından sonra Türk Cumhuriyetlerinde sanayi yatırımları gerçekleştirmek üzere çok ortaklı şirket kurdu. Şirketin murahhas azası olarak Azerbaycan’da ve Kırım’da tesis kurup çalıştırdı. 2000 yılında işlerini tasfiye etti. İş hayatı ile birlikte yazı hayatı da devam etti. İlk yazısı 1954 yılında Bafra’da yayımlanmakta olan Bafra Haber Gazetesi’nde başmakale olarak yer aldı. Sonraki yıllarda İlhan Egemen Darendelioğlu’nun Toprak Dergisi’nde, Son Havadis ve Tercüman gazetelerinde yazıları yayımlandı. Türk Ocakları Genel Merkezinin yayımladığı Türk Yurdu dergisinde yazdı. İslâm, Kadın ve Aile, Yörünge, Ufuk, Emelimiz Kırım, Papatya, Tarih ve Düşünce, Yeni Düşünce, Yeni Hafta, Sağduyu, Orkun, Kalgay, Bahçesaray, Türk Dünyâsı Târih ve Kültür, Antalya’da yayımlanan Nevzuhur, Kayseri’de yayımlanan Erciyes ve Yeniden Diriliş, Tokat’ta yayımlanan Kümbet, Kahramanmaraş’ta yayımlanan Alkış dergilerinde, Dünyâ ve Kırım’da yayımlanan Kırım Sadâsı gibi gazetelerde de imzasına rastlanmaktadır. Akra FM radyosunda haftanın olayları üzerine yorumları oldu. 1990 – 2000 yılları arasında (haftada bir gün) Zaman Gazetesi’nde köşe yazıları yazdı. Hâlen; Önce Vatan Gazetesi’nde, yazmaktadır. Oğuz Çetinoğlu; Türk Ocağı, Aydınlar Ocağı, ESKADER / Edebiyat, Sanat ve Kültür Araştırmacıları Derneği ve İLESAM / Türkiye İlim ve Edebiyat Eseri Sâhipleri Meslek Birliği Üyesidir. Yayımlanmış Kitapları: 1- Kültür Zenginliklerimiz: (2006) 2- Dört ciltte 4.000 sayfalık Kronolojik Tarih Ansiklopedisi: (2008 ve 2012), 3- Tarih Sözlüğü: (2009), 4- Okyanusa Açılan Kapılar / Tefekkür Mayası Röportajlar: (2009). 5- Altaylardan Hira’ya Türk-İslâm Dostluğu: (2012 ve 2013), 6- Bilenlerin Dilinden Irak Türkleri: (2012), 7- Türkler Nasıl ve Niçin Müslüman Oldu: (2013), 8- Türkmennâme / Irak Türkleri Hakkında Bilmek İstediğiniz Her Şey: (2013). 9- Türklerin Muhteşem Tarihi: (Nisan 2014 ve Nisan 2015) 10- 115 Soruda Türk İslâm-Âlimi Mâtüridî (Röportaj): 2015) 11- Cihad – Gazi – Şehid: Kasım 2015. 12-Yavuz Bülent Bâkiler Kitabı (2016 Mehmet Şâdi Polat ile birlikte) 13-Her Yönüyle Kâzım Karabekir (2017 Mehmet Şadi Polat ile birlikte) 14-Dil ve Edebiyat Dergisi / İlk 100 Sayı Bibliygorafyası (2017 Mehmet Şâdi Polat ile birlikte) 15-Büyük Türk İslâm Âlimi Serahsî (2018), 16-Âyetler ve Hadisler Rehberliğinde Kutadgu Bilig’den Seçmeler (2018), 17-Edib Ahmet Yüknekî ve Atebetü’l-Hakayık (2018), 18- Büyük Türk İslâm Âlimi Mâtürîdî (2019), 19-Kâşgarlı Mahmud ve Dîvânu Lugati’t-Türk (2019). 20-Duâ / Huzura Açılan Kapılar. (2019) 10-Yesevi Yayıncılık, 12-Yakın Plan Yayınları, 13-Boğaziçi Yayınları, 14-Dil ve Edebiyat Dergisi, diğer kitaplar Bilgeoğuz Yayınları tarafından yayımlanmıştır.