Namık Kemal Zeybek ve Türklük

166

Kaymakam iken bile şöhreti ve hizmeti dikkat çekiciydi.
Namık Kemal Zeybek’i ilk defa Ankara Bayındır Sokaktaki bir dairede yaptığı
sohbette tanıdım. Sanırım 1960’lı yılların sonuydu. Genç Kaymakam Namık Kemal
Zeybek (Bayburt 1944) burada gençlere sohbetleriyle ufuk açıyor, kitaplar
tavsiye ediyor, tartışmalarla yol gösteriyor, eleştirilere cevap veriyordu. Söz
konusu zaman dilimi ideolojik ve siyasi tartışmaların da (milliyetçi, sonra
ülkücü, İslamcı, sağcı, solcu, devrimci vs) tırmandığı ve gündemin
oluşturulduğu, özellikle görüşü ne olursa olsun gençlerin bol bol kitap
okuduğu, konferanslara, çalıştaylara, seminerlere, arayışlara girdiği yıllardı.
Üniversiteler ve öğretim üyeleri bilim kadar ideoloji de üretiyordu,
dolayısıyla çatışmalar da peşinden geliyordu münakaşaların.

 

Kültür Bakanı Bir
Delikanlı

 

1980 askeri darbesi sonrasında Başbakan Turgut Özal, iki
elini kavuşturarak başı üzerinden yükseltmesiyle partisinde 4 görüşü bir araya
toplamış, iktidar için şanslı görünen darbecilerin desteklediği emekli
Orgeneral Turgut Sunalp’ı ve Başbakanlık eski Müsteşarı Necdet Calp’ı çok
geride bırakarak hükümeti kurmuştu. Namık Kemal Zeybek de Kültür Bakanı olmuştu
Turgut Özal Hükümetinde. Kendisini sık sık ziyaret edip bir yazar
sorumluluğunda görüşlerimizi iletiyorduk. İstiklal Marşı Şairimiz Mehmet Akif
Ersoy’un vefatının 50. Yıldönümünde (1986) arka planı güçlü ve detaylı bir
proje sunduk kurucusu olduğum Yazarlar Birliği yönetimi olarak. Bakan Namık
Kemal Zeybek derneklere değil de sivil toplum kuruluşu olarak ancak vakıflara yasa
gereği kamu katkısı verdiğini belirtince Mehmet Akif Ersoy Fikir ve Sanat
Vakfı’nı 14 yazar, akademisyen, prodüktör, yayıncı, müteşebbis ile birlikte kurarak
(1984) hayata geçirdik. Faaliyete başladık. Başbakan Turgut Özal’ın da “hukuki,
etik ve uygulanabilir olmak şartıyla belirlediği” önemli projelere imza attık.
Sayın bakan ile hukukumuz sonra da artarak sürdü. Daha sonra siyasi ayrışımlara
girildiği günlerde bile fikir teatilerinde bulunduk. Birlikte konferanslara
katıldık. Mesela Kayseri Üniversitesi’ndeki Mehmet Akif Ersoy programına Namık
Kemal Zeybek ve merhum Mustafa Yazgan ile birlikte katılarak, görüşlerimizi
açıkladık. Üniversite gençliği büyük alaka gösterdi. Ankara’ya da aynı zamanda
bir ofis gibi kullandığı minibüsüyle birlikte döndük, yolda Türkiye’yi ve
toplumumuzu uzun uzun konuştuk.

 

Türk Debiyat Vakfında
Aydınlar Buluşması

 

Özal Hükümetinde Türk Cumhuriyetlerinden Sorumlu Devlet
Bakanlığı kurulmuş, başına da vakfımız kurucu üyesi Prof. Dr. Ercüment Konukman
atanmıştı. Sovyetlerin dağılmasıyla bağımsızlıklarına kavuşan ve Türkiye’nin
desteğini alan Türk Cumhuriyetlerine kamu ve sivil toplum kuruluşlarımız hizmetler
götürmeye başladı. Bu hala da devam ediyor. Vakfımız Türk Cumhuriyetlerinde iki
ülke milli şairlerini (Hüseyin Cavit-Azerbaycan, Abdullah Tukay-Tataristan,
Ahmet Baytursunuli-Kazakistan, Abdulhamit Süleyman Çolpan- Özbekistan ve Mehmet
Akif Ersoy-Türkiye) tanıtan, eserlerini söz konusu ülkenin diline çeviren
uluslararası sempozyumlar yaptı. Bakan Namık Kemal Zeybek de özellikle
Kazakistan’da önemli faaliyetlerde bulundu, Kazakistan Cumhurbaşkanı Nursultan
Nazarbayev’in emriyle hayata geçirilen Ahmet Yesevi Üniversitesi’nde başarılı
çalışmaları oldu, dergi çıkardı ve yayınlar yaptı, kitaplar yazdı. Hala bu
minval üzere yorulmadan yürüyor.

Yıllar sonra kendisiyle İstanbul Sultanahmet’teki Türk
Edebiyat Vakfı’nın Çarşamba Sohbetlerinde yeniden birlikte olduk. Merhum
Şeyhülmuharririn Ahmet Kabaklı’nın eseri olan bu mekânda Namık Kemal Zeybek’ten
Türklük konusunda önemli bir konferansını dinledim. Bir zamanlar buradaki
sohbet ve konferanslara üniversite gençleri önem verir, istifade eder, nasibi
olan, olmazsa olmaz bir uğrak yeriydi. Bu defa orta yaşın üzerindeki aksakal aydınlarımızın
dayanışmasını gösterdiği bu sohbette 1960’lı yılların gençleriyle birlikte
olduk. Özellikle saydım toplantıda sadece üç genç vardı bizim dışımızda!  Ankara’da ikamet eden Sayın Bakan Namık Kemal
Zeybek’i, İstanbul’da olsam bile eserleriyle yakından takip ediyordum; Türklük
İnancı, Türk Olmak, Ateşten Damlalar, Aşk Yolu-Ahmet Yesevi, Ülkü Yolu, Allah
Aşk ile Ulaş, Türk Dünyası Deyince, Kızıl Elma, Türk Ülküsü, Bilgi Çağında
Türkçülüğün Esasları’ında imzası olan bir devlet adamımız, bir yazarımız, bir
aydınımızdı.

Benim neslimden olan Namık Kemal Zeybek, dönemin Yavuz
Bülent Bakiler ve Agah Oktay Güner gibi önemli hatiplerindendi. Sesi
etkileyici, görüşleri önemliydi. Bu toplantıda ayakta konuştu. Mikrofon
kullanmadı. Nefesi yetti de artı bile.

 

Eskimeyen Görüşler

 

Namık Kemal Zeybek notlarıma göre şöyle konuştu; Anavatan
Partisi’nde iken Başbakan Özal bu konuları bilmez, beni milliyetçilerin
temsilcisi gibi görürdü. Sorardı “Hanginiz Türksünüz?” gibi. “Hepimiz Türk’üz”
derdim. Kendisiyle aynı kanaatte olmadığımı anlatırdı. Türklüğün boy, pos göz
ile falan alakası yoktur. Türkçeyi koruduğunuz kadar Türk’sünüz. Görüşlerimden
ve Nazım’ı okuduğum için bazı arkadaşlarım bana “Nazım” Kemal Zeybek demeye
başladılar. Ancak Alpaslan Türkeş’in Nazım Hikmet’ten şiirler okumasıyla bu
dönemi tartışmasız atlattım.

Zaman zaman anekdotlarla konuşmasını rahatlatan Namık Kemal
Bey özetle şöyle devam etti; İsmail Gaspıralı(1851-1914) yazı, gazete ve
kitaplarıyla Türk Uluslarını millet yapmak istedi. Bolşevik Türkçü Sultan
Galiyev (1892-1940) bu konuda ikinci adımı attı. Türk eşittir Türkiyeli
biçiminde anlaşılıyor. Kelimelerin manasında buluşmak gerekir. Türk Dilinin
kerameti ancak birkaç günde anlaşılabilir. Mustafa Kemal Atatürk de Türk
olduğumuzu hatırlattı, gerçek bir Türk ulusu yarattı. Sovyetler zamanında
Moskova Türk Dünyasını Azeri, Kazak, Kırgız, Özbek, Tatar diye böldü. Bir
müddet böyle bir sıkıntı yaşandı, tartışmalar oldu. Türklük bir inanç
meselesidir. Türkiye Türklüğü bir gerçektir. Sovyetler dağılınca durum
anlaşıldı. Orhun Anıtlarındaki yazıtlardan hatalı tercümeler yanlış anlamalara
neden oldu. Amerika’da Mayalar var. Türk. Bizdeki Mayatepek böyle bir şey. Hem
tepe adları ve hem de soy isimleri olanlar mevcut. Başbakan Demirel Türk
Cumhuriyetleri’nden üniversitelerimizde okumak üzere 10 bin Türk öğrenci
getirtti. Bu önemli bir gelişmeydi.

Namık Kemal Zeybek, İran’ın önemli kentlerinden Tebriz’e
gittiğinde Türklerin Müslümanlığının başlangıcındaki öğreticiliğinin isminin
Şeyh Mansur’un da Türk olduğunu bellediğini anlattı ve Ahmet Yesevi’nin de Şeyh
Mansur’un talebesi olduğunu söyledi. Bölgede Arap saldırısına da değinen Bakan
Namık Kemal Zeybek Arapların Özbekistan’daki saldırıları sırasında tarihi
mekanları yıkıp geçtiğini hatırlatarak 16. Yüzyılın ise bir Türk Asrı olduğunu,
her hususta ileride bulunduğunu belirtti ve dünyayı Türklerin yönettiğini
bildirdi.

 

Din, Siyasete
Karışınca İçi Boşalıyor

 

Notlarıma özellikle bakıyorum; heyecanlı, zaman zaman sesini
yükselten, ces ve mimikleriyle etkili olan Sayın Bakan Namık Kemal Zeybek,
kanlı olaylara da temas ederek, Timur İmparatorluğunun 4. Sultanı, Türk
matematikçi ve astronomi bilgini Uluğ Beyi (1393-1449) oğlunun öldürdüğüne
işaret ederek Nakşibendiliğin bölgede bütün ilim yuvalarını yerle bir ettiğini
ileri sürdü. İşte bundan dolayı da din ile siyaseti ve ideolojiyi ayırmak
gerektiğini, hepsini de yerli yerine oturtmak icap ettiğine dikkat çekti.

Namık Kemal Zeybek’e göre; Osmanlıların en kuvvetli olduğu
Sultan Süleyman döneminde (1520-1566) Ebussut Efendiyle bozulmanın başladığını
iddia ederken, Şeyhülislam’ın Kanuni’nin çocuklarını öldürmesi için fetva
verdiğini hatırlattı. Dolayısıyla din siyasete karışınca içi boşalıyor.

Bir buçuk saat kadar süren toplantıda Sayın Bakanın
görüşlerine hiç itiraz eden ve soru soran olmadı. Sadece daha sonraki sohbette
bazı hususlar hatırlatıldı, ancak görüş ve düşünceler değişmedi. Ülkemizin ve
toplumumuzun daha da yükselmesi için Namık Kemal Zeybek yeniden Türkleşmek,
ilmi öncelemek, akıl ve eğitim yolunda ilerlemenin şart olduğunun altını çizdi.

 

Türk Konseyi

 

Esasında Sayın Namık Kemal Zeybek kitaplarındaki
görüşlerini, televizyondaki açıklamalarını ve konferanslarındaki konuşmalarını
bir bakıma özetle tekrar etti. Yeni bir şey söylemedi. Bunda bir açıdan zamanın
yetersizliği ve dinleyici hedef kitlesinin de rolü olabilirdi. Ama en azından
sık sık gittiği Türk Cumhuriyetlerindeki Türklük algısını, Türk Konseyi (Türk
Devletler Teşkilatı, Azerbaycan, Kazakistan, Özbekistan, Türkiye’nin üye,
Macaristan, Türkmenistan ve KKTC’nin gözlemci üye olduğu eski adıyla Türk Dili
Konuşan Ülkeler İşbirliği Konseyi-2009) ve bu konudaki gelişmeleri anlatarak
izleyicilere bir moral yüklemesi yapabilirdi. Hele bağımsızlığını korumaya
çalıştığını iddia eden Türkmenistan hakkında “Biz Türkmeniz, Türk değiliz”
biçimindeki görüşü yorumlaması faydalı olacaktı. Ama her şeye rağmen istifade
edilen bir toplantı oldu. Türk Edebiyat Vakfı’nda hedef kitlesi genç,
talebe  ve üniversiteli olan böylesi
toplantıların artarak devam etmesini dilerim.