Dr. Öğretim Üyesi RECEP ÇELİK Anlatıyor: ‘Kurtuluş Savaşı’nın Kazanılmasında Din Adamlarının Rolü Çok Büyüktür.’

136

GİRİŞ:

Osmanlı Devleti, müttefikleriyle birlikte
girdiği Birinci Dünya Savaşı’ndan mağlûp çıkması üzerine, şartları çok ağır
olan Mondros Mütarekesi’ni 30 Ekim 1918 târihinde imzalamak mecburiyetinde
kalmıştı.

Mütareke sonrası İngilizler, Fransızlar ve
İtalyanlar memleketin çeşitli bölgelerini işgal ederken, ayrıca Paris’te
yaptıkları bir anlaşmayla da başta İzmir olmak üzere Batı Anadolu’nun önemli
bir bölümünü Yunanlılara vermişlerdi. Mütareke maddeleri Osmanlı Devleti’ni
parçalamakla kalmıyor, aynı zamanda devletin asıl unsurunu teşkil eden Türk
halkını da esir etmek amacını güdüyordu.

Oğuz
Çetinoğlu:

Okullarımızda
okutulan târih kitaplarının tamamında,  Kurtuluş Savaşı’nın Müdafaa-i Hukuk
cemiyetleri tarafından başlatıldığı ve daha sonra teşkil edilen düzenli ordunun
gayretleriyle kazanıldığı belirtilmektedir. ‘Gayrı resmî târih’ olarak adlandırılan târih kitaplarının ise ancak
bir kısmında din adamlarının katkılarından söz edilmektedir.

Asıl sorulara geçmeden önce, Türk târihi
boyunca din adamlarının ‘cihad
olarak anılan kurtuluş savaşları ve fetihlerle olan bağlantısı hakkında bilgi
verir misiniz?  

Dr.
Recep Çelik:

Dinî inançlar, târih boyunca insanlar üzerindeki etkisini hiç bir zaman
kaybetmemiş, insan ve cemiyet hayatının devamlı surette müdâhil olmuştur. Târihin
şâhit olduğu büyük savaşlar ve fetihlerin birçoğunda dinî etkilerin görülmesi
bir tesâdüf değildir. İnsanların hayatlarına yön vermek için ortaya koydukları
yazılı veya yazısız kanunlarda dinî kaidelerin büyük rol oynadığı
bilinmektedir.

Herhangi bir dine mensup olan insanlar
arasında o dini iyi bilip gereği gibi yorum yapabilme özelliğinden dolayı
toplum tarafından kabul gören saygın şahsiyetler her zaman var olmuştur. Onlar,
bu özellikleri sayesinde halkı etkilemişler, iyi ve doğru bildiklerini öğretip
kötü ve yanlış davranışlardan vazgeçirmeye gayret etmişlerdir.

Bu çerçevede, özellikle İslâm dininde bu
tür şahsiyetler Kur’an ve Peygamber’in sözlerinden hareket ederek daha fazla
önem kazanmışlardır. “Benim
vârislerim ümmetimin âlimleridir
” 
sözüyle Hz. Peygamber’in din bilginlerini kendisine mirasçı ve vekil
göstermesi ve Kuran’da geçen Peygamber’in bütün ifade ve davranışlarının vahiy
kaynaklı olduğu ifadesi bir araya getirildiğinde, toplum içinde kabul gören din
büyüklerinin söz ve hareketleri de, dolayısıyla Kuran ve Peygamber’in
emirleriyle bütünleştirilmiştir.

Çetinoğlu: Âlimlerin itibarlı
insanlar olduğunu söylüyorsunuz…

Dr. Çelik: Ulema, İslâmî
değerlerin kabul gördüğü zaman ve mekânlarda halk nazarında sultan ve
emirlerden daha fazla itibar görmüşlerdir. Sultanların yani devlet
idarecilerinin emrine giren din adamları ise hiç bir zaman hoş
karşılanmamıştır. Bu sebeple muteber din adamları, idareci sınıfını dinî
ölçülere riayet ettikleri nisbette desteklemişlerdir. Bu alandaki ilk uygulamaya
Abbasiler devrinde rastlanmıştır. Bu devirde kadılara maaş bağlanması yoluna
gidilmiş, ancak bu uygulama o zamana kadar devam ettirilen ‘Allah
rızası için hizmet
’ prensibinin bozulmasına sebep olmuştur. Böylece
halkın ulemaya olan güveni zayıflamıştır.

Çetinoğlu: Türklerde durum
nasıldı?

Dr. Çelik: İslâm’ın
bayraktarlığının Türklere geçmesiyle birlikte, din adamları yönetim karşısında
daha bağımsız ve toplum üzerinde daha etkili olmaya başlamışlardır. Selçuklular
ve diğer çağdaş Türk devletlerinde İslâm diniyle tanışma ve yakınlaşmanın henüz
devam ettiği ve dinî hayatın yerleşme döneminin yaşandığı 9. ve 10. yüzyıllarda
ise, toplum ve devlet düzeyinde gerekli alakayı görmüşlerdir.

Moğol tasallutunun hüküm sürdüğü
dönemlerde batı bölgelerini ve daha ziyade Anadolu’nun iç ve batı kesimlerini
barınak olarak tercih eden Türk göçmenlerinin moral bakımından en büyük
destekçisi zamanın büyük mutasavvıf ve âlimleri olmuştur. Anadolu’nun dinî
alanda büyük ün kazanan âlim ve mutasavvıfların Ahi Evren (ö. 1262),
Sadrüddin-i Konevî (ö.   1275),  Mevlâna Celaleddin-i Rumî (ö.  1273), Fahruddin-i Irakî (ö. 1283)
olduklarını görmekteyiz. Bu ve buna benzer daha birçok din adamının çalışma ve
gayretleri sayesinde Anadolu Türkleşmiş, İslâmlaşmış ve daha nice yüzyıllara
mührünü vuracak bir Türk-İslâm coğrafyası haline gelmiştir.

Çetinoğlu:
Osmanlı
dönemine bakarsak…

Dr. Çelik: Osmanlı
Devleti’nin kuruluşundan itibaren ve daha sonraki dönemlerde âlimler devlet
yapısı içersinde ve sosyal gruplar arasında temel direklerden biri olarak en
güvenilir zümreyi meydana getirmiştir. Ulema tabakası müderris, müftü, kadı,
hatip, imam ve müezzin vb. olarak Müslüman halkla sürekli yakın ilişki kurma
fırsatına sahipti. Bu yüzden onların tavrı, toplumdaki genel anlayışı etkileyebilmekteydi.
Ulemanın toplum üzerindeki otoritesinin ve siyasî gücünün üç temel kaynağı
vardı: İslâm dinini en iyi bilen kişiler olduklarının halk tarafından kabulü
bunların ilki ve en önemlisiydi. İkincisi, ulema arasındaki ittifaktı. Bu
ittifak onların bilinçli bir sosyal grup olarak anlaşılabilir olmasını
sağlıyordu. Üçüncüsü ise, halkın desteğiydi.

Osmanlı Devleti, öteden beri ulemaya büyük
sevgi ve hürmette bulunmuştur. Osmanlı eski sultanları, ilim ve maarifin
ilerlemesine özen göstermişlerdir. Bursa, ilim adamları, şair ve edebiyatçılar
şehri olmuştur. İstanbul’un alınmasından sonra Fatih Sultan Mehmed Han,
dünyanın her tarafından değerli birçok ilim adamını İstanbul’da toplamıştır.
İstanbul ilmin beşiği olmuştur. Kurulan yeni medreselerden devlet adamı,
doktor, hâkim ve mühendis gibi şahsiyetler yetişmiştir.

Bilgi ve kavrayışıyla üstün durumda
bulunan ulema, hem şer’î ve aklî ilimlerde en üst seviyeye ulaşır, hem de mülkî
ve siyasî tecrübe kazanmalarına yol açan devlet işleriyle olgunlaşırdı. İlmiye
mensupları her bakımdan doğru bilgi sahibi ve temiz insanlardan meydana
gelirdi. Halk arasında hak ve adaletle dâvâ gördüklerinden havâss ve avamca
saygı görürlerdi.

Osmanlı Devleti’nde ulema zümresi, temsil
ettiği dinî kimliğinden dolayı hep ayrıcalıklı ve güçlü bir sınıf olarak
varlığını devam ettirmiştir.

Çetinoğlu: Bu güçlü yapı
Kurtuluş Savaşı sırasında nasıl devreye girdi?

Dr. Çelik: Şehirlerinin
Yunanlılara verileceğini daha önceden sezen İzmirliler, ilk tedbir olarak hemen
bir araya gelip teşkilatlanma ihtiyacı duymuşlardı. Bu teşkilatlanmada
dindarlığı ile tanınan İzmir Valisi ve 17. Kolordu Komutanı Nureddin Paşa’nın
desteği önemli rol oynadı. İzmir’deki vatansever din adamları ve müderrisler
Cemiyet-i İlmiye, Cemiyet-i İslamiye ve Müdüfaa-i Hukuk-ı Osmaniye gibi
kuruluşlar etrafında birleşmişlerdir.

Çetinoğlu: Hepsi İzmir’de mi
faaliyet gösteriyordu?

Dr. Çelik: Manisa Müftüsü Âlim
Efendi, Manisa ilçelerinden Kula’da Müftü Mehmet Rasih Efendi, Turgutlu Müftüsü
Hasan Basri Efendi, Kırkağaç Müftüsü Ahmet Hulusi Efendi, sözü edilen
derneklerin şubelerini bulundukları ilçelerde kurmuşlardı.

 

Çal İlçesi Müftüsü Ahmet İzzet Efendi’nin
çalışmaları ayrı bir önem taşıyordu.

Topladığı gönüllü birliklerle Aydın-Köşk
cephesinde düşmanla çarpışmış, Millî Mücadeleye sadece bedenen değil, binlerce
liralık servetiyle de katılmıştı.

Çetinoğlu: Mustafa Kemal
Paşa’nın Samsun’a çıkışından sonraki gelişmelerden de söz eder misiniz?

Dr. Çelik: Mustafa Kemal,
memleketin kurtarılması vazifesini üstlenmiş olarak Samsun’a çıktığı andan
itibâren halkın tabiî lideri konumundaki din adamlarından büyük destek görmüştür.
Bu destek Samsun Rıhtımı’nda kendisini ilk karşılayan Mavnacılar Kâhyası ve
Samsun Vilayet Meclisi Âzâsı Molla Hacı Dursun Efendi ile başlamış, Havza’da
Sıtkı Hoca, Rufaî Şeyhi Ali Baba, Erzurum ve Sivas yolunda Şeyh Fevzi Efendi
ile devam etmiştir.

Çetinoğlu: Kurtuluş
Savaşı’nın ilk hareketlerinde din adamlarının durumu ne idi?

Dr. Çelik: İzmir Müftüsü Rahmetullah
Efendi, camilerden salâ verilmesini emretmiş ve İzmir’in güzel sesli hafızları,
mevlithanları, her biri birer minareden salâ ve ezan sesiyle şehrin semalarını
inletmişlerdir. Halk vakitsizce okunan salâ üzerine telaş ve heyecan içersinde
sokaklara fırlamıştı. Okunan salâyı, ruhanî vecd içinde dinleyen Müslüman halk
gözleri yaşlı ve heyecanlı Yahudi Mezarlığı’nda toplanmışlar ve gece olunca da
ateşler yakmışlardı. Halk büyük bir heyecan içindeydi.

İzmir Müftüsü Rahmetullah Efendi burada
heyecanlı ve duygu dolu bir konuşma yaptı. Müftü, vatan sevgisinin imandan
olduğunu, İzmir’in asırlardan beri ezan sesleri yükselen semalarında kulakları
tırmalayan ‘çan seslerine katlanmaktansa
şerefle ölerek şehadet şerbetini içmenin daha iyi olacağı
’nı açıklayarak
konuşmasını şu sözlerle bitirdi:

Kardeşlerim!
Ciğerlerinizde bir soluk nefes, damarlarınızda bir damla kan kaldıkça,
anavatanınızı düşmana teslim etmeyeceğinize Kur’an-ı Kerim’e el basarak benimle
birlikte yemin edin
…’

Bu çağrı üzerine bütün halk mukaddes
bildiği değerler üzerine tereddüt etmeden yemin etti. Miting sabah saatlerine
kadar devam etti. Topluluğun dağıldığı sırada işgal kuvvetleri de gemileri ile
limana girmiş bulunuyordu.

Redd-i İlhak Heyeti bir an bile boş
durmamış ve 15 Mayıs sabahı daha önceden kararlaştırıldığı şekilde ülkenin her
tarafına telgraflar çekerek bütün vilayet, sancak, kaza, nahiye ve belediyelere
şu metni göndermişti:

İzmir
ve havalisi Yunan’a ilhak ediliyor. İşgal başladı. İzmir ve mülhakatı kâmilen
ayakta ve heyecanda. İzmir son târihî günlerini yaşıyor. Son imdadımız sizin
göstereceğiniz muavenete bağlıdır. Mitingler yapınız, telgraflarla her yere
başvurunuz ve vatan ordusuna iltihaka hazırlanınız. Vakar ve sükûnetinizi son
derece muhafaza ederek kimsenin incinmemesine itina ve dikkat ediniz
“.

Nitekim bu çağrı tesirini hemen göstermiş
16 Mayıs 1919’dan itibaren Babaeski, Burdur, Ödemiş, Konya, Denizli ve diğer
yerlerde hareketlenmeler başlamıştır. 

Çetinoğlu: Denizli önemli.
Anlatır mısınız?

Dr. Çelik:
Yunanlıların
İzmir’i işgali ve sürekli yayılmacı bir politika tâkip etmeleri, bölgede
bulunan askerî erkândan mülkî erkâna ve din adamından çete reislerine kadar
halk üzerinde etkisi olan herkesi harekete geçirmiştir. Ancak bütün Anadolu’da
olduğu gibi bu bölgede de en önde yine din adamları vardı. Bunlardan en
önemlisi Denizlili Müftü Ahmet Hulusi Efendi idi. O, faaliyetlerini sadece
Denizli livası ile sınırlandırmayarak bütün bölgeyi içine alan bir liderlik
örneği sergilemiştir. Onun gayretleri sayesinde düşman ilerleyişi yavaşlamış ve
Anadolu’yu işgal etmenin her şeye rağmen ‘kolay’ olmadığı anlaşılmıştır.

23-26 Mart 1919 târihlerinde İzmir’de
yapılan bu kongreye Denizli sancağı merkezinden Müftü Ahmed Hulusi Efendi
başkanlığında Belediye Reisi Tevfik, Tavaslıoğlu Mustafa ve Küçükağazâde Ali
Beyler gönderilmiştir.

Kongre devam etmekte iken, Denizli’de
islenilen teşkilatı hemen kuracağını açıklayan Ahmed Hulusi Efendi, İzmir
dönüşünde yoğun bir teşkilatlanma çalışmasına girmiştir. Yaklaşan tehlikenin
büyüklüğü ve vahâmetini halka anlatmak üzere Denizli yöresinin bütün kasaba ve
köylerini dolaşmış, özellikle müftüler ve müderrislerle eşrafın önderlik ettiği
kurullar meydana getirmiştir.

15 Mayıs sabahının erken saatlerinde
mitingi halka duyurmak üzere bulunup kiralanan tellallar çarşı ve mahalleleri
dolaşarak ‘Allah’ını, dinini ve vatanını
sevenlerin Müftülük binası önünde toplanmalarını’
duyurdular. Bu arada
Müftü Efendi, cami imam-hatiplerine de haber göndererek sabah namazından sonra
cemaatle birlikte, miting yerine gelmelerini istedi. Kalabalığın artması
üzerine yanında din görevlileri, tekke şeyhleri, eşraf, öğretmenler ve yedek
subaylar olduğu halde Müftü Efendi Ulu Cami’ye gitti. Buradaki Sancak-ı Şerifi
asılı olduğu yerden tekbirler ve salat ü selamlarla indirerek caminin
çevresinde bekleyen kalabalığın önüne geçti. Daha sonra hep birlikte
tekbirlerle bayram yerine gelindi. Bu anda halkta heyecan doruk noktasına
ulaşmıştı. Mutasarrıf, Belediye Reisi ve bazı eşraf, belediye balkonunda daha
önce yerlerini almışlardı. Çalınan trampetlerle halk sükûnete dâvet edildi. Bir
anlık sessizlikten sonra Müftü Efendi’nin sesi duyulur oldu:

“Muhterem
Denizlililer!..

Bugün sabahın erken
saatlerinde İzmir, Yunanlılar tarafından işgal edilmiştir. Bu tecavüze karşı
hareketsiz kalmak, din ve devlete ihanettir. Vatana kaşı irtikâb edilecek
cürümlerin Allah ve târih önünde afvı  mümkinâtı yok günahtır. Cihad şartları tam
manasıyla teşekkül etmiş, dinî fariza olarak karşımızdadır. Hemşehrilerim!
Karşımıza çıkarılan dünkü tebaamız Yunan’dır. Onlar öteki düşmanlarımızın
vasıtasıdır. Yunan’ın bir Türk beldesini eline geçirmesinin ne manaya geldiğini,
İzmir’de şu bir kaç saat içinde işlenen cinayetler gösteriyor. Silahımız
olmayabilir, topsuz-tüfeksiz, sapan taşları ile de düşmanın karşısına
çıkacağız. İstiklal aşkı, vatan sevgisi, haysiyet şuurumuz ve kalbimizdeki iman
ile mücâdelemizin sonunda zaferi kazanacağız. Bu uğurda canını verenler şehit,
kalanlar gazidir. Bu mutlak olarak cihad-ı mukaddestir. Sizlere, vatanınızı
düşmana teslim etmenin çaresiz olduğunu söyleyenler, düşman esareti altında
olanlardır. Onlar irade ve kararlarına sahip değillerdir. Bu vaziyette
olanların emri ve fetvası aklen ve şer’an caiz, makbul ve muteber değildir.
Meşru olan; münhasıran vatan müdafaası ve İstiklal uğruna cihaddır.
Korkmayınız, me’yus olmayınız. Bu livâ-yı hamdin altında toplanınız ve
mücadeleye hazırlanınız. Müftünüz olarak ‘Cihad-ı
Mukaddes Fetvâsı
‘nı ilan ve tebliğ ediyorum… Elinizde hiçbir silahınız
olmasa dahi, üçer taş alarak düşman üzerine atmak suretiyle mutlaka fiilî
mukabelede bulununuz…’

Belediye meydanından taşan hissiyat dalga
dalga komşu il ve ilçelere de yayılmıştır. Nitekim İzmir’in işgalinden dört
saat gibi kısa bir süre sonra düzenlenen bu mitingin çevre il ve ilçelerde
fevkalade tesiri olmuştur.

Müftü Ahmet Hulusi Efendi, çevre il ve
ilçelerde de çalışmalarına devam etti. Aydın’ın kurtarılışında Denizli
Mücâhidlerinin büyük rolü oldu.

Çetinoğlu: Maraş’ta Sütçü
İmam da, Denizli Müftüsü gibi Kurtuluş savaşının simgesi olan din adamlarından
biridir…

Dr. Çelik: İngilizler
Mondros Mütârekesi’nin 7. Maddesini bahane ederek 22 Şubat 1919’da Maraş’ı
işgal etmişlerdir. İşgal üzerine daha önce sürgün edilen 1500 civarında Ermeni
Maraş’a geldi. Bunların isteği üzerine 30 Ekim 1919 başlarında İngilizler
yönetimi Fransızlara devretti. 

Fransızların Maraş’ı işgalinden sonra
olaylar tırmanmaya başlamıştı. İlk olay, Sütçü İmam hadisesidir. Uzunoluk
Camii’nde ücretsiz olarak imamlık yapan Hocaefendi, geçimini temin için
sütçülük yaptığı için ‘Sütçü İmam
olarak anılıyordu.  

I Ekim 1919 Cuma günü Fransızlardan güç
alan Ermeniler, Maraş sokaklarına dağılmışlar, önlerine gelen Türklere hakaret
ediyorlar, millete, dine ve mukaddesata el uzatıyorlardı. Bir Ermeni asker, içtiği
içkinin de tesiriyle sarhoş olup hamamdan çıkan bir Türk kadınına saldırarak
peçesini yırtmış ve: ‘Artık burası
Türklerin değil, Fransız memleketinde peçe ile gezilmez
.’ diyerek
kadıncağıza ilişmek istemiştir. Peçesi yırtılan kadın bayılması üzerine
hadiseyi Kel Hacı’nın kahvesinden gören Türkler hemen dışarı çıkıp olay yerine
gelmişlerdir. Ermeniler ihtarlara, kötü sözlerle karşılık verip silahla
mukabele etmişlerdir. Bu sırada Çakmakçı Sait’in, Ermeni kurşunlarıyla
yaralandığını gören Sütçü İmam, tabancasını çekerek Ermeni askerine ateş
etmiştir. Silah sesleri üzerine, henüz şehri terk etmemiş olan İngiliz
askerleri de gelmiş, mütecâviz Ermenileri, karargâha götürmüşlerdir.

İşgal kuvvetlerine karşı silah çeken ilk
Maraşlı, Sütçü İmam’dır.  O; bütün halkın
ayaklanmasına yol açmış, Maraş’ta istiklal mücadelesinin müjdecisi olmuştur.

Çetinoğlu:
Candan
aziz yurdumuzun diğer bölgelerinde bulunan Ahmet Hulusi Efendi, Sütçü İmam gibi
din adamları, şehitliği göze alarak gerçekleştirdikleri mücâdeleler sonunda
Kurtuluş Savaşı kazanılmış oluyor. Verdiğiniz bilgiler için çok teşekkür
ederim.
 

Dr. Öğr. Üyesi RECEP
ÇELİK:
                                                                                                                                   

1966
Afyon’da doğdu. İlk tahsilini Derbend köyünde, Orta dereceli tahsilini Afyon
ve Isparta’da tamamladı. 1985 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat
Fakültesi Târih Bölümü’ne kaydoldu. Bu bölümden 1989 yılında mezun oldu. Aynı
yıl İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Târih Bölümünde Yüksek
Lisans çalışmasına başladı. Bu bölümde; ‘Balkan Savaşında Şark Ordusu
Komutanı Abdullah Paşa’nın Hatırarı ’ adlı tezini hazırladı. 1991 târihinde
İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde aynı bölümde Doktora
programına kaydoldu. Bu bölümden ‘Millî Mücadelede Din Adamlarının Rolü’ adlı
teziyle bilim doktoru oldu. Sahasıyla ilgili birçok inceleme ve araştırmaları
bulunan Çelik, İngilizce bilmekte olup evli ve iki çocuk babasıdır.

Önceki İçerikFikir Damlaları
Sonraki İçerikSavaş
Avatar photo
28 Kasım 1938 tarihinde Bafra’da doğdu. İlk ve ortaokulu doğduğu şehirde bitirdikten sonra Ankara Ticaret Lisesi ve Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi’nde okudu. İş hayatına Ankara’da muhasebeci olarak başladı. Ankara ve Karabük’te; muhasebeci, mali müşavir ve profesyonel yönetici olarak devam etti. İstanbul’da, demir ticareti ile meşgul oldu. SSCB’nin dağılmasından sonra Türk Cumhuriyetlerinde sanayi yatırımları gerçekleştirmek üzere çok ortaklı şirket kurdu. Şirketin murahhas azası olarak Azerbaycan’da ve Kırım’da tesis kurup çalıştırdı. 2000 yılında işlerini tasfiye etti. İş hayatı ile birlikte yazı hayatı da devam etti. İlk yazısı 1954 yılında Bafra’da yayımlanmakta olan Bafra Haber Gazetesi’nde başmakale olarak yer aldı. Sonraki yıllarda İlhan Egemen Darendelioğlu’nun Toprak Dergisi’nde, Son Havadis ve Tercüman gazetelerinde yazıları yayımlandı. Türk Ocakları Genel Merkezinin yayımladığı Türk Yurdu dergisinde yazdı. İslâm, Kadın ve Aile, Yörünge, Ufuk, Emelimiz Kırım, Papatya, Tarih ve Düşünce, Yeni Düşünce, Yeni Hafta, Sağduyu, Orkun, Kalgay, Bahçesaray, Türk Dünyâsı Târih ve Kültür, Antalya’da yayımlanan Nevzuhur, Kayseri’de yayımlanan Erciyes ve Yeniden Diriliş, Tokat’ta yayımlanan Kümbet, Kahramanmaraş’ta yayımlanan Alkış dergilerinde, Dünyâ ve Kırım’da yayımlanan Kırım Sadâsı gibi gazetelerde de imzasına rastlanmaktadır. Akra FM radyosunda haftanın olayları üzerine yorumları oldu. 1990 – 2000 yılları arasında (haftada bir gün) Zaman Gazetesi’nde köşe yazıları yazdı. Hâlen; Önce Vatan Gazetesi’nde, yazmaktadır. Oğuz Çetinoğlu; Türk Ocağı, Aydınlar Ocağı, ESKADER / Edebiyat, Sanat ve Kültür Araştırmacıları Derneği ve İLESAM / Türkiye İlim ve Edebiyat Eseri Sâhipleri Meslek Birliği Üyesidir. Yayımlanmış Kitapları: 1- Kültür Zenginliklerimiz: (2006) 2- Dört ciltte 4.000 sayfalık Kronolojik Tarih Ansiklopedisi: (2008 ve 2012), 3- Tarih Sözlüğü: (2009), 4- Okyanusa Açılan Kapılar / Tefekkür Mayası Röportajlar: (2009). 5- Altaylardan Hira’ya Türk-İslâm Dostluğu: (2012 ve 2013), 6- Bilenlerin Dilinden Irak Türkleri: (2012), 7- Türkler Nasıl ve Niçin Müslüman Oldu: (2013), 8- Türkmennâme / Irak Türkleri Hakkında Bilmek İstediğiniz Her Şey: (2013). 9- Türklerin Muhteşem Tarihi: (Nisan 2014 ve Nisan 2015) 10- 115 Soruda Türk İslâm-Âlimi Mâtüridî (Röportaj): 2015) 11- Cihad – Gazi – Şehid: Kasım 2015. 12-Yavuz Bülent Bâkiler Kitabı (2016 Mehmet Şâdi Polat ile birlikte) 13-Her Yönüyle Kâzım Karabekir (2017 Mehmet Şadi Polat ile birlikte) 14-Dil ve Edebiyat Dergisi / İlk 100 Sayı Bibliygorafyası (2017 Mehmet Şâdi Polat ile birlikte) 15-Büyük Türk İslâm Âlimi Serahsî (2018), 16-Âyetler ve Hadisler Rehberliğinde Kutadgu Bilig’den Seçmeler (2018), 17-Edib Ahmet Yüknekî ve Atebetü’l-Hakayık (2018), 18- Büyük Türk İslâm Âlimi Mâtürîdî (2019), 19-Kâşgarlı Mahmud ve Dîvânu Lugati’t-Türk (2019). 20-Duâ / Huzura Açılan Kapılar. (2019) 10-Yesevi Yayıncılık, 12-Yakın Plan Yayınları, 13-Boğaziçi Yayınları, 14-Dil ve Edebiyat Dergisi, diğer kitaplar Bilgeoğuz Yayınları tarafından yayımlanmıştır.