Atatürk Atatürk’ü Anlatıyor-II-6-

68

“Ulusal Giz”

Arkadaşlarla Pontus çetelerinin
saldırısına uğramış Yenice Köyünü ziyaretten dönmüş doğruca Mıntıka Palas’a
gitmiştik. Yemekten sonra kahvelerimizi içip sohbet ediyorduk. Belediye önünde
bulup silahlandırdığım asker, otelin kapısında nöbet bekliyor, içeriye sinek
bile uçurmuyordu. Dışarıdan onun sesi geldi.

         
Yasah
hemşerim

Gürültü ve tartışma biraz uzayınca Cevat Abbas silahını çekip
dışarı koştu. Aralarındaki konuşmayı içerden duyuyoruz.

         
Ne
arıyorsun burada?

         
Mustafa
Kemal Paşa’yı göreceğim.

         
Ne
yapacaksın Paşa’yı

         
Ona
söyleyeceklerim var.

         
Nedir
söyleyeceklerin bana söyle, ben ona söylerim.

Konuşmasından Kürt olduğunu
anladığımız adam, mutlaka içeriye girmek istiyordu. Yaverim en sonunda kişiyi
bizim yanımıza getirdi. Karşımızda orta yaşlı, iri-yarı, kara gözlü, esmer,
pala bıyıklı halktan bir adam duruyordu. Ama bu adamın durumunda bir gariplik
vardı. Herkes ona bakıyor ve her davranışını göz hapsinde tutuyorlardı.

         
Gel
bakalım evlat, bir arzun mu var diye sordum.

         
Var
paşam, size söyleyeceklerim var!

         
Haydi,
çekinme, söyle öyleyse!

         
Paşam,
bana sizi vurmam için görev verdiler.

         
Peki
öyleyse, vur beni, yap görevini haydi!

         
Aman
paşam, sen vurulacak adam mısın, sen baş tacı olmaya lâyıksın.

Sonra ceketinin iç cebinden yepyeni bir tabanca çıkarıp
masanın üstüne bıraktı:

         
İşte
Paşam bana verdikleri tabanca “Git o vatan millet düşmanı, padişahımızın
düşmanı olan paşayı vur” dediler. Bende sizi öyle biri sanarak öldürmeğe karar
verdim. Üç gündür arkanda dolaşıyorum. Bütün düşüncelerim altüst oldu. Meğer
beni aldatmışlar. Az kaldı milletin babasını vuracaktım. Senin hemşerilerle
konuşmalarını dinledim, baktım ki sen yalnız bizi düşünüyorsun. Bizi
düşmanların elinden kurtarmaya çalışıyorsun, asıl hain onlar, o senin düşmanın
olacak namussuzlar. Ben de artık sendenim Paşam.

Bu kendi kendine gelip, kendi kendine
giden tehlikeye şaştım kaldım.

         
Al
tabancanı sok beline çocuk dedim, sen de artık benim askerim sayılırsın.
Tabancasız, silahsız olursak Pontuscular hepimizi gelip keser.

Kürt yurttaşımıza bir de kahve ısmarladım ve bizi
unutmamasını söyledim. Adam, kahvesini içtikten sonra tabancasını alıp beline
soktu ve ellerimi birkaç kez öperek çıkıp gitti. Yüreğimi bir umut ve sevinç
kaplamıştı. Tüm arkadaşların yüzü gülüyordu. Bu olaydan öğrenmiştik ki halk,
bizim dilimizi anlıyordu. Halk, dediklerimizi, kendi yüreğinin yankısı olarak
buluyordu. Halk, bir kurtarıcı bekliyordu. (3)

            Oysa birkaç
gün önce karamsar bir psikoloji içindeydim. Sağlık durumum bozuktu. Böbreklerimden
rahatsız olduğum için çok hoşlandığım ve adet edindiğim halde alkol
alamıyordum. Çok çalışmak zorundaydım. Kafamın içi Anadolu hareketinin
hazırlığının güç problemlerini çözmek için devamlı meşguldü. Böyle bir
karamsarlık altında 21 Mayıs’ta Kâzım Karabekir Paşa’ya gönderdiğim telgrafta şöyle
diyordum.

“Genel durumumuzun almakta olduğu
tehlikeli durumdan, çok acılı ve üzgünüm. Ulusa ve yurda borçlu olduğumuz en
son vicdani görevi ortak çalışmayla en iyi yapma imkânı bulunduğu kanısıyla bu
son görevi kabul ettim.

Bir an evvel sizinle buluşmak dileğindeyim ancak, Samsun ve
çevresinin durumu, yeterince güvenli olmadığından, burada birkaç gün
kalabileceğim.

Beni şimdiden aydınlatmaya yarayacak konular varsa
bildirilmesini rica eder, gözlerinizden öperim, kardeşim.” (5)

            Aynı ruh
haliyle 22 Mayıs tarihinde Genel Kurmay’a gönderdiğim raporun son cümleleri
endişeli ve acı bir feryadı hatırlatmaktaydı.

            “Varlığımıza
önem vermiyorlar, sanki ülkemizi açık bir sahra gibi görerek, kuvvetlerini
tasarladıkları gibi gizlice bölüp yerleştiriyorlar. Yavaş yavaş başlamış bu
harekât, yine aşamalı olarak ve aynı yöntemlerle artırılmakta ve sınırları
genişletilmektedir. Bugün her tarafta bu oldubittiler karşısında kalınacağı
ihtimalinin çok yüksek olduğunu saygı ve bağlılıkla bildiririm.”

            Gözlerimizin
önünde duran bu karanlık tablonun gerisinde gizli, başka bir âlem vardı ki, biz
artık bunu çok iyi görebiliyorduk. Bu âlem geniş Anadolu toprakları ile onun
üzerinde yaşayan halktı. Ulusal bir hareket yaratabilirsek bu karanlığın
yırtılabileceğine güveniyorduk. Büyük ölçülerde yaşanan deneyimlere rağmen yine
ulus duygusunun öldürülemediği ve yine kuvvetle yaşadığı hakkındaki inancımız
bu güvenin özünü oluşturuyordu. (14)

Devam edecek

Kaynak:

3 –
Hasan İzzettin Dinamo-“Kutsal İsyan”

5 –
Gazi Mustafa Kemal’den Bize, Söylevleri, Konuşmaları, Söyleşileri, Anıları,
Genelgeleri, Yazışmaları. M. Sunullah Arısoy

14
– Sabahattin Selek’in “Milli Mücadele Ulusal Kurtuluş Savaşı” çalışmalarından.

Önceki İçerikNiçin Geri Kaldık
Sonraki İçerikAtatürk Atatürk’ü Anlatıyor-II-7-
İdris Türkten 1 12 1949 tarihinde Tokat/Artova da doğdu. İlkokulu Artova Gaziosmanpaşa ilkokulunda, Ortaokul ve Liseyi Turhal da okudu. Berlin Teknik Üniversitesi Makine Mühendisliği bölümünün 2. Sınıfından ayrıldı. Kocaeli Petkim Petro Kimya Fabrikasından emekli oldu. Ülkü Ocakları ve Milliyetçi Hareket Partisi teşkilatlarının her kademesinde görev yaptı. İYİ Parti Kocaeli İl kurucuları arasında bulundu ve İYİ Parti yönetim kurulunda bir dönem görev yaptı. Halen Kocaeli Aydınlar Ocağı İdari Sekreterliği görevini yürütmektedir. Editörlük ve güncel Köşe Yazarlığı yapmaktadır. Biri kız, iki erkek evladı var.