Hezâr gıbta o devr-i kadîm efendisine
Ne kendi kimseye benzer ne kimse
kendisine
İbnülemin Mahmud Kemâl İnal ile Bir Mülâkat
Dr. ÖMER ÇAKIR
Kültür, sanat
ve edebiyat insanlarının yazdığı edebî eserlerin yanında konuşmaları da
önemlidir. Zira bir sanatkârın eseri sâdece yazdıklarından ibâret değildir.
Edebiyatçılarla yapılmış edebî kıymeti olan röportajlar aynı zamanda edebî
mülâkat/röportaj türünü de oluşturur. Bu tür metinlerin edebî değerinin yanında
özellikle edebiyat târihi açısından çok kıymetli bilgiler içermesi bakımından
önemi büyüktür.
Neticede,
geçmişten günümüze hangi ad verilirse verilsin, edebiyatçılarla yapılan
konuşmalar sâyesinde, onların sanat ve edebiyat hakkındaki görüşlerini ilk
elden öğrenme imkânı buluyoruz. Aynı şekilde sanatkârın hayatı ve eserleri hakkında
da bizzat kendisinden öğrenilen bilgiler önemli. Bunların yanında ediplerle
yapılmış bâzı mülâkatlar dili, üslubu ve içeriğiyle edebî özellik taşıdığı için
ayrı bir öneme sâhip. Zira bunlar sâyesinde sanatkâra, eserlerine ve devrine
ilişkin hiçbir yerde bulunamayacak bilgiler edinmek mümkün olabilmekte.
Öte yandan, bu
dünyadan yıllar önce göçüp gitmiş bir sanatkâr ile görüşüp konuşma imkânımız
olmadığına göre, vaktiyle kendisiyle yapılmış bir mülâkat âdetâ onunla
konuşuyormuş intibaını ve tadını da verebilir. Dolayısıyla, sanat ve edebiyat
mensupları ile hele de bunlar içinden ‘canlı
bir târih’, ‘ayaklı kütüphane’,
kısaca gerçek bir ‘Üstat’la yapılmış
bir konuşmanın hem öğretici hem de estetik zevki bambaşka olsa gerektir.
İşte böylesi
bir mülâkatla, İbnülemin Mahmud Kemâl İnal ile yapılmış bir görüşmeye, Vatan
Gazetesi’nin 23 Mart 1941 târihli nüshasında rastladım. Mülâkatı yapan gazeteci
Faruk Fenik, İbnülemin’i okurlarına ‘ayaklı
kütüphane ismine hakkıyla lâyık olan, Üstad ve aynı zamanda canlı bir târih’
olarak takdim ediyor.
Mülâkatın
içeriğinden; Üstad’ın hece, aruz ve şiir hakkındaki görüşlerini, ilk yazıları
ve Ahmet Midhat Efendi ile münâsebetini, zengin koleksiyonu ve kütüphanesi ile
mütâreke günlerinde bunların başına nelerin geldiğini öğrenebiliyoruz.
İbnülemin Mahmud Kemal, söz konusu mülâkatta ayrıca eser yazmanın güçlüğünden,
ancak kimilerinin ise onun bunun eserinden kaynak göstermeden bilgiler alıp
kitap yayımladığından da bahsederek devrine ilişkin eleştirilerde de bulunur.
Hem Üstadın kendine
has diline ve üslûbuna müdâhale etmemek hem de mülâkatın yayımlandığı yılların
imlâsının nasıl olduğunu gö(ste)rmek bakımından orijinaline hiç müdâhale
etmeden metni aynen vermeyi uygun buldum. Bu vesileyle, 24 Mayıs 1957’de ebedî
âleme göçen, Türk kültürüne büyük hizmetleri olmuş bu değerli zâtı rahmet ve
şükranla anıyorum.
İbnülemin Mahmud Kemal: ‘Ayaklı Kütüphane’ İsmine Hakkıyla Lâyık
Olan Üstad, Aynı
Zamanda Canlı Bir Târihtir de…
İbnülemin
Mahmud Kemal… O’nu tanıyanlar için, yalnız bu isim kâfidir. Başka hiç bir şey
ilâve etmeğe lüzum yok. Tanımayanlara O’nu tanıtmak için, elimdeki kalem ve
gazetede bana tahsis edilen sütun doğrusu kâfi değildir.
İbnülemin
Mahmud Kemal… Son asrın yaşıyan târihidir. Ondan, bütün istediklerinizi
fazlasile öğrenebilirsiniz. O, bütün Türkiye’nin, fahrî profesörüdür. Nice
kuvvet kaynağı zannettiğiniz kimseler, sırtlarını İbnülemine dayanmışlardır.
Bütün hayatını ilme tetkik ve tetebbua vakfetmiş kıymetli mütefekkir yardımlarını,
fisebilillah her isteyene yapmaktan bir an olsun bile yılmaz.
Bu mütevâzı
ilim adamını Mercan’daki evinde, kurduğu târih sayfalarına bir sayfa daha ilâve
etmek için çalışırken gördüm. ‘Buyurun
evlâdım, oturun’ diye karşıladı. Elini öptükten sonra gösterdiği sedirin
üzerine şöyle bir iliştim. ‘Aferin dedi
sözünüzde durdunuz. İnsan sözünün eri olmalı…’
Havadan sudan
epey konuştuktan sonra sözü edebiyata getirdim.
İnsan
İbnülemin’le havadan sudan bile konuşsa saatlerce konuşacağı geliyor. Bu ayaklı
kütüphaneden her an bir zerre daha istifâde edip fikir hamulesini katre katre
dolduran adam, pınardan ayrılmak ister mi?
-Üstad, Son Asır Şâirleri diye yazdığınız eserle
meşgulsünüz galiba?
-Evet. Onunla
meşgulüm.
-Kaç cilt olacak?
-Şâirlere
mahsus teskere yazanların sonuncusu Fatin’dir. Hicrî 1270 yılına kadar gelen
şâirleri, sâlim teskeresine zeyl olarak, gayet muhtasar yazmıştır. O târihten
zamanımıza kadar bir zeyil yazılmamıştır. Bu noksanı, elden geldiği kadar ikmal
etmek için çalışıyorum.
Asıl ismi ‘Kemalüşşüera’ idi. Târih encümeni adı
değiştirerek ‘Son Asır Türk Şâirleri’
olsun dedi. Ne yapalım mademki öyle istediler, öyle olsun, dedik. O adı
koyuverdik. 10 cildi tabolundu. Hepsi tahminen 13 – 14 cilt kadar olacak. Bu
eserin bir kıymeti varsa, içindeki zatlardan pek çoğunu görerek görüşerek
tercümei hallerini yazışımdır. Bu muvaffakiyet, her târih yazan adama nasip
olmaz.
-Bu eseri vücude
getirmek için çok zahmet çektiniz mi?
-Fesuphanallah…
Boyacı küpü değil ya, sok çıkar. Ama onu da hor görmiyelim. Boyayı kaynatacak,
kumaşı alıp sokacak, çıkartıp asacak, kurutacak… Tabii, pek çok zahmet
çektim. Zahmetsiz rahmet olur mu?
Bizden evvel
gelenler, bir eser telif etmek için ömürlerini telef ederlerdi. Bir meselenin
halli için, başvurmadıkları yer kalmazdı. Aslında maişetlerine yetmiyen
paralarının bir kısmını ilim uğrunda sarfederlerdi. Şimdi bazı musannifler
görüyoruz ki hazıra konmaktan başka bir iş gördükleri yoktur. Başkalarının
evvelce yazdıkları eserlerin münderecatını pek çok defa mehaz göstermiyerek
kopya ediyor, eser diye ortaya koyuyorlar. Bunlara karşı: ‘Senden kapar, benden kapar, yastık kadar cildler yapar. Hepsinde de
sehve sapar Ol câhilü Alimnüma’ Demeğe insan mecbur oluyor. Daha garibi
bunların, eserinden istifâde ettikleri adamın aciz ve cehlini ve kendilerinin
iktidar ve kemalini iddia edecek kadar, küstahlık göstermeleridir.
Ne diyelim? ‘Cehlin ol mertebesine sehl olmaz Kesbsiz tâ
bu kadar cehl olmaz.’
-Aruz ile heceden hangisini tercih edersiniz?
-Bence şiirin
parmaklısı parmaksızı yoktur. Her güzel şey şiirdir. Güzel olduktan sonra
aruzla da söylense, heceyle de yazılsa şiir şiirdir. Fakat parmak hesabile
söylemek her halde aruz ile söylemekten daha zordur.
Aruz vezni
ahenktar olduğu için kusurları birdenbire göze çarpmıyor. Bu âdetâ kıyâfeti
tezyin olunmuş bir dilbere benzer ki, üstündeki tezyinat elbise vesâire onun
kusurlarını birdenbire göstermez. Parmak hesabile söylenen şiirler ise çıplak
bir güzele benzer ki en ufak bir kusuru bile göze batar ve muhabbet yerine
insana nefret getirir.
-Gazete ve mecmualara kaç yaşından beri yazı yazmaya
başladınız?
-İlk yazıya
başladığım zaman 14 yaşında idim. Hatırladığıma göre ilk makalem ‘Ömrübeşer’ başlığıyla ‘Tarik Gazetesi’nde çıkmıştı. O makalemin
derhal gazeteye konması bana cesâret verdi. Kardeşim Tevfik merhumla senelerce
gazete ve mecmualara yazılar yazdık. En çok yazımız Tercümanı Hakikat’ta,
intişar etmiştir.
Ahmet Mithat
Efendinin pek çok teşvikini görüşümüz bu gazetede yazı yazmaya devamda en büyük
âmildir.
***
Kahvelerimiz
gelmişti. İçmeğe başladık. Kalemimi bıraktığımı görünce fırsattan istifâde edip
hoş fıkralar anlatmaya başladı. Bir iki kere kaleme davrandım, Yoo!… Dedi.
Anlatmam.
Peki dedim
dinlemeğe başladım.
-Nerede
efendim, o bizim zamanın eski kalem erbabı. Bir şey yazdığımız zaman yüzümüz
kızarırdı. Şimdi rastgelenin elinde bir kalem ve önünde bir kâğıt yazıp
çiziyorlar. Peygamber efendimize sormuşlar? ‘Kıyâmetin kopacağını nereden anlıyacağız?’ Efendimiz cevap vermiş.
‘Rast gelen kalemi eline alıp yazı
yazmaya başladığı zaman…’
Kalemi elime
almıştım. Fıkraları kesti…
–Sor bakalım da söyliyelim evlât…
Utancımdan
kıpkırmızı olmuştum. Evet benim de elimde tuttuğum bu kalemi kullanmaya
salâhiyetim yoktu. ‘Hayır’, dedim. O
kalemi kullanmakta kendimi âciz görüyorum, müsaade edin de bu yazıyı
yazmıyayım. ‘Senin için değil evlât’,
dedi. Haklıydı. Benim için olmasına imkân yoktu. Ben, arada bir mutavassıt,
onun fikirlerini karilere nakleden bir fotoğraf adesesi idim. O anlatmaya, ben
de yazmaya başladım.
-Tercümana
yazdığım birkaç makaleyi toplıyarak ‘Muhaverat’
isimli bir risâle vücude getirmiştim. Bunu bir teskere ile Ahmet Mithat
Efendiye gönderdim. Mithat Efendi bu risâlede basılmıyanları gazeteye
koydurduktan sonra kitabı matbaadan aldırarak teskere ile beraber kütüphanesinde
hıfzetmek kadirşinaslığını göstermiş.
Birkaç ay
evvel kitaplarının bir kısmı satıldığı sırada teskere ile beraber bu mektubu
Adana eşrafından Suphi Paşazâde Abidin Ramazan kitapçılarda görüp almış. Bunu
bana ariyeten verdiği zaman eserime bakıp kendimi yaşıma avdet etmişim
zannettim.
Yazıyı
okuduğum zaman yüzümün kızaracağını zannediyordum. Allaha çok şükür tahmin
ettiğim şey olmadı. Çocukluğuma göre fena yazmamışım.
-‘Sabih’ isimli
romanınız, bir yetimin sergüzeşti. ‘Rahşan’
isimli ve başka bazı hikâyeleriniz vardı. Sonra hikâye yazmaktan vazgeçtiğiniz
anlaşılıyor, acaba neden?
-Ben o
hikâyeleri yazdığım zaman 18-20 yaşımda idim. Hikâyecilikte devam edecek
olursam, tahsile lüzum gördüğüm bazı ilimlerden uzaklaşmam lâzım gelecekti.
Gençliğin bir noktada sebat etmemekteki tesiratı hikâyecilikten vazgeçmemde de
âmil olmuştur.
Sabih’in
ihtilâlnâme olduğuna, halkı ihtilâle dâvet ettiğine dâir saraya verilen jurnal
üzerine kitabın toplattırılması ve bir kısmının Selânikte yaktırılması (Kitap
Selânikte basılmıştı) şevke halel verdi. Bu yolda yazı yazmaktan vaz geçişime
bunun da çok tesiri olmuştur.
***
Gözlerim gayri
ihtiyari duvarları süsleyen yazılara takıldı. Bu eski sülüs ve ta’lik yazılı
kıymetli levhalar, tahta üzerine oyulmuş altınla yazılı nefiseler karşısında,
biraz izahat verir misiniz? Diyesim geldi. Gözlerine baktım. Gülümsedi.
-Anladım dedi.
Anlatayım. Çocukluktan beri nefis eşya ve bahusus yazı ve kitaplara pek ziyâde
merakım ve muhabbetim vardır. Vaktiyle Bedestenin dışında şimdi halıcı
dükkânlarının bulunduğu yer baştanbaşa sahaflara mahsustu. Her gün Bâb-ı
Âlî’deki vazifeme giderken oradan geçer, mutlaka her kitapçıya uğrardım.
Yıllarca süren bu muhabbet ve gayretleri neticesi olarak kıymetli ve nâdir
kitaplar ve yazılar ve târihe ait pek mühim vesikalar tedârik ettim. Ne fâide
ki mütâreke senelerinde ecnebî askerler tarafından evim cebren işgal olundu.
Kitaplarımın, antikalarımın hatta gazete koleksiyonlarımın pek çoğu yağma
olundu. Bu vakadan şevkim kırıldıysa da yine kitap ve bu türlü âsâra
muhabbetten nefsimi menedemiyordum.
Levhanın
birinin altında yazılı târihe gözüm ilişti: 1143 ‘İki yüz on beş sene, hiç bozulmamış’ dedim. Güldü: ‘Bizden eskilerin vücude getirdikleri sanat
eserleri. Bozulmamış kelimesini nasıl ağzımıza alabiliriz. Onların eserleri
işte böyle sağlam olurdu ve uzun seneler geçmekle bozulmazdı!’
***
Büyük salona geçmiştik.
Köşede bir takım mûsikî âletlerine gözüm ilişti. Ut, keman, tef…
-Mûsikîye muhabbetiniz bu gördüğüm âletlerden
anlaşılıyor.
-Mûsikîye
çocukluğumdan beri iptila derecesinde muhabbetim vardır. Onun için burada
haftada bir kere olsun ahibbamızla toplanarak mûsikî âlemleri tertip eder
hepimiz ruhen zevkler hâsıl ederiz. Geçmişlerimizin dehâsına, kudretine
baktıkça hayran olur ruhlarını rahmetle yâd eyleriz.
-Mûsikîden hazetmemek kabil midir?
-Ona ‘gıdayı ruh’ demelerinin elbette bir
sebebi var. En meşhur âIimlerden Abdülganiyünmabüsi bir eserinde mahlûkat
içinde eşşekten başka mûsikîden haz etmiyen yoktur. Demişti.
Son zamanın
mûsikî Üstadlarından merhum Ahmet Mükerrem’e bir münasebetle bundan
bahsettiğimde telâş eseri göstererek: ‘Aman
efendim öyle değil, eşşek bile mûsikîye bayılıyor. Birkaç sene evvel bazı
mûsikî arkadaşlarımızla Yakacıkta Ayazma’nın alt tarafındaki koruya gitmiştik.
Fasla başladığımız sırada ileride otlıyan bir eşek yanımıza geldi, bitinceye
kadar ağzından salyası akarak dinledi. Fasıl bittikten sonra bir müddet o hal
ile bekleyip; çalmıyacağımızı anlayınca yine otlamaya gitti. İkinci defa fasla
başlayışımızda evvelki gibi yine geldi’ dedi ben de Abdülgani yalan
söylemez, demek ki eşeklerin de tabiatı değişmiş, dedim.
Kaynak:
Dr. Ömer Çakır
https://www.researchgate.net/publication/341608860_Ibnulemin_Mahmud_Kemal_Inal_ile_Bir_Mulakat (et: 30.08.2021/10.32)
İBNÜLEMİN MAHMED KEMAL İNAL DİYOR Kİ: Terceme-i Hâlbuki bir Müverrih, *** İbnülemin |
FAYDALANILAN KAYNAKLAR
Dursun Gürlek: İbnülemin Mahmud Kemal İnal. Kubbealtı Neşriyat. İstanbul 2017
Dursun
Gürlek: İbnülemin Mahmud Kemal İnal.
Timaş Yayınları. İstanbul 2020
İbnülemin Mahmud Kemal İnal: Hoş
Sadâ. Ketebe Yayınları. İstanbul 2019
Hüseyin Kıyak: Bir İstanbul
Efendisi–İbnülemin Mahmud K. İnal. Yeditepe Fatih Dergisi. S. 1, s: 153-155
İstanbul 2020 İbrâhim Öztürkçü: İbnülemin’in
Rüyâları. Dergâh Yayınları, İstanbul 2018
İsmail
Kara-Şemseddin Şeker: Bir İnsan Bir
Devir. İstanbul Büyükşehir Belediyesi, İstanbul 2010
Mâhir iz: Yılların İzi. İrfan
Yayınevi, İstanbul 1975
Naci
Sadullah: İbnülemin Mahmud Kemal Bey
Neler Anlatıyor? Yedigün Mecmuâsı, S: 89, s: 9 İstanbul 1934
Orhan Bayrak: İbnülemin Mahmud Kemal İnal. Akıl Fikir
Yayınları, İstanbul 2015
Ömer Fâruk Akün: Diyânet İslâm
Ansiklopedisi. C: 21, s: 249-262. İstanbul 2000
Serdar Sezer Şimşek Türk: Düşünce
Târihinde İbnülemin Mahmud Kemal İnal. Doktora Tezi. Üsküdar Üniversitesi,
İstanbul 2020 Şemseddin
Şeker: İbnülemin Mahmud Kemal’in
Romanları. www.dergipark.org.tr (et: 15.08.2021 / 22.06)
Yasin Şen: Kökü Mâzîde Bir Âtî / İbnülemin Mahmud
Kemal İnal. Türk Yurdu, S: 316, Ankara 2013
Yusuf Ziya Ortaç: Portreler.
Akbaba Yayınları. İstanbul 1960
Yeni Şafak Gazetesi. İstanbul
15 Şubat 2022
Yeni Türk Ansiklopedisi: Ötüken
Neşriyat. İstanbul 1985