Hezâr gıbta o devr-i kadîm efendisine
Ne kendi kimseye benzer ne kimse kendisine
İbnülemin Mahmud Kemal İnal’ın Eserleri Hakkında Yazılanlardan Seçmeler
– 2
SEZER ŞAFAK
Mahmud Kemal
İnal Beyefendi, 19. yüzyılın son çeyreğinde yetişen, devletin yönetildiği Bâb-ı
Âlî’de birçok sadrıâzamla birlikte uzun yıllarca çalışan ve Cumhuriyet
döneminde bazı görevler üstlenmesinin yanı sıra Osmanlı dönemi devlet adamları,
şâirleri ve sanatkârları hakkında önemli eserler ortaya koymuş bir isim olarak
karşımıza çıkmaktadır. 19. yüzyılın son çeyreği ve 20. yüzyıl başlarının
siyâsetçi ve edebiyatçılarını yakından tanıyan ve pek çok kültür muhitinde
bulunan İbnülemin’in, çoğunlukla yaşadığı dönemi konu edinen eserlerinde söz
edilen sosyal meseleleri ve bu meseleler hakkındaki tespit ve düşünceleri son
derece mühimdir.
Mehmed Emin
Paşa’nın oğlu olan İbnülemin, Sarı Konak’ta İstanbul görgüsü ve terbiyesiyle
yetişmiş ve özel öğrenim görmüştür. Çocukluk yıllarından itibâren önemli devlet
adamları ve edebiyatçıların meclislerinde bulunan İbnülemin Bey, Yusuf Kâmil
Paşa’nın mühürdarı olan Mehmed Emin Paşa’nın oğlu olması sebebiyle 19. yüzyıl
sonlarında Bâb-ı Âlî’de yaşanan problemlere şâhitlik etmiştir. Yirmili
yaşlarına gelmeden Eyâlât-ı Mümtâze Kalemi’nde çalışmaya başlamış, uzun yıllar
boyunca Bâb-ı Âlî’de önemli görevler üstlenmiştir.
Bu dönemde
Ahmet Midhat Efendi’nin yayınlamakta olduğu Tercümân-ı Hakikat’te yazmaya
başlayan İbnülemin, ağırlıklı olarak din ve ahlâk konularından, İslâmiyet ve
medeniyet ilişkisinden söz etmiş, İslâmiyet’in ilerlemeye engel olmadığı
fikrini işlemiştir. Bunun yanı sıra oruç ibâdetinin faziletlerini anlattığı
Menâfiu’s Savm ile akıl, nefsin terbiyesi, ölüm gibi temalardan bahsedilen
Ravzatü’l-Kemâl adlı eserlerini de bu yıllarda kaleme almıştır.
1890’lı
yıllarda tefrika roman da yazan İbnülemin; ‘Sabih’,
‘Bir Yetimin Sergüzeşti’ ve ‘Rahşan’ adlı romanlarını kaleme alarak
bazı siyâsî ve sosyal problemleri ilk defa romanlarında işlemiştir. Nâmık
Kemal’in Cezmi romanından esinlenerek Sabih’i yazan İbnülemin, Müslümanların
Türkistan coğrafyasındaki fetihlerinden söz etmiş ve romanın yazıldığı İkinci
Abdülhamid Han döneminin problemlerini Türkistan’da yaşanmış gibi anlatarak pek
çok kritik konuya değinmiştir. Eserde; liyâkat sâhibi olmadan önemli mevkilere
tâyin edilme adâlet mekanizmasındaki aksaklıklar gibi problemlerden bahsedilmiş
ve yöneticilerde olması gereken hukuka riâyet, müşâvereye önem verme gibi
olumlu özellikler anlatılmıştır. Bu romanının sansürlenmesinin ardından
Sabih’teki tutumunu devam ettirmeyen İbnülemin, yetimleri gözetme, zorakî
evliliğin olumsuz sonuçları gibi konuları işlemeye koyulmuş ve ‘Bir Yetimin Sergüzeşti’ ve ‘Rahşan’ adlı romanları kaleme almıştır.
Günümüzde hâl
tercümesi/biyografi yazarı olarak tanınan İbnülemin, bu alandaki ilk çalışması
olan ‘Meşâhîr-i Osmâniyye’ adlı
makalesini 1898’te yayınlamıştır. Yaşadığı dönemin şâir, hattat ve devlet
adamlarının el yazısı örneklerini bir araya getirdiği ‘Hutût-ı Meşâhir Mecmuası’nı da bu yıllarda hazırlamış; Şûrâ-yı
Devlet azası İzzüddin Bey ve Yeni Osmanlılar Cemiyeti’nin kurucularından
Menapirzâde Nuri Bey’in hayatını bu dönemde kaleme almıştır.
Daha önceki
kuşağı (eslâf) çağdaş literatüre kazandırarak
yeni nesillere (ahlâf) tanıtmayı gaye edinen İbnülemin, bunu yaparken yalnızca
eslâfı yüceltmemiş, zaman zaman çok sert eleştirilerde bulunmuştur. Bu
bağlamda, günümüzde anlaşıldığı şekliyle İbnülemin’in yalnızca eskiyi anlatması
/ methetmesi gibi bir durumun söz konusu olmadığı anlaşılmakta ve bu
çalışmalarda geçmiş deneyimlerden ayrıntılarıyla söz edildiği görülmektedir.
Osmanlı
bürokrasisinin merkezi olan Bâb-ı Âlî’de genç yaşta çalışmaya başlayan ve
Saltanat’ın kaldırılmasına kadar 33 yıl boyunca burada görev alan İbnülemin,
19. yüzyılın son senelerinde Bâb-ı Âlî’deki aksaklıklara da yakından şâhitlik
etmiş ve liyâkat esâsına uyulmayan ve memurlardan mutlak itaat beklenen bu
kurumu ileriki yıllarda yayınlanan eserlerinde sıklıkla tenkit etmiştir.
Abdülhamid döneminin ardından İttihad ve Terakki Cemiyeti’nin etkin olduğu yıllarda
da Bâb-ı Âlî’de çalışmaya devam eden İbnülemin, İttihad ve Terakki hakkında da
kritik tenkitlerde bulunmuş; Sadrazam Said Halim Paşa’nın İttihad ve Terakki
karşısında birçok konuda pasif kalmasını ve bu dönemdeki hürriyet ile
bağdaşmayan katı yönetim tarzını eserlerinde tenkit etmiştir.
Meşrutiyet
basınında birden çok yazısı yayınlanan İbnülemin, bu yazılarının yanı sıra önemli
şahısların hayat hikâyelerini yazmaya devam etmiştir. Bir Bâb-ı Âlî
bürokratının kaleminden çıkan bu eserlerde devlet yönetimindeki problemlerden
ve bazı sosyal meselelerden söz edilmiştir. Beyânü’l-Hak Dergisi’ndeki
yazılarında dönemin ruhuna uygun olarak meşrûtî idâreyi selâmlayan İbnülemin, ‘Ehemm-i Umur’da âdil bir idâreye
kavuşulduğundan, ‘İdâre-i Meşruta’da
meşrûtî idârenin öneminden söz etmiş; ‘Hürriyet’
başlıklı yazısında ise hürriyeti, hayatın ruhu olarak târif etmiştir. Bu
yıllarda Fındıklılı İsmet Efendi ve Gelenbevî İsmail Efendi’nin hayat
hikâyelerini de kaleme alan İbnülemin, Encümen-i Şuâra’nın müdâvimlerinden Hersekli
Ârif Hikmet ve Leskofçalı Galib üzerine de iki ayrı çalışma ortaya koymuş ve
her iki ismin de Nâmık Kemal’in sosyal problemleri merkeze alan şiir
anlayışındaki etkisinden söz etmiştir. Şeyhülislâm Yahya Efendi’nin de hayat
hikâyesini yazan ve dîvânını yayınlayan İbnülemin, adâlet ve dürüstlük gibi
konulara ve Şeyhülislâm Yahya Efendi hakkındaki kısa hikâyelere yer vererek bir
devlet adamında olması gereken özellikleri dile getirmiştir.
Bu günlerde
Mustafa Kemal Paşa’yı rüyasında gördüğünü defterine kaydeden İbnülemin, ileriki
yıllarda yayınlanan Osmanlı Devrinde Son Sadrıazamlar’da Dâmad Ferid Paşa’nın
sadâreti döneminde Dürrîzâde Abdullah Efendi tarafından Kuvâ-yı Milliye
hareketi aleyhine yayınlanan fetvayı sert bir dille eleştirmiş, Ferid Paşa’yı
sadrazamlığa tâyin eden Sultan Vahideddin Han’ı da tenkit etmiştir.
Mahmud Kemal
Bey, Cumhuriyet döneminde de devlete sadâkatle hizmet etmiş, yapıcı tenkitlerde
bulunmuştur.
1930-1942
yılları arasında yayınlanan Son Asır Türk Şâirleri’nde ağırlıklı olarak 19.
yüzyıl sonları ve 20. yüzyıl başlarında yaşayan şâirlerden söz edilmiştir.
Mensup oldukları şiir akımları bakımından herhangi bir ayrıma gitmeksizin bütün
şâirlere yer vermeye çalışan İbnülemin, Cumhuriyet dönemi şâirleri arasında da
siyâsî görüş ayrımı yapmamıştır.
İbnülemin; Nâmık
Kemal, Yahya Kemal Beyatlı, Tevfik Fikret, Süleyman Nazif gibi şâirlerin
yanında Beykoz Kundura Fabrikası’nın muhasebe görevlisi Enver Bey, İzmir’de
turşuculuk yapmakta olan Âtıf Ölmez gibi isimlere ve dönemin siyâsî muhalifleri
arasında sayılabilecek isimlere yer vererek dönemin bütün şâir kadrosunu
tanıtmaya çalışmıştır.
Liyâkatin
önemine vurgu yapan İbnülemin, denizi görmeyenlerin kaptan-ı derya olmasından
söz etmiş ve eserin önsözünden itibâren neredeyse bütün başlıklarda devlet
yönetiminde liyakat esaslarına uymanın önemine işâret etmiştir.
İbnülemin,
Cumhuriyet dönemindeki eser isimlerinden yola çıkılarak, Cumhuriyet döneminde
Osmanlı dönemini bütünüyle öven, sâhiplenen, bu maksatla yüzlerce biyografi ve
binlerce sayfalık eserler ortaya koyarak bütün ömrünü eskiyi korumaya hasreden
ve hiçbir biçimde içinde yaşadığı zamanı yansıtmayan ‘nostaljik’ bir isim olarak görülmekte ve tanıtılmaktadır. Çağdaş
literatürde İbnülemin hakkında ortaya konan çalışmalarda bu bakış açısı hâkimdir,
basında yer alan yazılarda ve hâtırat niteliğindeki bazı çalışmalarda da
İbnülemin’in son dönemlerindeki gündelik hayat pratiklerinden yola çıkılarak
buna benzer bir portre çizilmekte, ‘mâzinin
türbedârı’ olduğundan söz edilmektedir. Buna karşılık, Sultan Abdülhamid
döneminden başlayarak, Meşturiyet ve daha sonraki Cumhuriyet yıllarında
İbnülemin son derece çağdaş bir isim olarak karşımıza çıkmaktadır.
Sezer Şimsek: 1989’da İstanbul’da doğdu. Lisans öğrenimini
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü’nde 2011 yılında
tamamladı. Hâlen Bartın Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü
Kurumlar Sosyolojisi Anabilim Dalı’nda Dr. Öğretim Üyesi olarak görev
yapmaktadır. Evli ve bir çocuk babasıdır. Yayınlanmış kitapları: Ebul’ulâ
Mardin: Cumhuriyet Devrinde Bir Osmanlı Âlimi (2015), İki Devrin Muhalifi Refi’
Cevad Ulunay ve İstanbul (2016), Şeyhü’l-muharrirîn Burhan Felek (2017), Burhan
Felek’in İstanbul’u (2017).
*masadak: Bir sözü veya hükmü tasdik eden husus. ‘Söylendiği gibi, denildiği şekilde, doğru,
sâdık, olduğu gibi, muvâfıktır, mutâbıktır, tıpkısı’ gibi mânâlara gelir.
Mânânın fertlerine de mâsadak denilebilir.
Son Asır Türk
Şâirleri Hakkında
BÜLENT
ŞIVGA
İbnülemin
Mahmud Kemal İnal tarafından ‘Kemâlü’ş-Şuarâ’
ismiyle kaleme alınan, ‘Son Asır Türk
Şâirleri adıyla yayınlanan eser, tezkire geleneğinin son örneklerinden biri
olarak sayılır. 1942 yılında ilk basımı yapılan Fatin Tezkiresi’nin zeylidir.
(Sonuna yazılan ek kısımlarıdır.) Son dönem şâirleri hakkında bilgi vermesi,
zaman zaman başka kaynaklara başvurarak iktibaslar yapması, belgeler göstermesi
bakımından dikkate şayandır.
Eserin
mukaddime bölümünde tezkirelerde gördüğümüz konulara değinilmiştir. Bu bölümde
yazar, kendisine kadar yazılan tezkireler hakkında kısaca bilgi vermiştir.
Fatin Efendi’den sonra şâirler tezkiresi tertip edilmediğini, tezkire yazma
teşebbüslerinin çeşitli sebeplerden dolayı neticesiz kaldığını dile getirerek
son yıllarda yetişen şâirlere dâir malûmat elde etmenin imkânsız bir hayal
olduğunu ifâde etmiştir.
Eserini
hazırlarken nasıl bir yol tâkip ettiğini, şâirler üzerine değerlendirmelerinde
nasıl davrandığını, şâirlerin hayat hikâyelerinde ne gibi inisiyatifler
sergilediğini ifâde ederek eserinin edebiyat âlemi için faydalı olması ve
okuyucularının kendisini hayırla yad etmesi emeliyle mukaddime kısmını bitirir.
Biyografi
kısmı olarak kabul edilen bölümde ise alfabetik olarak 574 şâir sıralanmış ve
bunlarla ilgili bilgiler verilmiştir.
Latîfî
Tezkiresi ve Son Asır Türk Şâirleri adlı eserlerde şâirler için verilen
bilgiler, ele alınan hususlar, ifâde tarzları, dil özellikleri, kullanılan
terimler, müelliflerin anlattıkları şâirlerin eserlerinden seçtikleri örnek
metinlerde ön plana çıkan özellikler:
Her iki esere de
bakıldığında, müelliflerin şâirlerle ilgili değerlendirmelerinde genel olarak
objektif davrandıkları görülüyor. Mahmud Kemal İnal, özellikle hayatta bulunan
şâirler ve eserleri üzerine uzun uzadıya açıklamalar yapmaktan sakınmıştır.
Çünkü en küçük bir tenkidi bile hazmedemeyen
kişilerin
kendisine güceneceklerini düşünerek böyle bir durum sergilemekten mümkün
mertebe geri durmuştur. Bir sebebi de şâirlerin edebî tekâmül içerisinde bulunmalarıdır.
Yapılacak bir tenkidin, şâirin edebi tekâmülünü sekteye uğratabileceği düşüncesinden
dolayı bundan uzak durmuş olabilir.
Latîfî
Tezkiresi’nin geneline bakıldığı zaman ancak bir iki şâire yönelik olumsuz
tenkitlerin yapıldığı tespit edilmiştir. Latîfî, bu eleştirileri yaparken düşündüğünü
söylemekten asla çekinmeyen bir mizaç sergilemiştir. Latîfî; şâirlerin gerçek
kıymetlerini, mevkileri ne olursa olsun, açıkça ve çekinmeden belirtmiş,
koyduğu ölçütlerle her şâire lâyık olduğu kadar kıymet vermiştir.
Latîfî’nin
şâirler için getirdiği bu kıstas fikri Mahmud Kemal İnal’da da görülmekle
birlikte hissî davranmaya varan bir tutum sergilediği de görülmektedir.
Objektif olma
gayretlerine rağmen İbnülemin’in tam mânâsı ile neslinin son temsilcisi
olduğuna, ele aldığı şahıslar hakkındaki değerlendirmeleri şâhittir. Latîfî
Tezkiresi’nde her şâir hakkında bulunabilen birçok bilginin gerektiği ölçüde
verilmesine gayret edilmiştir. Mahmud Kemal İnal ise Ziya Paşa, Nâmık Kemal
gibi daha önce haklarında çeşitli yazılar yazılan kişilerin biyografilerini kısa
tutma yoluna gitmiştir. Son Asır Türk Şâirleri’nin diğer bir farkı da aruzla yazan
şâirlerin yanında hece şâirlerini de içerisinde barındırmasıdır. Bu iki eserin
mukaddimelerinde dikkatimizi çeken diğer bir fark ise Latîfî Tezkiresi besmele,
hamdele ve salvele ile başlarken Son Asır Türk Şâirleri’nde bunun olmamasıdır.
Her iki eserde
de şâirler alfabetik olarak sıralanmasına rağmen Mahmud Kemal İnal zeyl yaparak
bu alfabetik sıralama düzenini mecburî olarak bozmak mecbûriyetinde kalmıştır.
İki eser
arasındaki diğer bir fark ise Mahmud Kemal İnal’in ‘Kendime Dâir’ başlığı atarak kendi hayat hikâyesine yer vermiş olmasıdır.
Lâtifî Tezkiresi’nde böyle bir durum yoktur. Lâtifî Tezkiresi ‘Hâtime’ kısmı ile tamamlanırken, Son Asır
Türk Şâirleri eseri bazı kişiler tarafından yazılmış takrizler kısmıyla hitâma
erdirilir.
Latîfî,
tezkiresinin biyografi kısmında bilgi vereceği kişi, dîvan şiirinin önemli isimlerinden
biri ise veya önemli devlet makamlarından birinde görev alıyorsa daha ilk
cümlelerinde pek çok övücü sıfata yer verip onun önemini daha başlangıçta
vurgulamaya çalışmıştır. Aynı şekilde ele aldığı kişi hayatta değilse mahlastan
sonra ona rahmet dileyen bir duâ cümlesi eklemiştir.
Mahmud Kemal
İnal ise ele aldığı kişinin sâdece ismini zikrederek başlığını oluşturmuştur. Her
iki eserde de şâirlerle ilgili ismi, lakabı, nereli olduğu, kimin oğlu olduğu, babasının
hangi görevlerde bulunduğu, eğitim durumu, hangi makamlarda bulunduğu, ölüm târihi
ve mezarının yeri üzerine bilgiler verilmiştir.
Mahmud Kemal
İnal, şâirlerle ilgili doğum yeri ve târihi bilgisine yer verirken Latîfî
Tezkiresi’nde özellikle doğum târihi üzerine takvime dayalı bir tespitin yok
denecek kadar az olduğu görülmektedir. Bu bilgilerden sonra her şâir için yapılmamakla
birlikte şâirlerin ön plana çıkan kişilik yapıları ve fizikî görünümüne dâir
bilgiler sunulur. Şâirin edebî kişiliğine yönelik değerlendirmeler genellikle
yaratılışında şiir kudret ve yeteneğinin bulunup bulunmadığı ve şâirlik
mizacının genel niteliklerinin tanıtımı üzerinedir.
Latîfî Tezkiresi
ve diğer birçok tezkirede şâirlik kabiliyeti, genellikle olumlu çağrışımlara sâhip
kelimelerle zikredilir. Şâirin yaratılış hâlini, sanat mizacını ve
yeteneklerini ifâde etmek için başta ‘tab’ olmak üzere kudret, kuvvet, kâdir, tabiat,
iktidar ve benzeri kelime ve bunlarla yapılan tamlamalar tezkirelerde geniş yer
tutar. Bu özellik Latîfî Tezkiresi’nde de görülmektedir.
Mahmud Kemal
İnal, kişinin şâirlik ve şiirlerine yönelik değerlendirmeler bir iki cümle ile
geçiştirilmiştir. ‘Edib, terbiyeli, halîm,
dil-nüvâz bir şâir-i mâhir idi… Şiiri gıda-yı ruh addetmişti. Dâhil olduğu
mecliste söz söylemezdi. Şiir okurdu, okumaktan zevk-yâb olurdu…’ şeklinde
değerlendirmelerde bulunmuştur. Bu değerlendirmeler yapılırken her iki eserde
de şâirle ilgili anekdotlara yer verilmiştir. Mahmud Kemal İnal, şâirin kendi
ağzından hayat hikâyesini veya onu tanıyan çok yakın birisinin ifâdelerini eserine
koyarak birincil kaynaklara yönelmeye çalışmıştır. Mahmud Kemal İnal’in ‘Bazı şâirlerin bizzat yazdıkları tercüme-i
hâllerini aynen derc ettim. Herkes, kendini elbette başkasından iyi bilir.’
ifâdeleri bu durumu açıkça ortaya koymaktadır. Latîfî ise ele aldığı şâire
yönelik uzun ve dikkatli bir inceleme ve araştırma yaparak birçok eser
tarayarak kanaatlerini ortaya koymuştur.
Latîfî ve
Mahmud Kemal İnal adı geçen eserlerinde şâir için yapılan değerlendirmeler
arasına kişinin şâirlik gücünü ortaya koyan bir iki beyit serpiştirmişler veya
şiirin hangi olay sonucunda yazıldığını belirten bilgi kısmının peşine beyit
alıntıları yapmışlardır. Bu beyit alıntıları birinin bir göreve gelişi üzerine
yazılan şiirlerden olabileceği gibi birinin doğumu veya ölümü üzerine yazılan
şiirlerden de olabilir. Aynı şekilde hayat hikâyesinin anlatıldığı kişinin
ölümü üzerine farklı kişilerin yazdıkları manzumelere de yer verilmiştir. Bu
şekilde nesir aralarına şiirler yerleştirilerek hem okuyucunun bilgiler içinde
bunalması önlenmiş hem de verilen bilgilere delil gösterme yoluna gidilmiştir.
Her iki eserde de biyografi kısmı şâirlerin eser adlarının zikredilmesi ve
şiirlerinden örnekler verilmesi ile tamamlanır.
Bülent Şıvga: Biyografi Yazma Açısından Latîfî ve Mahmud
K. İnal Mukayeyesi. Eski Türk Edebiyatı Araştırmaları Dergisi C: 2, S: 1,
s:340-352, İstanbul Şubat 2019