Ebüsuûd Efendi Ve Tefsiri – 4 (İrşâdü’l Akli’s-Selim- 4)

89

Türkiye kütüphanelerinde birçok
yazma nüshası bulunan eser 8, 9, 11 ve 12 cilt hâlinde olmak üzere çeşitli
zamanlarda ve değişik yayınevleri tarafından basılmıştır.

Tam adı İrşâdü’l-ʿaḳli’s-selîm ilâ
mezâya’l-Kitâbi’l-Kerîm
’dir. Ebüssuûd Efendi, bir tefsir yazmayı öteden
beri düşündüğü halde yoğun meşguliyetleri sebebiyle eserini ancak ömrünün
sonlarına doğru telif etmeye başlamış ve Sâd sûresinin nihayetine geldiğinde
Kanûnî Sultan Süleyman’ın isteği üzerine temize çekerek 1575 yılında padişaha
göndermiştir. Bir yıl sonra da tefsirini tamamlayıp yine padişaha takdim etmiş
ve büyük miktarda mükâfata nâil olmuştur.

Eserine yazdığı
kısa mukaddimede müfessir pek çok tefsir kitabı okuyup istifâde ettiğini,
bunlar arasında bilhassa Zemahşerî’nin el-Keşşâf’ı ile Beyzâvî’nin
Envârü’t-tenzîl’inin özel bir önem taşıdığını belirttikten sonra yazacağı
tefsirin özelliklerinden bahsetmiştir. Buradaki ifâdesinden anlaşıldığına göre
müellif, söz konusu iki eserde önemli gördüğü bilgilerle diğer tefsirlerdeki
bilgileri ve kendi zihninde hâsıl olan işâretleri bir araya getirmek suretiyle
bir tefsir yazmaya karar vermiştir.                                                                                                                   

Özellikle
Kur’ân-ı Kerîm’in fesâhat ve belâgatı üzerinde durulan eserde, âyetler
arasındaki münâsebetler açıklanıp cümlelerin taşıdığı ince ve gizli mânâların ortaya
çıkarılmasına dikkat edilir. Bâzan gramerle ilgili açıklamalar yapılarak
âyetlerdeki i‘rab vecihleri belirtilir. Yer yer mânânın anlaşılmasına yardımcı
olacak ölçüde kıraat farklarına da işâret edilir. Tefsirde şiirlerin de delil
olarak kullanıldığı görülür. Bütün bu özellikleriyle eser nahvî-edebî
tefsirlerden kabul edilir.

Ebüssuûd
Efendi, İsrâiliyat türünden rivâyetlere de yer vermiş, ancak bunlardan
bazılarının uydurma olduğunu, akıl ve nakille bağdaşmadığını ifâde etmiştir.
Hârût ile Mârût hakkında nakledilen rivâyet bunun bir örneğini teşkil eder.
Müellif böyle bir rivâyete güvenilemeyeceğini, bu tür hikâyelerin sâdece irşad
maksadıyla nakledilen mesellerden ibâret olduğunu kaydetmiştir.

Müfessir, bazı
İsrâilî rivâyetler hakkında ise doğru olup olmadığı hususundaki kuşkuyu
belirtmek için ‘denildi, rivâyet edildi
şeklinde ifâdeler kullanmıştır. Bu arada nâdiren işârî yorumlara da temas
edilmiştir.

Ahkâm
âyetlerinin tefsirinde bağlı bulunduğu Hanefî mezhebini öne çıkarmakla birlikte
Ebüssuûd Efendi, zaman zaman diğer mezheplerin temel görüşlerini de özet
hâlinde verir, kendi mezhebiyle diğer mezheplerin görüşleri arasında
karşılaştırmalar yapar.

Müellif, dil
ve belâgat yönüyle Arap edebiyatının doruk noktasında bulunan tefsirinden
dolayı, ‘Zamanın görmediği, kulakların
duymadığı sözler söylemiştir
’ şeklinde sitâyişle anılmıştır.   Kâtib Çelebi de tefsirin nüshalarının İslâm
dünyâsına yayıldığını, ifâde ve üslûbunun güzelliği sebebiyle büyük âlimlerin
kabulüne mazhar olduğunu, el-Keşşâf ve Envârü’t-tenzîl’den başka hiçbir
tefsirin bu ölçüde itibar görmediğini kaydeder.

Ebüssuûd Tefsiri’ olarak bilinen ‘İrşâdü’l-‘akli’s-Selîm’ isimli eserine
Ebüssuûd’un yazdığı önsöz:

Allah’ın Yüceliği

Resulü Hz.
Muhammed’i hidâyet ve hak din ile gönderen; ilâhı emir ve nehiylerle ilgili
hükümleri muhtevî mukaddes usullerin âdet ve rükünlerinden büyük küçük her şeyi
Resûl’üne bildiren; inananları her şeye galib ve üstün ve her türlü övgüye
lâyık gören, Allah’ın sırat-ı müstakîmine ileten; daha önceki semâvî kitapları onaylayan;
her işin doğrusunu söyleyen; hiçbir şeye ihtiyacı olmayan bilakis kâinattaki
her şeyin kendisine ihtiyaç duyduğu hak ma’buda ibâdeti emreden; bütünüyle
ahenkli ve âyetleri birbiriyle müteşabih, tekrar tekrar bıkılmadan okunan ve
okunduğunda haşyetiyle tüyleri ürperten; her güç meseleyi kolaylaştıran; gelmiş
geçmiş bütün söz ustaları bir araya gelip toplansalar ve aralarında
yardımlaşsalar bile benzerini veya eşdeğerini meydana getirmek hususunda bütün
insanları ve cinleri âciz bırakan; beyyinelerin en âşikârı ve hüccetlerin en
parlağı Kur’an-ı Kerîm’i, akıl sâhiperi üzerinde düşünüp ibret alsınlar diye
eğrisi-büğrüsü olmayan bir Arapça ile Resûlü’ne indiren Allah ne yücedir!

Kur’ân’ın çağrısına uyan kurtulur.

Yüce Rabbimiz
uzunca bir fetret devrinden sonra Hz. Muhammed’e Kur’ân’ı indirdi. O da
insanlar sapıklık içindeyken onlara hak yolu gösterdi. Böylece bâtılın
karanlığı sıyrılıp açıldı ve Hakk’ın nuru ufukta yükseldi. Şimdi kim Kur’ân’ın
çağrısına uyarsa o kurtuluşa erer; kim ona karşı direnir, heva ve heveslerini
Tanrı edinirse o felâket çukurunun kenarındadır ve sonuçta da oraya yuvarlanır.
Şurası da bir gerçektir ki Allah’ın nurundan nasibi olmayan kimsenin âkibeti
karanlıktır.

Yüce Allah
Resulü Hz. Muhammed’e O’nun Ehl-i Beyt’ine, itaatkâr ve faziletli Ashab’ına,
hayırda onların izinden gidenlere salât, selâm ve rahmet eylesin; onların
şânlarını yüceltsin; yıldızlar birbirini izledikçe, gece ve gündüz birbiri
peşinden gidip geldikçe salât ve rahmetini onların üzerine yağdırsın!

Bütün
bunlardan sonra hidâyet eden, doğru yolu gösteren Rabbinin rahmetine muhtaç;
O’nun fakir kulu Ebussuûd b. Muhammed Hamdi Hoca der ki:

Yaratılışın gayesi

Bu kâinat
kitabının tek harfi henüz yazılı değilken O’nun meydana getirilmesindeki asıl
sebep, âdem babamız henüz ortada yok iken, O’nun hamurunun yoğrulmasındaki
derin hikmet; gerçek şeref, lütuf ve kerem sâhibi, her şeyi ilk yaratılıştaki
hâline çeviren, öldürdükten sonra dirilten ve yaratan, şekil ve nizam veren,
Yüce Yaratıcı’nın hakkıyla bilinmek ve kendisine ibâdet edilmek istemesidir. Bu
maksada erişmek için de Kur’ân hükümlerini iyice anlamaktan başka yol yoktur.

Gerçi her şeye
üstün Allah, sonsuz kudretinin delillerini kâinat kitabının sayfalarına yazmış;
vahdaniyetinin bayraklarını maddenin cevher ve arazlarına dikmiş; cihanın her
zerresini, bilginin her damlasını, kudret kaleminin geçtiği her noktayı,
örneksiz icat levhasına yazılan her harfi cemâlini gösteren bir ayna; kemal sîfatlarını
düşündüren bir vâsıta; şüphe götürmeyen kesin delil ve kendisine yönelenler
için sapma imkânı vermeyen düz ve geniş bir yol kılmıştır. Özetle tabiatın her
zerresi Rabbin belgelerini okuyup açıklayan bir hatib gibidir. Bu seslere kulak
verip dinleyenler onun insanlara akılları ölçüsünde sırlarını açıkladığını,
sorulanları uygunca cevaplandırdığını, hikmetlerinin bazılarını gizlediğini
bazılarının da ince işâretlerini verdiğini göreceklerdir.

Yaratılışı anlamak için Kur’an’ın
gerekliliği:

Söz konusu
bütün bu belge ve delillerden yararlanmak; işâret ve alâmetleri maksada uygun kullanmak;
o beşer üstü ifâdelerin mânâlarını, satır aralarında gizlenmiş kaza ve kader
sırlarının sembollerini kavramak güç ve kuvvet sâhibi Allah’ın tevfıki olmadan
yalnız insan aklının üstesinden gelebileceği bir şey değildir. İşte Rabbin
kitabı Kur’an’ın indirilmesinden murad budur. Kur’an öyle bir İlâhî kitaptır ki
İslâm’ı ayrıntılarıyla ortaya koyar. En üstün melekeler bu kitapla kazanılır, dünyâ
ve âhiret saâdetine yine bu kitapla erişilir. Bununla beraber şânı yüce
Kur’ân’ın âyetlerinden bâzılarının ifâdeleri kapalı olduğundan anlaşılmaları
oldukça güçtür. Zâten onu her yönden mutlak mânâsıyla anlamak, semânın sonunu
bulmak veya onun burçlarına çıkıp oturmak kadar imkânsızdır. Böyle olması da
tabiîdir. Çünkü birbirinden farklı konulara temas eder; nazarî ve amelî bilim
ve fenlerin birçok inceliklerini, şer’i hükümlerle bunların delillerini içerir;
mülk ve melekût âlemlerinden haberler verir; aynı zamanda birtakım emirler ve
yasaklar öngörür. Her zaman ve her ülkede kalem erbabının sultanları sayılan büyük
âlimler, Kur’ân-ı Kerîm’i tefsire, âyetlerinin anlaşılmasını kolaylaştırmaya
çalışmışlar ve bu alanda pek değerli eserler tasnif ve telif etmişlerdir.

Niyaz ve Duâ:

Celâl ve
azâmet sâhibi, mülk ve melekût âlemlerinin tek yaratıcısı Rabbimden beni, niyet
ve arzumu gerçekleştirmeye muvaffak kılmasını; yanlış ve yanılgıya düşmekten
korumasını; bu eseri en güzel şekilde tamamlamak için bana yol göstermesini; kıyâmet
gününde yararlanacağım en hayırlı hizmet saymasını niyaz ederim.

Ey yalvarıp
yakarmak için yüzlerimizi koruyucu kapısına zilletle çevirdiğimiz Yüce Mevlâ!
Ey dilek sâhiplerinin yüce katına el açtığı Rabbimiz! Tevfik nurlarını
üzerimize yağdır; bizi hakîkatlerin ince sırlarına vâkıf eyle; hidâyet yolunda
ayaklarımızı sâbit kıl; bizi buyruğuna ve rızana uygun olarak konuştur.

Bizleri bir
an, bir sâniye bile kendi nefsimizle baş-başa bırakma; hayır neredeyse bizi
oraya çek. İşte boynumuz bükük, başımız yerde, sana yalvararak sana geldik.
Feyz dağıtan kapınızı çalıyoruz. Her işte sığınılacak yalnız Sensin. Senden
başka Rabb’imiz yoktur, Senin hayrından başka hayır da yoktur. Bütün işlerin
anahtarları Senin elindedir. Yaratmak da Senin, buyurmak da Senindir. Kıyâmet
günü dirilişten sonra dönüş yine yalnız Sanadır.

Yüce Allah’ın
ulûhiyyeti, zerrelerine kadar bütün kâinatı kaplamıştır. Bu isbat
gerektirmeyecek kadar apaçık bir hakikattir. Çünkü ulvî ve süfli varlıklar
olsun; mücerret ve maddî varlıklar olsun; ruh ve cisim olsun; imkân ve vücût
dâiresindeki her şey, haddi zatında Cenâb-ı Allah’ın gözetiminde bulunmaktadır.
Eğer O’nun terbiyesinin (tanzim ve yönetimi) bağları bir an için kesilirse,
anılan varlıkların hiçbiri yerinde duramaz, kendisini barındıracak bir yurt
bulamaz. Bütün o varlık dediğimiz şeyler mahvolur, yokluğa yuvarlanır. Fakat
şânı Yüce Cenâb-ı Akdes, hiçbir varlıktan rahmet bağını kesmez; geçen her
zamanda ve akıp giden her anda kendi zâtından, vücûdundan, sıfatlarından ve
kemâlâtından kaynaklanan öyle feyiz, bereket, lütuf ve ihsan yağdırır ki,
bunların çeşit ve miktarları ifâde kudretimize sığmaz; onları ancak Alîm / her
şeyi hakkıyla bilen ve Habîr / her şeyden hakkıyla haberdar olan Allah bilir.
İlâhî kanun ve sistemin zorunlu gereği budur; çünkü mümkinâttan hiçbir
varlığın, başlangıçta İlâhî kudret olmaksızın, kendi başına var olması
düşünülemeyeceği gibi, varlık âlemine çıktıktan sonra varlığını devam ettirmesi
de düşünülemez… Varlığın bekası da yine onu ilk yaratan Yüce ve Aziz Rabbimiz
tarafından sağlanır. Daha başlangıçta, bir varlığın, yokluğun kapıları
kendisine tamamen kapatılmadan varlık âlemine çıkması tasavvur edilemez. Keza o
varlığın, mucib sebebine bağlı olarak varlık âlemine çıktıktan sonra yokluğa
giden arızî yollar tamamen kapatılmadan varlık olarak devamı da düşünülemez.
Devamlılık vasfı, zorunlu bir vücudun (var olmanın) özelliklerindendir.

 

 

Ebüssuûd
Efendi’nin Diğer Eserleri – 1

1-Fetâvâ-Yı Ebüssuûd Efendi:

İstanbul
kütüphânelerinde Ebüssuûd Efendi’ye nisbet edilen fetvâların derlenmesiyle
meydana gelmiş birçok fetvâ mecmuası vardır. Beyazıt Devlet Kütüphânesi’nde
bulunan Ebüssuûd Efendi’ye ait iki fetvâ mecmuası yeniden düzenleyerek
yayımlamıştır.

Ebüssuûd
Efendi’nin fetvâlarını, biri ülkedeki bütün kadıları bağlayan fetvâlar, diğeri
onun bir müftü olarak dinî konularda sorulan sorulara verdiği cevaplar olmak
üzere iki gruba ayırmak mümkündür. Birinci gruba girenler ‘fetvâ-yı şerîfe’
adıyla padişaha sunulup tasdik edildikten sonra, devlet başkanının ictihadî
meselelerden birini tercih etmesi durumunda onunla işlem yapılacağı prensibi gereği
devletin bütün kadıları için bağlayıcıdır. Ma‘rûzât’ta yer alan Ebüssuûd’a ait
fetvâlarla kānûn-ı cedîdin nüvesini teşkil eden fetvâlar, Budin Kanunnâmesi’nin
mukaddimesi olarak kaydedilen ve mîrî arazinin esasını tanzim eden fetvâlar,
gedik, icâreteyn, istibdâl gibi konulara ait fetvâlar bu gruba girmektedir. Bu
tür fetvâlar kanunnâmeler gibi hukukî mevzuat arasında yer almış ve günümüzdeki
ictihadı birleştirme kararlarının fonksiyonlarını îfa etmiştir. Ebüssuûd
Efendi’nin bu fetvâları, Osmanlı Devleti’nin son zamanlarına kadar yapılan
bütün hukukî düzenlemelere temel teşkil etmiştir. Meselâ vakıf müessesesinin
zirveye ulaştığı bir dönemde Ebüssuûd Efendi vakıflarda gedik meselesini
araştırarak çalışmasını bir risâle içerisinde Kanûnî’ye fetvâ-yı şerîfe
şeklinde arzetmiş ve Osmanlı Devleti’nde asırlarca uygulanan, bazan faydalı,
bazan da zararlı sonuçlar doğuran gedik hakkının temeli Ebüssuûd’un bu fetvâsı
ile atılmıştır.

Yine mîrî
arazi rejimi, Ebüssuûd Efendi’nin bütün kanûn-ı cedîd nüshalarının baş tarafında
zikredilen fetvâlarında her yönüyle açıklanmıştır. Hatta Budin Kanunnâmesi’nin
mukaddimesinde mîrî arazi meselesi fetvâ şeklinde açıklandığı gibi Sultan
İkinci Selim Han döneminde hazırlanan Üsküp Kanunnâmesi’nin mukaddimesinde de
konu çok açık biçimde ve fetvâ tarzında beyan edilmiştir. Ayrıca sûfîler,
kızılbaşlar ve Şiîler’le ilgili fetvâları ile mâlikâne-divanî sistemi ve
Osmanlı vergi hukukunu yakından ilgilendiren öşür ve aksâmı hakkındaki
fetvâları Osmanlı hukukunda derin izler bırakmıştır.

Ebüssuûd’un
birinci gruba giren fetvâlarını diğer fetvâlarından ayıran en önemli özellik,
bunların cevaplarının kısaca ‘câizdir
veya ‘câiz değildir’ şeklinde olmayıp
bazan müstakil bir risâle teşkil edecek tarzda gerekçeleri ve delilleriyle
birlikte geniş olarak verilmesidir. Meselâ onun nakit para vakfının meşrû
olduğunu ileri süren ve Çivizâde Muhyiddin Mehmed Efendi’nin aksi yöndeki
görüşlerini tenkit eden fetvâsı nakit para vakfı hakkında müstakil bir
monografi gibidir. İmam Birgivî’ye karşı yine aynı konuda kaleme aldığı fetvâ
da müstakil bir risâle olarak basılmıştır. Sorulan soru ile ilgili fıkıh
kitaplarında farklı görüşler ortaya atılmış ve Ebüssuûd da bunlardan birini
tercih etmişse bunun delillerini etraflı şekilde fetvâlarında aksettirmiştir. Bu
hususta Ebüssuûd Efendi’nin İslâm hukukuna ve Osmanlı uygulamasına katkısı çok
önemlidir.

Ebüssuûd
Efendi’nin ikinci gruba giren, O’nun bir müftü olarak İslâm hukukunun hemen her
dalına ait verdiği fetvâlar ise çeşitli kişiler tarafından klasik fıkıh kitaplarının
sistematiğine uygun şekilde bir araya getirilmiştir. Ebüssuûd müftülüğü
süresince verdiği fetvâları bizzat kendisi tedvin etme imkânı bulamamış, ancak
daha hayatta iken kâtipleri ve talebeleri onun fetvâlarını derleyip
düzenlemişlerdir.

2-Macâkıdut-tarrâf fî evveli sûreti’l-Feth
minel-Keşşaf:
Türkmenistan’ın Taşavuz / Daşoğuz olarak da bilinen Zemahşer
şehrinde doğması sebebiyle, Türk asıllı olabileceği de belirtilen Fars kökenli
olarak kayatlara geçen Zemahşerî’nin (1075-1144) el-Keşşâf adlı tefsirindeki
Fetih sûresiyle ilgili bölümünün haşiyesidir.

3-Tefsîru sûreti’l-Furkân: Furkan
sûresi, Allah Teâlâ’nın yüceliğini, evrendeki hükümranlığının mutlaklığını
vurgulayan ve O’nu ulûhiyyetine yakışmayan niteliklerden tenzih eden âyetlerle
başlar; Kur’an’ın ilâhî kaynaklı ve Hz. Muhammed’in hak peygamber olduğu
hususundaki kuşkuları reddeden açıklamalarla devam eder.

4-Tefsîru sûreti’l-Mü’minîn: Mü’minun
sâresinin tefsiridir. Sûrenin girişinde sözü edilen mutluluğun mekânını teşkil
eden cennete vurgu yapılmaktadır. Sûrenin ilk âyetlerinde cennete gireceklerin
vasıfları, namaz ve zekât ibâdetlerini yerine getirmek, emânete riâyet etmek,
faydasız söz ve davranışlardan sakınmak ve iffetlerini korumak diye ifâde
edilmiştir

5-Risale fî bahsi îmâni’l-Fir’avn: Firavun’un
imanıyla ilgili olup son nefesinde iman eden kimsenin imanının sahih olduğunu
söyleyen âlimlere karşı yazdığı bir reddiyedir.

Bu eser,
Mü’minun sûresinin tefsiridir. Son nefeste tevbe meselesi, İslâm’ın en çok
tartışılan konularından biridir. Bâzı âlimler, tevbenin; Allah’ın Müslümanlara
bir ihsanı olduğunu, ölüm alâmeti başlayıp yaşamaktan ümidi kesilen insanın
tevbesinin sahih olacağı, kabul edileceği görüşündedir. Aksi görüşte olanlar da
vardır. Ebüssuûd Efendi, son nefes öncesinde iman etmenin sahih olmayacağını,
teferruatı ve delilleriyle anlatıyor. Teferruat ve delillerde, ölüm ânındaki
insanı teselli edecek hususlar da yer alıyor.

 

                                                                       
(DEVAM EDECEK)

BOĞAZİÇİ YAYINLARI:

Alemdar Mahallesi Çatalçeşme Sokağı Nu: 44 Kat: 3
Cağaloğlu, İstanbul Telefon: 0.212-520 70 76 Belgegeçer: 0.212-526 09 77  e-posta:
bogazici@bogaziciyayinlari.com
//   www.bogaziciyayinlari.com.tr  

Önceki İçerikAhlaksız Seçim İsteyen Müslümanlar
Sonraki İçerik‘’Sınırları Girne’de Bitermiş!’’
Avatar photo
28 Kasım 1938 tarihinde Bafra’da doğdu. İlk ve ortaokulu doğduğu şehirde bitirdikten sonra Ankara Ticaret Lisesi ve Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi’nde okudu. İş hayatına Ankara’da muhasebeci olarak başladı. Ankara ve Karabük’te; muhasebeci, mali müşavir ve profesyonel yönetici olarak devam etti. İstanbul’da, demir ticareti ile meşgul oldu. SSCB’nin dağılmasından sonra Türk Cumhuriyetlerinde sanayi yatırımları gerçekleştirmek üzere çok ortaklı şirket kurdu. Şirketin murahhas azası olarak Azerbaycan’da ve Kırım’da tesis kurup çalıştırdı. 2000 yılında işlerini tasfiye etti. İş hayatı ile birlikte yazı hayatı da devam etti. İlk yazısı 1954 yılında Bafra’da yayımlanmakta olan Bafra Haber Gazetesi’nde başmakale olarak yer aldı. Sonraki yıllarda İlhan Egemen Darendelioğlu’nun Toprak Dergisi’nde, Son Havadis ve Tercüman gazetelerinde yazıları yayımlandı. Türk Ocakları Genel Merkezinin yayımladığı Türk Yurdu dergisinde yazdı. İslâm, Kadın ve Aile, Yörünge, Ufuk, Emelimiz Kırım, Papatya, Tarih ve Düşünce, Yeni Düşünce, Yeni Hafta, Sağduyu, Orkun, Kalgay, Bahçesaray, Türk Dünyâsı Târih ve Kültür, Antalya’da yayımlanan Nevzuhur, Kayseri’de yayımlanan Erciyes ve Yeniden Diriliş, Tokat’ta yayımlanan Kümbet, Kahramanmaraş’ta yayımlanan Alkış dergilerinde, Dünyâ ve Kırım’da yayımlanan Kırım Sadâsı gibi gazetelerde de imzasına rastlanmaktadır. Akra FM radyosunda haftanın olayları üzerine yorumları oldu. 1990 – 2000 yılları arasında (haftada bir gün) Zaman Gazetesi’nde köşe yazıları yazdı. Hâlen; Önce Vatan Gazetesi’nde, yazmaktadır. Oğuz Çetinoğlu; Türk Ocağı, Aydınlar Ocağı, ESKADER / Edebiyat, Sanat ve Kültür Araştırmacıları Derneği ve İLESAM / Türkiye İlim ve Edebiyat Eseri Sâhipleri Meslek Birliği Üyesidir. Yayımlanmış Kitapları: 1- Kültür Zenginliklerimiz: (2006) 2- Dört ciltte 4.000 sayfalık Kronolojik Tarih Ansiklopedisi: (2008 ve 2012), 3- Tarih Sözlüğü: (2009), 4- Okyanusa Açılan Kapılar / Tefekkür Mayası Röportajlar: (2009). 5- Altaylardan Hira’ya Türk-İslâm Dostluğu: (2012 ve 2013), 6- Bilenlerin Dilinden Irak Türkleri: (2012), 7- Türkler Nasıl ve Niçin Müslüman Oldu: (2013), 8- Türkmennâme / Irak Türkleri Hakkında Bilmek İstediğiniz Her Şey: (2013). 9- Türklerin Muhteşem Tarihi: (Nisan 2014 ve Nisan 2015) 10- 115 Soruda Türk İslâm-Âlimi Mâtüridî (Röportaj): 2015) 11- Cihad – Gazi – Şehid: Kasım 2015. 12-Yavuz Bülent Bâkiler Kitabı (2016 Mehmet Şâdi Polat ile birlikte) 13-Her Yönüyle Kâzım Karabekir (2017 Mehmet Şadi Polat ile birlikte) 14-Dil ve Edebiyat Dergisi / İlk 100 Sayı Bibliygorafyası (2017 Mehmet Şâdi Polat ile birlikte) 15-Büyük Türk İslâm Âlimi Serahsî (2018), 16-Âyetler ve Hadisler Rehberliğinde Kutadgu Bilig’den Seçmeler (2018), 17-Edib Ahmet Yüknekî ve Atebetü’l-Hakayık (2018), 18- Büyük Türk İslâm Âlimi Mâtürîdî (2019), 19-Kâşgarlı Mahmud ve Dîvânu Lugati’t-Türk (2019). 20-Duâ / Huzura Açılan Kapılar. (2019) 10-Yesevi Yayıncılık, 12-Yakın Plan Yayınları, 13-Boğaziçi Yayınları, 14-Dil ve Edebiyat Dergisi, diğer kitaplar Bilgeoğuz Yayınları tarafından yayımlanmıştır.