Vefatının 21. Yılı Vesilesiyle AHMET KABAKLI Hayatı, Fikriyatı ve Eserleri – 19

111

Rahmetli
Hocam Ahmet Kabaklı’ya Dair… – 1

Prof. Dr. M. MEHDİ ERGÜZEL                                                                                                                    İstanbul
Yeniyüzyıl Üniversitesi Öğretim Üyesi

Oğuz Çetinoğlu: Ahmet
Kabaklı Hocamız, sıradan bir ‘dâvâ adamı’ değildi. ‘bir dâvânın adamı…’ daha
doğrusu ‘dâvâsının adamı’ idi. O’nun dâvâsı hakkındaki düşüncelerinizi lütfeder
misiniz?

Prof.
Dr. Mehdi Ergüzel:
Oğuz Bey,
önce, “hayrü’l-halefi olmaya çalıştığım” rahmetli Hocamı yâd etmeye vesile olan
bu sohbetimiz dolayısıyla size teşekkür ederim. Elazığ’ın memleketimize en
değerli hediyelerinden biri olan Ahmet Kabaklı, ailesinden ve yetiştiği
muhitten aldığı temel millî vasıfları nefsinde toplamış bir ruh hâleti içinde
“şehirler güzeli İstanbul’a geldiğinde, şairin deyişiyle “daha deniz görmemiş
bir Anadolu çocuğu’dur, 19-20 yaşlarındadır. İstanbul Yüksek Öğretmen Okulu’nun
yatılı öğrencisi ve Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde; Prof.
Dr. A. Nihat Tarlan, Prof. Dr. Ahmet Caferoğlu, Prof. A. Hamdi Tanpınar, Dr. A.
Karahan, Dr. Mehmet Kaplan’ın öğrencisidir. Cemil Meriç ve Cahit Okurer zaten
Elazığ Lisesinden iki değerli öğretmenidir. Fakültede arkadaşları; Muharrem
Ergin, F. K. Timurtaş, A. Alpaslan… küçük sınıflarda da sonradan hepsi profesör
olan O. Okay, N. Hacıeminoğlu, B. Emil, M. Akalın gibi “Yüksek Öğretmenliler”
vardır, ağabey sınıflarda ise ara sıra bize de anlattığı rahmetli Kaya Bilgegil
bulunmaktadır. Bu zengin irfan muhiti içinde Ayverdiler, N. Sami Banarlı, O.
Şaik Gökyay, Nurettin Topçu, İbrahim Kafesoğlu… gibi güzide şahsiyetler de yer
almaktadır. Bu arada onun şahsiyetini yoğuran iki hanımefendiyi unutamayız, onu
dualarla, türkülerle, masallarla büyüten anası Münire Hanım ve millî ruhu
nakşeden Ortaokuldaki Türkçe Öğretmeni Cemile Hanım. Ben bu iki nurlu ve
muhterem hanımı tanıdım ve ellerini öpmek şansını buldum…

Böyle bir ilim irfan camiasına, anasının
dualarıyla gelen genç Ahmet Kabaklı’nın bir “dâvâ adamı” olarak yetişmesi
mukadderdi. Kader onu 1948’e kadar “Âsitâne”nin beşiğinde salladı ve 24’ünde
“çiçeği burnunda bir Edebiyat Öğretmeni” olarak Diyarbakır Lisesine yolladı.
İlk yazı denemelerine öğrenciliğinde başlamıştı. Edebiyat Muallimliğinin tadına
vardığı ilk görev yerinden ayrılırken kendisini şehrin istasyonundan uğurlayan
duygulu öğrenci-veli kalabalığı, vazifesini hakkıyla yaptığının nişanesiydi.
Buradan iki öğrencisi de sonradan Profesör olan Kemal Eraslan ile ticarette
başarı gösterip hocasını unutmayan Cahit Dodanlı idi.

Askerlik, Aydın Lisesi, evlilik, Ankara
Hukuk, Paris… safhalarından sonra Hoca tekrar, hasretini çektiği İstanbul’dadır
ve öğretmen yetiştiren gözde bir eğitim yuvasının kadrosunda, Çapa Eğitim
Enstitüsü’nde; Banarlılar, Gökyaylar, Necatigiller’le bir aradadır. Artık eser
verme çağının heyecanı ve hazırlıkları içindedir. 1957’de Tercüman
Gazetesi’nin- kazanana yazdırmak vaadiyle- açtığı fıkra yarışmasının
birincisidir. Önce haftalık yazar. Bir yazısı üzerine, Y. Kemal Beyatlı’nın
kendisini telefonla tebrik edişini gözleri parlayarak anlattığını hatırlıyorum.
Zaten en sevdiği ve “görüşlerinde hemen hemen hiç yanılmayan mütefekkir
sanatkâr” diye övdüğü Yahya Kemal, onun hayatı boyunca fikirlerini aydınlatan
fenerlerden biridir.

Kabaklı Hoca, artık “Tek Parti Dönemi”nin
bittiği bu yıllarda, kendi alanında eserler vermek kararındadır. Örneklerle
zenginleşmiş, lise ve üniversite mensuplarına da hitap eden, birkaç ciltlik
“Türk Edebiyatı”, hem tarihî akışa hem de çok sayıda metne istinat eden
başlangıçtaki üç cildiyle 1962-66 arasında ‘Türkiye Yayınevi’nin parlayan
kitapları arasına girer. Bu arada Tercüman’daki “Gün Işığında” köşesi memleket
çapında ilgi görmekte “Kabaklı Hoca, bugün ne yazmış bakalım…” sözü halk
arasında tabii karşılanır olmuştur.

Buradan seçtiği yazılar ve uzun takdim
yazılarıyla “Mabed ve Millet” ile “Müslüman Türkiye” kitapları, Kabaklı
Hoca’nın, sonraki yıllarda gerilimi ve iddiası daha da yükselecek olan dâvâ
adamlığı vasfının manifestoları, daha doğrusu fikriyatının ana çizgilerini
veren gür sesi halinde, daha kitapların adıyla ilan ediliyordu. Rahmetli
Hocanın, benim çok beğendiğim tavsifiyle “Muhammed Oğuz Oğulları” bir “mabed
etrafı”nda hayatlarını şekillendirmişler, Asya’nın destanî asırlarından
getirdikleri millî cevherlerini Bizans’ın paslı kilidini kırarak bin yıldır
Anadolu’da “Müslüman Türkiye” ile mayalayıp nesiller boyu yaşatmışlar ve
istikbale yürümektedirler. Ana fikir budur: “Türk-İslam-Muasır”… Rahmetli
Kabaklı Hoca’nın hayatı hep bu sacayağı etrafında gelişti. “Türk Töresi”
başlığıyla neşrettiği bir dizi yazısından sonra asıl niyeti bir “Türk Destanı”
da kaleme almaktı. “Alperenler Kitabı” bu isteğinin farklı bir denemesidir.

Dava adamı Ahmet Kabaklı’nın sesi; Yunus
Emre, Mevlana ve Fuzulî asırlarından 20. asra doğru akıp gelen, Türkçeyle
korunan millî-İslamî değerde Türklük emanetlerinin, M. Âkif – Y. Kemal – Z.
Gökalp – Ö. Seyfeddin – A. Nihat – Tanpınar – N. Fazıl – P. Safa – C. Meriç- M.
Kaplan –N. Topçu… pınarlarında durula durula 1960-2000 arasının dağdağalı 40
yılında yükselen gür bir sestir. O, son nefesine kadar davasından taviz
vermedi. Ana-baba ocağından aldığı, hocalarından öğrendiği, bitmez tükenmez bir
enerji ile okuya okuya geliştirdiği fikriyatını hep bu Müslümanca, Türkçe,
insanca “ilim ve medeniyet yolunda çalışkan yolculuk” temsil etti. Ben
rahmetlinin boşuna bir zaman harcadığını zannetmiyorum. Hep meşguldür, okur,
yazar, yakınlarını ve öğrencilerini de öyle olmaya teşvik hatta icbar eder.
“Elin gâvuru nasıl çalışıp başarmışsa biz onlardan daha gayretli olmalıyız”
kanaatindedir. Kabaklı Hoca’yı anlamak zor değildir. Kitaplarını samimiyetle
çizerek, düşünerek okumak ve o konularda yazmak yeter.

Çetinoğlu: Türkçe’mizin
‘problemli bir dil’ olduğu söylenir. Tanzimat Fermanı ile başlayan batı
taklitçiliği Türkçe’mizi kökünden sarsmıştı. Bu bâdire, Genç Kalemler
Mecmuası’nın ‘Sâdeleştirme Hareketi’ ile atlatılmış iken, 1930’u yıllarda;
dilde tasfiyecilik, “Güneş dil teorisi” gibi şiddetli artçı depremler yaşandı.
‘Uydurukça’ denilen ve ayrıca ihtiyaç yokken batı dillerinden alınan
kelimelerin istilâsı ile dil depremi ve hatta dil katliamı devam ediyor. Bütün
bu menfi hâdiseler karşısında Ahmet Kabaklı’nın Türkçe anlayışı, kurtuluş
formülleri hakkında neler söylemek istersiniz?

Prof.
Ergüzel:
Türkçemizin
“problemli bir dil” olduğu kanaatinde değilim. Her dilin ne kadar meselesi
olabilirse Türkçenin de o kadar ve hatta daha az problemi vardır. Olsa olsa
dilimizin eğitiminde problemler vardır ki anlatmakla bitmez. Başarısız Millî
Eğitim Bakanları ve ufku dar maarif erbabının hataları, en az 60-70 yıldır
Türkçemizin yanı sıra onunla gelişen fikir ve edebiyat hayatımızın zevkli ve
güzel eğitimini de engellemektedir. Mehmet Âkifler, Yahya Kemaller Arif
Nihatlar, Tanpınarlar, Necip Fazıllar, Peyami Safalar, Ahmet Kabaklılar, Yavuz
Bülentler… yetiştiren Türkçe, hâlâ dünyanın en güzel, en ince, en derin ve en
engin dilidir.  Bence asıl mesele,
metinlere dayalı olarak öğretilmesi gereken zengin edebiyat ve fikir dünyamızın
çocuklarımıza ve gençlerimize aksettirilmesinde düşülen cahilce hatalardadır.
Şiirsiz, masalsız, hikâyesiz, denemesiz, romansız, yorumsuz, kitapsız,..
edebiyat eğitimi, dil eğitimi olmaz ama “bizde yıllar ve yıllar boyu test
makinesi gençler yetiştiren garip ötesi bir –güya- eğitim” vardır. Ne yazık ki
bu garabeti besleyen, destekleyen çevreler oluşmuştur. Kendi “dilini
fakirleştirmeyi sadeleştirme sanan” bu anlayış, yüksek seviyede edebî
eserlerimizin hızını kesmiş, verimliliği azaltmıştır. Dilin asırlardır
kazandığı kelime, nüans ve manalar feda edilemez. Dil, sadeleşemez, incelikleri
kuşa çevrilemez. Dil, olsa olsa kıvama erer, olgunlaşır. On bin kelimelik bir
sözlükle 400 bin kelimelik sözlük arasında tercih yapılmasını düşünmek, kırk
kere yanlıştır ve bir zihin hastalığıdır, ciddi bir eğitimle tedavisi gerekir.
Bilmeyenin işi, okumak ve öğrenmektir. Bu da eğitimle, kafa yormakla,
tefekkürle olur. Ahmet Kabaklı’nın yarım asırlık yazarlık hayatı, bizden önceki
nesle, bize ve bizden sonrakilere “dil yâremize dair” yazdıkları ve
söyledikleri, ciltler doldurur. Hoca bu konuda da muvaffak olmuştur.
Arkadaşlarıyla birlikte 1960’larda başlattığı “Yaşayan Türkçemiz Mücadelesi”
20-25 yılda netice vermiş, muhaliflerin, dili daraltmaya çalışanların, aklı
başına getirilmiştir. O yılların hatırası olan eserler arasında, N. Sami
BANARLI’nın “Türkçenin Sırları”, M. N. Hacıeminoğlu’nun “Türkçenin Karanlık
Günleri”, F. K. Timurtaş’ın “Türkçemiz ve Uydurmacılık” ve benzeri kitaplar
sayılabilir. Kabaklı Hoca, o yıllarda varlığına kastedilmeye çalışılan
Türkçeyi, Tercüman Gazetesinden de güç ve destek alarak, devrin fikir ve ilim
adamlarını etrafında tutarak, millet ve devlet nezdinde koruyup gözetmeyi
başaran bir öncü şahsiyet olmuştur. “Güneş Dil Teorisi” unutulup gitmiş, ilmî
bir temeli olmayan bir bakış açısından ibaret kalmıştır. “Dilde Tasfiyecilik,
Arı Türkçecilik ve Uydurukçacılık” da o yılların “soğuk algınlığı” gibi
talihsiz sayfaları arasındadır. Çünkü dil, kendisiyle oynanmasına izin vermez,
has evlatları yoluyla aslına rücu eder, “Gün Işığında” parıldamaya devam
eder.  Yeter ki gaflet, dalalet ve ihanet
olmasın. Türkçe 1300 yılı aşan yazılı tarihiyle, “Kitabeler devri”nden itibaren
günümüze ulaşan muhteşem eserleriyle, yakın gelecekte Türk Dünyasıyla ortak
“Örnekli Bir Milyon Kelimelik Büyük Türkçe Sözlüğü” ile üzerindeki tozları
silkeleyip atacaktır. Yeter ki Türkçe aşkıyla dolu devlet adamları ve bilhassa
Millî Eğitim Bakanları da görev başına gelsin. Ümidimizi hiç kaybetmedik.
Kabaklı Hocanın “Yaşayan Türkçemiz Sancağı” emin ellerdedir.

Çetinoğlu: Ahmet
Kabaklı gibi bir dâvâ adamı, kuvvetli bir kalem ve kelâm erbâbı, bulvarın sol
tarafındaki mahalle sâkinleriyle birlikte olsaydı, ebedî âleme intikalinin 21.
yılında; adını taşıyan kültür merkezleri, caddeler, sokaklar, okullar,
üniversiteler olurdu. Hakkında yazılmış mezuniyet, yüksek lisans, doktora
doçentlik tezleri kütüphâne raflarını doldururdu. Tespitlerime göre hakkında
yazılan 4 kitap, iki mezuniyet tezinin, Elazığ’da bir caddede ve bir okulda
isminin bulunmasını yeterli görüyor musunuz? Kimlerin neler yapmasını arzu
ederdiniz?

Prof.
Ergüzel:
Rahmetli Hocamızın
vefatını takip eden yıllar, Türkiye’nin siyaseten dalgalı yıllarıdır. Her ne
kadar son 20 yılda Hocamızın adı İstanbul Çapa’da sonradan kapatılan bir
Anadolu Öğretmen Lisesi’ne ve bir İlköğretim Okulu’na, doğup yetiştiği
Elazığ’da da yine bir liseye verilmişse de kâfi değildir. Bilhassa çok sevdiği
Harput’ta kurulacak bir Sosyal Bilimler Üniversitesi, Ahmet Kabaklı adını alsa
ne kadar yakışırdı. Bir gün o da olur inşallah. Hocamızın kitaplarını bağışladığı
Ali Emiri Kültür Merkezindeki kütüphane de Ahmet Kabaklı adını taşıyor. Yetmez.
Hakkında birkaç doktora tezi ve on kadar dil ve edebiyat tezi yapılması çok
yakışırdı. Asıl önemlisi de Kabaklı Hoca üzerinde önemli bir biyografi
çalışması yapan Dr. Erol Ülgen Bey, rahmetlinin 20 bin cıvarında yazısını
tespit etmiş. 55 yılda 20 bin yazı, muhteşem bir sayı.. Neredeyse her güne bir
yazı düşüyor. Yazmadığı gün yok. Bu yazıların gazetedeki köşesinin başlığı olan
“Gün Işığında 1, 2, 3..” dizisi halinde, konularına göre tasnif edilerek 25-30
kitap oluşturabileceği düşünülebilir. “Dijital” dedikleri ortamda
“e-kitap”larla herkesin istifadesine açılsa, yapılacak tezler için bu kolaylık
ne iyi olur. Yazılarının bir kısmı Türk Edebiyatı Vakfı Yayınları çıkmış olsa bile
“Ahmet Kabaklı Külliyatı”nın daha münasip olacağı görüşündeyiz. Ben naçiz bir
talebesi olarak böyle bir çalışmada memnuniyetle yer almaya daima hazırım.
Hatta bu iş, Vakıf bünyesinde oluşturulacak bir “Ahmet Kabaklı Enstitüsü”
tarafından da yürütülebilir. Hocanın adına her yıl vefat ayı Şubat’ta ilan
edilmek üzere ödüllü “Ahmet Kabaklı Deneme, İnceleme ve Fıkra Yarışması”
düzenlenebilir. Yayımlanmış eserlerinin kavram dizinleri hazırlanıp yeni
baskılarına eklenebilir. Hoca’ya yıllar içinde gönderilmiş binlerce mektuptan
seçilebileceklerle, Hoca’nın yazdığı mektuplardan bulunabilenler, kitaba veya
e-kitaba dönüşebilir. Kültür Bakanlığınca bir “Ahmet Kabaklı Armağan Kitabı”
yayımlanabilir. Avrupalılar bu işleri bizden iyi biliyor, kendi millî
değerlerini unutturmuyorlar…

Çetinoğlu: Türk
Edebiyatı Vakfı, -kabul etmek durumundayız- Ahmet Kabaklı dönemine nazaran daha
aktif. Âdeta köklü ve güçlü bir yayınevi gibi çalışıyor. Yapılanlar ve
yapılmakta olanlar sizce yeterli mi? Başka neler yapılabilir?

Prof.
Ergüzel:
Vakfımızın güzel,
verimli faaliyetler ve yayınlar yaptığına şüphemiz yok. Ancak Ahmet Kabaklı
dönemiyle kıyaslanması mümkün değil. Hocanın varlığı, yazdıkları ve konuşmaları
istisnai idi. Dinlemeye gelenler önce onun için gelirlerdi ve gururla dolu olarak
tekrar gelmek üzere giderlerdi. Ben en az çeyrek asırdır bu hakikatin yaşayan
şahidiyim. Siyasi ve kültürel hareketler liderleriyle kaimdir. Biz onun
ideallerini daha ileri taşıyabileceksek zaten bunu zamanla edebiyat tarihi
yazacaktır. Ancak yazarlar dünyamızda -ne yazık ki- bir Ahmet Kabaklı daha
vardır, diyemiyoruz. Hiçbir konuda yapılanların yeterli olduğu söylenmemelidir.
Türk Edebiyatı Vakfı’nın maddî gücü yüksek olmalıdır. Özel Tiyatrolar gibi
resmî bütçe desteğine sahip olmalıdır. Yayınları okullara satın
alınabilmelidir. Telif imkânları artmalıdır. Edebiyat eğitimi gören
üniversiteli gençlere burs ve kitap desteğinde bulunulabilmelidir. Dinî
kuruluşlara yardımı sevap sayan mantık, millî kuruluşların önemini de anlayacak
seviyeye yükselmelidir. Millî hassasiyet yüksekse dinî şuur da yükselir. Yoksa
şaibeli grupların istismarına açık hâle gelinir. Bunun için de devletin
şefkatli ve şuurlu eli, devreye girmeli, denetlerken desteklemelidir de… İstanbul’daki
Üniversitelerin kültür, sanat  ve
edebiyatla ilgili bölümleriyle, Sultan Şehir İstanbul’un 40’a yakın İlçe
Belediyesi’nin Kültür Müdürlükleriyle ortak / paydaş programlar
düzenlenebilmelidir. Hoca’nın sağlığında bunlar zor da olsa yapılabilmekteydi.
Nitekim şimdiki Vakıf Başkanı Serhat Bey ve yönetim kadrosu Azerbaycan başta
olmak üzere Türk Dünyasına açılmaktadır. Bu yıl ilk defa Türk Edebiyatı Vakfı
Ödülleri sunulmuştur ve inşallah devam edecektir.

(DEVAM EDECEK)

 

AZÎZ DOST AHMET KABAKLI’YA

Gün o gün; belli
değil suçlu, haklı

Gönlünde sevgiden
bir umman saklı.

Kabak tadı çoğalan
bir dünyada

Halis altınsın,
dost Ahmet Kabaklı.

 

Vuslat, deminde
Molla Hünkâr Pîr’in,

Can dostlara bir
destan sundun, şirin…

Cenab-ı Hak ömrün
uzun eylesin

Sevgi, saygı yâ
Şeyh’ül Muharrirîn.

                                                                      FEYZİ
HALICI

Önceki İçerikBazı Ülke Manzaraları Moral Bozucu Olmamalı…
Sonraki İçerikNe Ukrayna Ne Rusya ve Hem Ukrayna Hem Rusya
Avatar photo
28 Kasım 1938 tarihinde Bafra’da doğdu. İlk ve ortaokulu doğduğu şehirde bitirdikten sonra Ankara Ticaret Lisesi ve Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi’nde okudu. İş hayatına Ankara’da muhasebeci olarak başladı. Ankara ve Karabük’te; muhasebeci, mali müşavir ve profesyonel yönetici olarak devam etti. İstanbul’da, demir ticareti ile meşgul oldu. SSCB’nin dağılmasından sonra Türk Cumhuriyetlerinde sanayi yatırımları gerçekleştirmek üzere çok ortaklı şirket kurdu. Şirketin murahhas azası olarak Azerbaycan’da ve Kırım’da tesis kurup çalıştırdı. 2000 yılında işlerini tasfiye etti. İş hayatı ile birlikte yazı hayatı da devam etti. İlk yazısı 1954 yılında Bafra’da yayımlanmakta olan Bafra Haber Gazetesi’nde başmakale olarak yer aldı. Sonraki yıllarda İlhan Egemen Darendelioğlu’nun Toprak Dergisi’nde, Son Havadis ve Tercüman gazetelerinde yazıları yayımlandı. Türk Ocakları Genel Merkezinin yayımladığı Türk Yurdu dergisinde yazdı. İslâm, Kadın ve Aile, Yörünge, Ufuk, Emelimiz Kırım, Papatya, Tarih ve Düşünce, Yeni Düşünce, Yeni Hafta, Sağduyu, Orkun, Kalgay, Bahçesaray, Türk Dünyâsı Târih ve Kültür, Antalya’da yayımlanan Nevzuhur, Kayseri’de yayımlanan Erciyes ve Yeniden Diriliş, Tokat’ta yayımlanan Kümbet, Kahramanmaraş’ta yayımlanan Alkış dergilerinde, Dünyâ ve Kırım’da yayımlanan Kırım Sadâsı gibi gazetelerde de imzasına rastlanmaktadır. Akra FM radyosunda haftanın olayları üzerine yorumları oldu. 1990 – 2000 yılları arasında (haftada bir gün) Zaman Gazetesi’nde köşe yazıları yazdı. Hâlen; Önce Vatan Gazetesi’nde, yazmaktadır. Oğuz Çetinoğlu; Türk Ocağı, Aydınlar Ocağı, ESKADER / Edebiyat, Sanat ve Kültür Araştırmacıları Derneği ve İLESAM / Türkiye İlim ve Edebiyat Eseri Sâhipleri Meslek Birliği Üyesidir. Yayımlanmış Kitapları: 1- Kültür Zenginliklerimiz: (2006) 2- Dört ciltte 4.000 sayfalık Kronolojik Tarih Ansiklopedisi: (2008 ve 2012), 3- Tarih Sözlüğü: (2009), 4- Okyanusa Açılan Kapılar / Tefekkür Mayası Röportajlar: (2009). 5- Altaylardan Hira’ya Türk-İslâm Dostluğu: (2012 ve 2013), 6- Bilenlerin Dilinden Irak Türkleri: (2012), 7- Türkler Nasıl ve Niçin Müslüman Oldu: (2013), 8- Türkmennâme / Irak Türkleri Hakkında Bilmek İstediğiniz Her Şey: (2013). 9- Türklerin Muhteşem Tarihi: (Nisan 2014 ve Nisan 2015) 10- 115 Soruda Türk İslâm-Âlimi Mâtüridî (Röportaj): 2015) 11- Cihad – Gazi – Şehid: Kasım 2015. 12-Yavuz Bülent Bâkiler Kitabı (2016 Mehmet Şâdi Polat ile birlikte) 13-Her Yönüyle Kâzım Karabekir (2017 Mehmet Şadi Polat ile birlikte) 14-Dil ve Edebiyat Dergisi / İlk 100 Sayı Bibliygorafyası (2017 Mehmet Şâdi Polat ile birlikte) 15-Büyük Türk İslâm Âlimi Serahsî (2018), 16-Âyetler ve Hadisler Rehberliğinde Kutadgu Bilig’den Seçmeler (2018), 17-Edib Ahmet Yüknekî ve Atebetü’l-Hakayık (2018), 18- Büyük Türk İslâm Âlimi Mâtürîdî (2019), 19-Kâşgarlı Mahmud ve Dîvânu Lugati’t-Türk (2019). 20-Duâ / Huzura Açılan Kapılar. (2019) 10-Yesevi Yayıncılık, 12-Yakın Plan Yayınları, 13-Boğaziçi Yayınları, 14-Dil ve Edebiyat Dergisi, diğer kitaplar Bilgeoğuz Yayınları tarafından yayımlanmıştır.