Başlıktaki soruya yanıt vererek
başlayalım. Faizsiz bir ekonomi modeli teorik olarak mümkündür ancak pratik
olarak imkânsıza yakın derecede zordur. Bizim toplumumuzun faiz konusundaki
“hassasiyeti” (!) İslam dininin faizi kesin olarak yasaklamış olmasından
kaynaklanmaktadır. Ancak faizi yasaklayan veya en azından faizi ortadan
kaldırmaya çalışan tek sistem İslam değildir. İslam dininin zuhurundan bin sene
önce bazı Yahudi ailelerin çevrelerine faizsiz kredi kullandırdıkları
bilinmektedir. İslam’dan yüzyıllar önce Romalıların da faizle mücadele
ettikleri ve faizi tamamen ortadan kaldırmaya veya hiç olmazsa faiz oranlarını
düşürmeye çalıştıkları bilinen bir gerçektir. Yine, Milattan Sonra 12. yüzyılda
Kudüs ve çevresinde Hristiyan hacıların can ve mal güvenliğini korumak için
kurulan Tapınak Şövalyeleri Tarikatı’nın (Templier) zaman içerisinde devasa bir
servete kavuştuğu ve zaman zaman faizsiz borç verdikleri iddia edilmektedir.
Yukarıda anlatılan tüm bu
hususlar göstermektedir ki “faiz” her toplum tarafından ortadan kaldırılmaya
veya en azından uygulama miktarı azaltılmaya çalışılan bir kavram olmuştur.
Nitekim bugün ekonomik olarak iyi seviyede bulunan batı ülkelerinde “yıllık”
faiz oranının %2 civarlarında olması da bunu ortaya koymaktadır. Türkiye’de
fiilen uygulanan faiz oranlarının “aylık” %2,5 seviyelerinde olduğunu nazara
alırsak batı ülkelerindeki oranın ne kadar düşük olduğu daha iyi anlaşılır.
Faiz daha çok borç verme (kredi)
işlemlerinde kullanılan bir kavram olduğu için akla hemen bankacılık işlemleri
ve özellikle faizsiz bankacılık yaptıkları iddiasında bulunan katılım bankaları
(eski adıyla finans kuruluşları) gelmektedir. Katılım bankalarının fon
kullandırma yöntemlerine baktığımız zaman gerek Türkiye’de gerekse dünyada en
çok uygulanan katılım bankacılığı işleminin murabaha olduğu görülmektedir.
Murabahayı teknik olarak “ipotek karşılığı konut kredisi” (mortgage) veya
“rehin karşılığı otomobil kredisine” benzetebiliriz. Ancak murabaha teknik
olarak faizli bir işlemdir ve katılım bankacılığı yahut İslami finans
sisteminin en şiddetli savunucularından olan ve ABD’de LARİBA isimli katılım
bankasının da kurucusu olan Yahia Abdul-rahman gibi isimler bile murabahanın
faizli işlem olduğunu kabul etmektedirler.
Öte yandan katılım bankacılığının
daha doğrusu “faizsiz finansman” sisteminin temelini oluşturan iki finansman
modeli vardır ki bunlar gerçekten faizsiz işlemlerdir ancak her iki finansman
modelinin de uygulamasına bankacılık yahut katılım bankacılığı sistemi
içerisinde hemen hemen hiç rastlanmamaktadır. Bu finansman modellerinin ilki
“mudaraba” (kar-zarar ortaklığı) ikincisi ise “muşaraka” [ortak girişim (joint
venture)] modelidir. Bu her iki model de esasında şirket mantığı üzerine tesis
edilir.
Mudaraba modelinde taraflardan
biri (finansör) ortaya sermayesini, ikinci taraf da (proje sahibi) emeğini
koyar. Bu emek-sermaye ortaklığıyla bir şirket kurulup üretim ve satış yapılır.
Şirket kar elde ederse elde edilen bu kar ortaklar arasında paylaştırılır.
Şirket zarar ederse bu zarara sadece finansör katlanır. Emeğini ortaya koyan
kişinin mali bir zararı söz konusu olmaz. ABD’de pek çok şirket esasında bu
mudaraba yöntemiyle kurulup büyümüştür. Parlak projeleri olan Bill Gates, Steve
Jobs gibi gençler sermayedarlar tarafından desteklenmiş ve bu şekilde bir
tarafın sermayesini diğer tarafın bilgi ve emeğini ortaya koyduğu Microsoft
gibi Apple gibi şirketler doğmuştur. Bu şirketlerden sadece Apple’ın piyasa
değerinin Türkiye’nin toplam ekonomik büyüklüğünün neredeyse iki katına
ulaştığını ifade edersek bu mudaraba sisteminin (kar-zarar ortaklığı) ekonominin
büyümesi açısından ne kadar önemli olduğunu da daha iyi ifade etmiş oluruz.
İkinci model olan muşaraka [ortak
girişim (joint venture)] modelinde ise her iki veya daha fazla taraf
sermayesini koyar. Bu modelin klasik ortaklık modelinden farkı; bir konuda
teknik veya piyasa bilgisi olup sermayesi yetersiz olduğundan büyük yatırımlar
gerçekleştiremeyen yatırımcıların büyük sermaye sahipleri tarafından
desteklenmelerinin sağlamasıdır. Ortak girişim kar elde ederse ortaklar da
sermayeleri oranında kara katılırlar. Ortak girişim zarar ederse, ortaklar da
yine sermaye payları oranında zarara katlanırlar.
Görüldüğü üzere her iki model de
parlak fikirlerin sermaye sahipleri tarafından desteklenerek o fikirlerin büyük
paralar kazanan projeler haline getirilmelerini sağlamaktadır. İş bilen ancak
hiç veya yeterince sermayesi olmayan proje sahipleri, işi bilmeyen ancak
sermayesi olan kişiler tarafından desteklenmekte ve taraflar birlikte
kazanmaktadırlar.
Gerek mudaraba gerekse muşaraka
yöntemlerinin esasında katılım bankalarının finans kullandırma modelleri
olduğunu ancak her iki modelin de neredeyse hiç uygulanmadığını ifade etmiştik.
Çünkü bu modellerin uygulanmasında kişilerin ahlaki değerleri gibi subjektif
unsurların ağır basması, ayrıca esasında ticari faaliyette bulunulacağı için
kazanç garantisi olmaması bu modellerin bankalar daha doğrusu katılım bankaları
tarafından tercih edilmemelerine neden olmaktadır.
Her ne kadar pratikte
uygulanmaları zor olsa da, parlak fikirleri güçlü sermayelerle destekleyip
uygulanabilir projeler haline getirebilirsek Türk ekonomisini gerçek anlamda
faizsiz bir ekonomi haline getirmenin de ötesinde Türk ekonomisinin dünya ile
rekabet edebilir hale gelmesini de sağlayabiliriz. Nihayetinde ekonomik büyüme
için önce üretmek lazım. Üretmek için de para. Proje ile parayı bir araya
getirebilirsek 90 milyon Türk vatandaşının daha güzel bir Türkiye’de
yaşamalarını sağlayabilir, insanların hayatına yaşama sevinci getirebiliriz.
Bence denemeye değer.