Ya evrensel değerler ya da hiç –III

97

Dijital iletişimle sarmalanan bir dünya gerçeği ile
yüz yüzeyiz. E-ticaretin girmediği bir kulübe bile kalmayan böyle bir dünyada
ideolojik eğilimlerin dayanabilmesi mümkün mü?. Elbette değil. Fiziksel anlamda
sınır-gümrük tanımayan bu dev sarmala karşı, millî hisleri galeyana getirip
zulmü lanetlemek ancak vicdani bir rahatlama olabilir.  “Kahrolsun” söylemiyle hiçbir kavim
kahrolmamıştır. İlahi irade kimsenin arzusuna göre orayı-burayı mahvetmesi
gereken bir kutsal kavram değil. Kaldı ki, kâinatta işleyen kanunlar herkes
için aynıdır. Kimine az, kimine çok işlemez. İsterseniz sahra yeşil bir hayata kavuşur.
Ya da miskince o sıcak çölde oturur “humaniter
yardım”
beklersiniz. Ya toprağınıza sahip olup onun bir “vatan” olduğuna inanırsız. Ya da bütün
kutsal değerleri mahveden “vatansız”lara satar, vatanı “sızlatan’ olursunuz. Ya
teknolojinizi geliştirir silisyum-germenyumdan mikroişlemciler üretirsiniz. Ya
da her bir kırk ton narenciye karşılığında o bir avuç elektronik ürünlerden
alırsınız. 

Bizim de dâhil olduğumuz İslam dünyası bir milyar
altıyüz milyon bir nüfusa sahip. Yani dünya nüfusunun beşte biri. Buna karşılık
uygarlığa-teknolojiye (nüfusa oranla) katkısı nedir? Yüzde 3 bile değil. Hep
söylenir, “elli sekiz İslam ülkesinin bütçesi bir Almanya bütçesi etmiyor” diye.
Sorun nerde? Sorun; eğitimde, kurulamayan iş ve meslek ahlakında, adalet ve
hukuk sisteminin işleyişinde, milli hedeflerin kısır döngülerle köreltilmesinde,
bilimin göz ardı edilmesinde, sanat es geçilmesinde. 

Türkçemizde bir deyim
var; “işin sonuna bak” derler. İşin sonunda ideolojik akımlarla sürüklenen
toplumun mutlu olduğu görülmemiştir. Çünkü içine katılan değerler eser miktarda serpiştirilmiş. Bu da, sonuçta kitlesel tatminsizliğe
dönüşmektedir.  Yolun sonunda hiç makul olamadık. Sevmeyi öğrenemedik. Yol boyunca, “ya biz, ya ötekiler!” dedik. Mutlu
olamadık.

İnsanlığın da kabul ettiği değişmeyen ortak evrensel
değerler vardır. Bu değerler temel hak ve özgürlükler esas alınarak
düzenlenmiştir. 
Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun 10 Aralık
1948 tarihinde yayınlanan “İnsan
Hakları Evrensel Beyannamesi
”nde bu haklan anlatırken ilk maddesinde;
“Bütün insanlar özgür, onur ve haklar bakımından eşit doğarlar. Akıl ve vicdana
sahiptirler, birbirlerine karşı kardeşlik anlayışıyla davranmalıdırlar” der.
Diğer maddeleri de seyahat- serbest dolaşım hakkı, yurttaşlık hakkı, sığınma
hakkı, aile kurma hakkı, güvenliğin sağlanma hakkı,.. gibi evrensel niteliği
olan insanî haklardır. Bütün dünyayı daha iyi, daha özgür, daha saygılı ve
başkalarıyla paylaşmak için daha mutlu ve güvenli bir yer haline getirmek amacıyla
evrensel değerler tüm sosyal gruplar için vazgeçilmez olmalıdır. Bu anlamda;
birlikte yaşam için, paylaşmak için, daha güzel bir dünya kurmak için genel
kabul gören ortak evrensel değerler; özgürlük, insana ve canlı hayata saygı duymak, dürüstlük,
adalet, dostluk, iyilik
gibi değerlerdir. 

Anayasamızda genel ahlak kuralları, “toplumun
büyük çoğunluğunca kabul edilen değer yargıları” olarak ifade edilmiştir. Ancak
bu genel ahlak anlayışı tanımlaması
her zaman tartışmalı bir kavram olmaktan kurtulamamıştır. Bir Bayburt’un, Adıyaman-Kâhta’nın
genel ahlak kriteri ile Kuşadası’nın, Bodrum’un aynı olması beklenemez. Bu
anlamda ahlaki değerler, bölge insanının kabul ettiği ölçüde belirlenmektedir.
Bu değerlerin oluşmasında; dindarlık ve gelenekler etkilidir. Bununla birlikte,
ve meslek etiği bölgesel değişim göstermez, daha
çok evrenseldir. Ahlaki davranış, ancak bir eylem sonucunda belirlenir.  Ahlaklı duruş -bir beden duruşu olsa da- iş
yapmayınca bu kavram anlaşılamaz. Genel ahlak kurallarının uygulanmasında yazılı kurallar tek başına etkili değildir. Sosyal alanda kınanmış olan
aykırılıklar bile, ayrı bir âlemde hesabı görülmek üzere “günah” kavramına
havale edilir. Sosyal alanda benimsenen
davranışlar zaten ortak ahlak
değerlerini oluşturur. Mesela, İngiltere’nin yazılı anayasası yoktur. Ancak
trafik ikazlarına uyulur, yere çöp atılmaz, kaldırıma park yapılmaz. Kaldırım
yüksekliği 4 cm bile olsa bu genel kural değişmez.  Kişi ile onun vicdanına-insafına bırakılmaz.
Kuralları çiğnerse ne olur?. İşte o zaman sistem denetleyici olarak gereğini
yapar. Seküler batı denetlemeyi kişilerin iç dünyasına bırakmıyor, sistemle
yapıyor. Kişilerin içindeki ahlak ölçüsüne havale etmiyor. Bu nedenle “gecenin
bir yarısında kim görecek” anlayışının yeri yoktur.  Herkes bilir ki kamu alanlarında her bireye
eşit mesafede “bir sistem var”. Caydırıcıdır. “Kaçak elektrik” diye bir
kavram bilinmez. Burada sistem sosyal ahlakı denetlemektedir. Şunu da kabul
etmek gerekir ki, enerji kesildiği anlarda, ABD’deki AVM’lerin yağma edildiği
de bir gerçektir. Yani sistemin sosyal ahlakı yalnız bıraktığı durumlarda.

Sonuçta evrensel değerler yaşanabilir bir dünya için vaz geçilemez olmalıdır. Beşeri ölçülerde mutlak doğru yoktur, göreceli
doğru vardır. Ancak sevgide sınır yoktur. Bir fidanı seversiniz size dallarını
uzatır. Merhamet bu dünyanın güvencesidir. Muhtaçların çarpan yüreklerini
duymak bir vicdandır. Vicdan daima doğruyu gösterir. Dünyanın asıl sevgiye
ihtiyacı var, hem de çok.

Selam ve sağlıkla.