Televizyonla pek
arası olmayan biriyim ancak “Flip or Flop” (Rüya Gibi Evler) programını ve “Masterchief
Türkiye”yi ne zaman denk gelse izlerim. Flip or Flop’da emlak girişimcisi evli
bir çift (genelde California sahilinde) harabeye dönmüş evleri satın alarak
restore edip üzerine de güzel bir kâr marjı koyarak satıyorlar. Evlerin eski
hali ile yeni hali arasındaki fark gerçekten harika. Masterchief Türkiye’yi ise
zaten biliyorsunuz. Gecenin bir vakti buzdolabının başına geçip bir şeyler
atıştırma ihtiyacı uyandırıyor insanda.
Bu iki programı
sevmemin sebebi, her iki programda da insanlar yaratıcı (creativ) yeteneklerini
konuşturup bize basit, sıradan gelen konularda bile ortaya fevkalade eserler
koyuyorlar. Her şeyden önemlisi, insanların işlerini hem aşkla hem de
ciddiyetle yaptıklarını görüyorsunuz. Bir önceki köşe yazımız olan Türk’ün
Ustalarla İmtihanı (*) adlı yazımızı okumuşsunuzdur. İşte o yazıda betimlemeye
çalıştığımızın aksine olarak, insanların işlerini aşkla, ciddiyetle ve muazzam
bir özenle yapmaları beni gerçekten mest ediyor.
Bu programlar
içinde, Flip or Flop’un yeri gerçekten başka. Program eski tarihli olduğu için,
programın yapımcı ve sunucuları o tarihlerde evli ve iki çocuk sahibi olan
Tarek El Moussa (aslında bildiğiniz Tarık el Musa) ile Christina El Moussa
çifti. Christina Hanım daha sonra Tarek Bey biraderimizden boşanıp Ant Anstead
adlı bir başka yapımcıyla evlenerek Anstead soyadını aldı. Programı da
“Christina on the Coast” (Rüya Gibi Evler Sahilde) ismiyle tek başına yaptı.
Ant Anstead adlı beyefendiden de bir çocuk sahibi olduktan sonra boşanan
bahtsız Christina şu an bekârlık soyadı olan Haak’ı kullanıyor. Özel hayatı
kendisine kalsın, Allah O’nu çoluk çocuğuna bağışlasın.
Flip or Flop’da
satın alınan harabelerin, özellikle Christina Hanım’ın hayal gücü ve estetik
dokunuşlarıyla gerçek birer saraya döndüklerini görüyorsunuz. Kâr marjını
yüksek tutmak için hem evin satış bedeli konusunda sağlam pazarlık yapıyor hem
de harcama kalemlerini kısmaya gayret gösteriyor. Ancak öte yandan malzeme ve
işçilik konusunda kaliteden asla taviz vermiyor. Çünkü kâr etmenin asıl yolunun
düşük maliyetten değil kaliteli işten geçtiğini çok iyi biliyor.
Yeri geliyor, eve
ferahlık kazandırma adına bir duvar yıkıp mutfakla salonu birleştiriyor, yeri
geliyor çocuklara özel alan açmak için odanın ortasına yepyeni bir duvar
örüyor. Salonla ayrı, mutfakla ayrı, banyolarla ayrı, bahçe peyzajıyla ayrı
alakadar oluyor. Ve en önemlisi de yaklaşık doksan (90) günün sonunda devasa
bir harabeyi gerçek bir saraya çeviriyor. Bravo doğrusu.
Christina Hanım’ı
izlerken bazen diyorum ki; keşke Türkiye’de ülkeyi gerçekten seven işin ehli
kimseler iktidara gelse ve bizim harabeye dönmüş eğitim, yargı, güvenlik,
ekonomi, şehircilik ve diğer tüm konulara bir el atsa bizim ülkede küçük bir
saray yavrusuna dönse. Şimdiye kadar müteahhit ve “ustaların” elinde gerisin
geriye giden canım ülkemin bir gün yüzü gülse. Hani soruyorlar ya “Erdoğan
giderse ülkeyi kim yönetebilir?” diye. Ben de diyorum ki çok şükür ülkede bu
işi başarıyla yapabilecek cevher çok. Ülkede bu kadar cevher varken, bu işi de
illa Christina mı yapsın?
(*)http://www.kocaeliaydinlarocagi.org.tr/Yazilar/YaziDetay/13341