Eserin yazarı
Dr. Oğuz Paköz salgın sırasında bir
özel hastanede çalışan sağlık görevlisidir. Taçlı Küçük Canavar O’nun salgın
sırasında Sağlık Bakanı’nın beyanları eşliğinde bulunduğu bölgede ve Türkiye
genelinde salgının seyri ile birlikte varlıkları gerçek, isimleri hayâlî
insanların günlük hayatlarını, endişe ve çilelerini anlatmaktadır. Duygunun
olduğu yerde elbette sevgi de aşk da vardır.
Olaylar 2020
yılının Mart ayının başında Kovit-19 salgınının duyulduğu günlerde başlar.
Salgın devam etmekte iken Ağustos ayının ortasına gelindiğinde sona erer.
13,5 X 21
santim ölçülerinde, 112 sayfalık eser, hâfızalarda yer edecek vasıftadır.
Koronaya
yakalanmasından endişe edilen sağlık çalışanı Pembegül ile yakın çalışma
arkadaşları ayrı odalarda tutulmaya başlandılar. Pembegül’ün korona testinin
pozitif çıktığı söylendi. Onu özel bir adaya aldılar. N95 maskesi ile
olabildiğince sıkılmış bir biçimde oda içinde zaman öldürüyordu. Ona okuması
için birkaç roman verdiler. Televizyon sürekli açıktı. Yoğun bakımda çalışmış
biri olarak hiç sıkıldığı olmamıştı. Şimdi yalnız başına ikinci testin sonucu
beklemek zoruna gidiyordu. Kapı, üstüne kilitlenmişti. Üç dört saatte bir
görevli bir arkadaşı gelerek onu denetliyor, ilaçlarını veya yemeğini
getiriyordu. İlk gün, bir dinlenme gibi gelmişti ona. Fakat ikinci gün
sıkılmaya başladı. İkinci test de pozitif çıkınca O’nu yeniden sarmaladılar,
ambulans ile üniversite hastanesine yolladılar.
Burada da ilaçlar
veriliyordu, yoğun bakım cihazları yatağının yanı başında duruyordu. İlk defa
yüreğini korku kapladı. Nefes alması güçleşmişti. Bir oksijen eksikliği
çektiğini anlamıştı. Burada özel eğitimli sağlık personeli vardı ama kendisi onları
beklemeden oksijen solumaya başlıyordu. İyice zayıflamıştı. Görevli doktorlarla
hemşireler yatmasını söylediler. Odaya yüksek teknolojili hayat destek
cihazlarını yerleştirdiler. Entübasyon âleti de getirilmişti. Bu tanıdık
cihazların başucuna getirilmesi ile iyice bir korkuya kapıldı. Kendisini çok kötü
olarak görmüyordu ama ya akciğer vazife yapamaz hâle gelirse… Ya entübasyon uygulamaya
başlarlarsa ne olacaktı? Ağızdan veya burundan o cihazın borusunu gırtlağa
kadar sokmak, öylece hayata tutunmaya çalışmak hiç de kolay değildi. Bu işlerin
çok acı verdiğini iyi bilenlerdendi. Daha da kötüsü oksijen eksikliği yüzünden
kalbi ve karaciğeri dumura uğrarsa ne olacaktı? Bu hastalığı atlatanların hayatı
son derece kısıtlı olurdu. Akıl sağlığını da kaybedebilirdi. Yoksa psikoza da
mı giriyordu?
Gerçekten bir
ölüm korkusu kaplamıştı içini. Bu korku pat diye bitebilecek bir son korkusu
değildi. Ağrı, sızı içinde, büyük sıkıntılar içinde geçen ağır ve uzun bir
süreçti, ötesi yoktu. Varsa da başkaları için vardı. Geçmiş hiç gelmiyordu
aklına. Gelecek de yoktu. Varsa yoksa korona ile geçecek ağır bir süreç sonra
da ölüm. Derken sürecin çoktan başlamış olduğunu anladı. Belindeki ağrı, başka
hiçbir ağrıya benzemiyordu. Belinin bütün katmanlarını, her katmanın içini, dışını,
ortasını sarmıştı. Dahası oturamıyor, yatamıyordu. Derken astronot gibi
giyinmiş bir doktor ile yardımcısı geldi. Ona ‘ek hastalığın yok, yaşın genç, ateşin çok yüksek değil’ dediler,
yeni ilaçlar verdiler. Üç beş günde bitebilir diyerek O’na ümit aşıladılar.
Yemek geldi. Çok sevdiği bezelye vardı. Fakat bezelyenin kokusunu da tadını da
alamıyordu.
Telefonla
arandığında çok memnun oluyordu. Fakat telefonu elinde tutmaya takati yoktu. Ara
sıra ağrıları çok artıyor, yeniden ilaç alıyordu. Tam düzeldi derken üşüme ile
titreme başlıyor, birden ateşi yükseliyordu. Zaman zaman da sıvı kaybını
engellemek için su içmesi gerektiği aklına geliyordu. Fakat boğazından su bile
geçmiyordu. Bir ara sevdiği erkek arkadaşı Tekin’den telefon geldi, ‘iyiyim iyiyim’ dedi ve hemen kapattı.
Onunla konuşunca gerçekten de kendisini biraz iyi imiş gibi hissetti.
Uyuyamıyordu, uyanık olduğunu da bilmiyordu. Odasındaki tuvalete gitmesi
gerektiğinde iki adım yürürken bile çok zorlanıyordu. O kadar bitkindi. Uyumak
istedi ama ağrılarından uyuyamadı. Tekin, telefondan görüntülü aradığında
açmadı. Kimseye böyle görünmek istemiyordu. Düşünmek de yoruyordu. Oysa
anasını, babasını, kardeşini, arkadaşlarını ne çok özlemişti. Bu yoğun bakımdan
çıkıp kendi hastanesinde yoğun bakım hastalarına yardım etmeyi de özlemişti.
Zor şartlar
içerisinde beş gün geçti. Kafasını da duygularını da toparlayamıyordu. Öyle bir
halsizliği vardı ki su içmek, telefonda konuşmak bile ona zor geliyordu. Boğazı
kuruduğunda suyu ağzına alıyor ama dilinin, boğazının ıslandığını bile algılayamıyordu.
Ancak yatmakta olduğunu biraz biraz farkında idi. Bu düşüncelerle belli
belirsiz bir uykuya daldı.
Uyandığında
ağrılarının iyice azaldığını hissetti. Fakat çok halsizdi. Yataktan kalkmak,
tuvalete gitmek bile zor geliyordu. Soluk soluğa kaldı, çalan telefona
aldırmadı. Zar zor işini bitirince telefona baktı. Tekin aramıştı. Arayıp, ‘iyiyim, teşekkür ederim’ dedi ve
kapattı. Bu sırada burnundan birkaç damla kan geldi. Bu hastalıkta kanama
görülmesinin ne mânâya geldiğini biliyordu. Arkasından bir iki gündür
görünmeyen kuru öksürük onu ürküttü. Öleceğini düşündü. Burnuna toprak kokusu
geldi. Birden sevindi. Burnu koku alıyordu. Bu iyileşme alâmeti miydi yoksa
gideceği yerin kokusu mu? Daha fazla düşünemedi. Dalmıştı… (s: 35-40)
KLASÖR
YAYINCILIK:
Atatürk Bulvarı Nu: 105 Sanlı İş Hanı Kat: 5 Bölüm 502 Çankaya, Ankara Telefon: 0.542 764 71
45
OĞUZ PAKÖZ Maraş’ta doğdu. Aile kökleri Horasan’dan İlk yazısı Adsız dergisinde 1973’de Şiir Gazete yazılarından oluşan ilk eseri ‘Kılgı’ 1998’de yayınlandı. ‘Var Varanın’ ise 2000’de okuyucu ile Mahallî radyo ve televizyonlarda kültür 2000’de yayınlanan ve büyük ilgi gören ‘Var Varanın’da yer alan manzum Maraş millî mücâdele destanını ‘İlk Çıngı İlk Çılgınlık’ta ele alırken Her yönden göç almış Maraş Maraş destanının ardından Maraş’ın Politika ‘Politika |
ACIMI PAYLAŞAMADIM
Fahrettin Mâsum Budak, 13,5 X 21 santim ölçülerinde 224
sayfalık eseriyle 1915 yılında yaşanan Türk-Ermeni ilişkilerinden kesitler
sunuyor. Kitap 4 bölümden oluşuyor. ‘Gamzeli
Yanağı Gül Açmıştı’ başlıklı birinci bölümdeki olaylar Kars’ın Kağızman
İlçesi’ne bağlı köylerde geçiyor. Ermeniler bâzı köyleri basmışlar, eli silah
tutan erkekleri cephede olan korumasız ailelere saldırmışlar, yaşlıları ve
çocukları öldürmüşler, orta yaşlı kadınlarla genç kızların ırzlarına geçtikten
sonra kol ve bacaklarını keserek kuyuya atmışlardı. Bu hâdiseler kurban
bayramında vuku buluyordu. Anne ve babaları önceki yıllarda Ermeniler
tarafından katledilen 14 yaşındaki Mehmet Ali ile 13 yaşındaki kız kardeşi
Kudret, Erhacı’daki halalarına sığınmak üzere koşarak köyden ayrılırlar.
Sığındıkları çadırda da iki kardeşi birbirinden ayırırlar. Acılarla devam eden
mâcêra yeni başlamıştır. Mehmet Ali, Kâzım Karabekir’in himâyesindeki yetim
çocuklar kampına gönderilir. Kendisine verilen vazifeleri canla başla yapmaya
çalışırken kız kardeşi Kudret’i de aramaktadır.
‘İşte Kurbanlığınız’ başlıklı ikinci
hikâyede; aynı köyde yaşayan ve çok yakın dost olan biri Müslüman Türk Özgede,
diğeri Ermeni Mıgırdıçyan’dır. Özgede, Mıgırdıçyan’ın çevresinden bir Ermeni
kızına âşık olur. Ortam onların evlenmesine müsâit değildir. Anne ve baba oğulları Özgede’yi bu sevdadan vazgeçirmeye
çalışırlar. Anne – baba çok katıdır. Özgede ise aklını bir türlü duygularının
önüne koyamamaktadır. Mâcerâ devam eder…
Üçüncü bölümün
başlığı: ‘Sara Gözlerine Benziyor’ Bu
bölümde de sâhipsiz ve korumasız Türklerle akıllarını batılılara, ruhlarını
Ruslara satmış Ermeni cânileri vardır.
‘Ağrı Canımdır Benim’ başlıklı dördüncü
bölümdeki olaylar yine Türklerle – Ermeniler arasında geçmektedir. Rusya, Ekim
Devrimi sebebiyle Birinci Dünyâ Savaşı’ndan çekilince Hınçak ve Taşnak Ermeni
cinâyet şebekeleri desteksiz kalmışlardı. Fırsat buldukça, düşmanlıklarının
gereğini yapmaktan geri durmuyorlardı. Ruslardan kalan silahları ve aldıkları
askerî eğitimleriyle pusu kurmak ve vur-kaç taktikleryle Türklere zarar vermeye
çalışıyorlardı. Başa çıkamasalar bile, ne zaman ne yapacakları bilinmediğinden
huzursuzluğa sebebiyet veriyorlardı. Türkler, tedbirli davranırlarken, ruhunu
Rusya’ya satmamış akl-ı selim sâhibi Ermeniler dağılan çete artıklarını
dizginlemeye çalışıyorlardı. Bu bölüm, Türklerin huzura kavuştukları müjdesiyle
sona eriyor.
BİLGEOĞUZ
YAYINLARI:
Alemdar Mahallesi Molla Fenarî Sokağı Nu: 35/B
Cağaloğlu, İstanbul. Tel: 0.212-527 33 65 Belgegeçer: 0.212-527 33 64 Whatsapp
hattı: 0.553-129 86 86 E-posta: bilgekitap@gmail.com WEB: www.bilgeoguz.com
KARAMANLILAR
Karamanlılar kısaca;
Yunan harfleriyle Türkçe yazan, Türkçe’den başka bir dil bilmeyen Ortodoks
Hıristiyan Türklerdir. Lozan Anlaşması’na ek Ahali Mübâdelesi Sözleşmesi ile
Yunanistan’a gönderilmişlerdir. Köken itibariyle Hıristiyanlaşan Türkler mi,
Türkleşen Hıristiyanlar mı olduğu hakkında ileri sürülen tezler farklıdır.
Diğer bilgilerde de
boşluklar vardır. Meselâ: Türkçeyi resmî dil olarak bir fermanla tebliğ eden
Karamanoğlu Mehmed Bey’in Karamanoğulları Beyliği ile Karamanlıların ilişkisi
hakkında net bilgi yoktur. 1256-1474 yılları arasında hüküm süren
Karamanoğulları Beyliği, Klikya Ermeni Beyliği’nin toprakları üzerinde
kurulmuş, zamanla günümüzdeki Kayseri, Nevşehir, Tokat, Niğde, Konya ve Aksaray
bölgelerini fethederek genişlemiştir. Yunanistan’a gönderilen Karamanlılar da
bu bölgelerde dağınık olarak yaşıyorlardı. Karamanoğullarının halkı Oğuzların
Afşar boyuna mensup Türkmenlerdi. Selçuklulardan sonraki en güçlü en uzun ömürlü
beylik olan Karamanoğulları’nın dînî yapısı İslâm ile bütünleşmiştir. Bu bilgi;
Beylik topraklarındaki sanat değeri çok üstün, çok sayıda câmi, medrese, tekke,
zâviye, türbe, imâret gibi binaların varlığıyla temellendirilmektedir. Aynı
topraklarda yaşayan Karamanlıların Hıristiyan oluşu hakkındaki bilgiler de
yetersizdir.
Dr. Öğretim Üyesi Nilüfer Erdem, Sorularla Karamanlılar / Anadolu’lu Ortodoks Türkler isimli
eserinde, farklı ve yetersiz bilgilerin, incelemeler devam ettiğinde yeni
çalışmalarla netleşeceğini belirtiyor.
Târih Araştırmaları
Dizisi’nden yayınlanan 13,5 X 21 santim ölçülerinde 220 sayfalık eser Haziran
2021’de kitap raflarındaki yerini aldı. Eser, çok bilinmeyenli bir konu olan
Karamanlılar hakkında çok önemli ipuçları veriyor. Bulunacak yeni belgelerle,
benzer eserlerin yayını çoğaldıkça daha sağlıklı değerlendirmeler ortaya
çıkacaktır.
Dr. Nilüfer Erdem’in,
eserinde cevaplandırdığı sorulardan dikkat çeken örnekler:
-Karamanlılar hayatında Türk kültüründen
izler var mı?
-Karamanlılarda rastlanan Türkçe isimler.
-Yunan
hükümetinin Karamanlılar üzerindeki baskısı.
–Karamanlıların
yayınladığı Anadolu isimli gazete.
-Karamanlılar
ve Fener Rum Patrikhânesi.
-Karamanlılar ve mübâdele kararları.
-Karamanlılarda
ağıt yakma geleneği.
-Millî
Mücâde döneminde Karamanlıların Tutumu.
-Karamanlıların hayatında Anadolu’nun yeri ve mânâsı.
-Yunanistan’a
yerleştikten sonra Karamanlılar.
-Karamanlıların
Osmanlı yönetimi hakkındaki değerlendirmeleri.
-Karamanlılar
için Ortodoks Hıristiyanlığın mânâsı.