Osmanlı Devleti en geniş
topraklara 1574 yılından1595e kadar pâdişahlığı devam eden Sultan Üçüncü Murad
Han döneminde sâhip oldu. Devletin yüzölçümü 23.337.600 kilometrekare idi. 1699
yılında ilk toprak kaybı yaşandı. Sonraki yıllarda yeni topraklar fethedildi
ise de en yüksek seviyeye çıkılamadı.
20. yüzyılın başlamasıyla
birlikte toprak kaybı hızla devam etti. En trajik kayıplar Rumeli’de yaşandı.
Rumeli, Türk vatanının mühim bir bölümü idi.
Prof. Dr. Bilge Ercilasun, 16,5 X
23,5 santim ölçülerindeki 477 sayfalık eserinde, toprak kayıplarıyla birlikte yaşanan
göç trajedisi üzerine yazılmış romanları inceliyor. İncelemesi sırasındaki
duygularını şöyle anlatıyor: ‘Yıllar yılı
okuduğum eserlerde anlatılan savaşlar ve mağlûbiyetler, yapılan haksızlıklar,
yaşanan göçler, tecâvüz ve soykırım olayları karşısında âciz ve çâresiz
kaldığımı hissettim. Kendi milletimin yok olma noktasına geldiğini, göz göre
göre bu noktaya getirildiğini defalarca okumaktan; geriliğe, câhilliğe,
ilkelliğe şâhit olmaktan bunaldım ve bu duruma isyan ettim.’
Eser, ‘Türk Târihine Bir Bakış’ başlıklı yazı ile başlıyor. Bu bölümde;
Orhan Gazi’nin büyük oğlu Gazi Süleyman Paşa’nın 1353 yılında Anadolu’dan
Rumeli yakasına geçişinden 30 Ekim 1918 târihinde yapılan Mondros Anlaşmasına
kadar Osmanlı târihi özetleniyor. (s: 25-53)
‘Edebiyatta Rumeli’ başlıklı bölümde Balkanlar hakkında yazılan 45
adet romanın isimleri, yazarları ve çok kısa özetleri, Denizcilik târihi ve
adalarla ilgili romanlarla diğer romanlar ve hikâyeler, hâtıra, seyahat, mektup, yazı ve
röportajlar hakkında kısa bilgiler yer alıyor. (s: 54-96)
Birinci Bölüm’de Rumeli’nin Fethi
ile alâkalı her biri okuyucunun yüreğini, telaşlı kuşların kanat çırpışlarında
olduğu gibi titretecek 10 Roman var. Tanıtılan romanlardan yapılan iktibaslar,
söz konusu romanın özelliklerini yansıtıyor. Bu alıntılardan birinde gençlerimize,
ecdadımızın mertliği, asâleti ve âlicenaplığı hatırlatılmaktadır:
Türk akıncıları halkın koruyuculuğu
görevini de üstlenmişlerdir. Her zaman zorbalıkların, işkence ve zulmün
karşısına dikilmişlerdir. Argos Kalesi
romanında fakir köylüleri gören Baraktekin, kendilerinin Türk akıncıları
olduğunu öğrenen köylünün, kendilerinden korktuğunu anlayınca şöyle diyor:
-Korkma baba. Asıl korkması gereken Despot
Teodoros ve askerleridir. Bizim mâsum köylülerle hiçbir işimiz yok. Ayrıca
bizim hakkımızda anlatılan korkunç masallara da inanmayın, çünkü aslı astarı
yoktur. Balkanlarda yaşayan bütün milletler bilir ki Türkler himâye edici
efendilerdir. (s: 110)
Başka bir iktibasta yazarın
değerlendirmesi var:
Görülüyor ki yeni doğan Osmanlı Devleti’nin
sür’atle genişlemesinde, deniz aşarak Balkanlara yerleşmesinde yalnız fütuhatın
ve devletle arasındaki ihtilaflardan istifadenin ve siyâsetteki merhametin
değil, aynı zamanda yukarıda gösterdiğimiz mânevî sebeplerin de tesirleri
vardır. Ancak bu sâyededir ki Türkler Rumeli’de fethettikleri geniş ülkeleri
bir avuç kuvvetle elde tutmuşlardır ve yine bu sâyede Timur’un sadmesiyle
Osmanlı Devleti Anadolu’da parçalandığı halde Rumeli’de dimdik durmuştur. (s.111)
Akıncıların husûsiyetleri gibi
önemli teferruata da yer veriliyor:
Akıncıların savaş için kullandıkları
silâhlar diğer milletlerinkinden çok farklıdır. Kalkanları hafiftir. Eğri kılıç
kullanırlar. Atları güçlü ve çeviktir, savaş için yetiştirilmiştir. Romanlarda
akıncıların dünyanın en hafif süvêrileri oldukları, bu yüzden kolay ve çabuk
hareket ettikleri belirtilir. (s:123)
Romanlarda ele alınan konulardan
biri de Türklerin adâlet anlayışıdır.
Kısa tutulan ‘Yükselme ve Cihan Hâkimiyeti Devri’nden
sonra ‘Hatâlar ve Bozulmalar’
başlıklı bölüm geliyor. (s:
137-147)
İkinci Bölüm’de ‘Çöküş Yılları (1800-1918) Sultan İkinci
Abdülhâmid Han Öncesi’ başlığı altında 6; kendi dönemine ait 27, Meşrutiyet
dönemine ait 13, Birinci Dünya Savaşı dönemine ait 11, Kafkas Cephesi ve
Sarıkamış savaşlarına ait 15 ve Çanakkale’ye ait 9 adet romana ait bilgiler var. (s: 151-245)
Üçüncü Bölüm 1918-1923 yılları
arasında yaşanan Mütâreke ve Millî Mücâdele Devri’ne tahsis edilmiştir. 11
roman yer almaktadır. (s:
250-319) ‘Lozan Sonrası’
başlığı ile verilen Dördüncü Bölüm’de 20 roman incelemesi yer alıyor. Kitabın
beşinci ve son bölümünün başlığı ‘Tematik
İnceleme.’ Bu bölüm, târih ve edebiyat ağırlıklıdır. (s: 323-431)
Son sayfalarda romanlardaki
bilgilere göre hazırlanan Kronoloji (s: 433-440) ve Bibliyografya (441-477) bulunuyor.
Sık sık kullandığımız ‘Rumeli’ ismi hakkında Bilâl Şimşir’den
şu bilgi naklediliyor:
Rumeli kelimesinin muhtevâsı acı tatlı
hâtırâlarla ve Türklükle doludur. Bu acı ve tatlı hâtırâlar bizim edebiyatımıza
sanatımıza, folklorumuza… da yansımıştır ve dilimize, Rumeli kelimesiyle
başlayan çeşitli deyimler yerleşmiştir. Yâni Rumeli sözü, Türkçeye âdeta dal
budak salmıştır. Türk’ün acı ve tatlı hâtırâlarını saklayan bütün deyimlerin
duygulu ve ektili birer yanı vardır. Gerek târihî anlamda, gerek hissî bakımdan
Rumeli deyimi, bizde Balkanlar sözünden daha köklü, daha yaygın ve daha
etkilidir. Ve bu deyim, bütün takılarıyla birlikte hâlâ dilimizde yaşar. (s:
323)
Prof. Dr. Bilge Ercilasun’un
eserinde bahsi geçen romanların hepsi hüzünlü şarkılar gibi. Çünkü hepsi
ayrılıkların hikâyesi…
Göçenlerin hiçbiri de arkasına bakamıyordu.
Oysa konaklar, bahçeler, bağlar onları ‘Gitme!’
diye çağırıyor; yedi nesillik tatlı hâtırâlarla dolu, garip ve mahzun
bakışlarıyla eski sâhiplerini son defa okşuyordu.
Ekinler yanlarından geçen Türk mübâdillere;
‘Bizi siz ektiniz, şimdi bırakıp da
nereye gidiyorsunuz?’ der gibi, rüzgârda ince, yeşil bedenleriyle ürperip
titriyorlardı. Hesap soran sâdece tarlalar, bağlar, bahçeler, ormanlar,
ırmaklar değildi. Yol boyunca dallarda öten kuşlar da sanki Rumeli Türklerinin
gidişine ağlıyordu. (s: 269) (Yılmaz
Gürbüz’ün ‘Mübâdiller’sisimli kitabından)
Fâcialar devam etmektedir. Nüfus,
soykırım ve gasp hâdiseleri, yanık mı yanık, içli mi içli, dinleyenin yüreğine
hançer gibi saplanan, göz pınarlarına
ısrarlı dâvetiyeler gönderen türküler… Ah o türküler…
Bu dağların karı bir gün erir mi?
Ah!
Ölmeden can sılayı görür mü?
Ayrılanlar hüzünlü hattâ
mustarip… Kalanlar mes’ut mu? Bulgar Sırp ortaklığının ürettiği ıstıraplar
türkülere yansır, dinleyenin ciğerleri göğsüne sığamaz olur. Biraz daha hisli
olanlar, gözyaşlarını göstermemek için gözlerini birbirlerinden kaçırmaya
çalışırlar.
167 adet romanı efradını câmi,
ağyarını mâni ölçüsünde özetleyen dev eser, ‘Sonuç’, ‘Romanlarla İlgili Çizelgeler’, ‘Kronoloji’ ve ‘Bibliyografya’ başlıklı bölümlerle sona eriyor.
ÖTÜKEN NEŞRİYAT A. Ş. İstiklal Caddesi,
Ankara Han Nu: 63/3 Beyoğlu 34433 İstanbul Telefon: 0.212- 251 03 50 Belgegeçer:
0.212-251 00 12 e-Posta: otuken@otuken.com.tr www.otuken.com.tr
Prof. Dr. BİLGE ERCİLASUN: İstanbul’da doğdu. Bakırköy Kartaltepe 1968-1971 yılları arasında Erzurum Bilge Ercilasun 1976-1977 yılları Ercilasun’un yeni Türk edebiyatı |
KUŞBAKIŞI
EYLÜL’DE
GEL DEDİLER
Dünya’da adı unutulmayan hapishâneler
arasında San Fransisko’daki Alkatraz, Ekvator Ginesi’nde Kara Sâhil Cezaevi,
Rusya’da Butyirka ve Vladimir Prison, Tayland’da Bank Kwank, Çin’de Qinheng, İsrail’de
Filistinli Müslümanların tutulduğu Kamp 1391, Bulgaristan’da Tuna Nehri
üzerinde bulunan Türkler ve Müslümanların tutulduğu Belene Kampı…; Türkiye’de
Yassıada, Ulucanlar, Mamak hapishâneleri akla gelir. Bu hapishanelerin adı, çok
kötü şartları ve uygulanan işkenceler sebebiyle unutulmazlar listesine
yazılmıştır.
Hapishânelerden kurtulanların hâtırâları
edebiyatımızda önemli bir külliyat oluşturur: Amerikalı yazar Robert Franklin
Gaddis’in kaleme aldığı Alkatraz mahkûmlarından Robert Stround’un hayatını
anlatan ‘Alkatraz Kuşçusu’ Râtip Tâhir
Burak’ın ‘Hapishâne Hâtırâları’,
Tevfik İleri ve Samet Ağaoğlu’nun ‘Yassıada
ve Kayseri Günlükleri’, Oğuzhan Cengiz’in ‘Kapıaltı’ ve ‘Yanıkkale’
isimli eserleri çok satan, çok okunan hapishâne hâtıralarıdır.
Hangi şart altında olursa olsun hapishaneye
düşenler için hürriyetin değeri, hiçbir zaman hiçbir şeyle mukayese edilemez.
Bu cümle, serbest kaldıktan sonra hapishâne
hâtırâlarını yazanların kitaplarından çıkartılacak ortak hükümdür. Buna rağmen;
çekilen çilelerin, katlanılan işkencelerin kazandırdığı hasletler de hiçbir
şeyle mukayese edilemez.
Bu hükmü de Nizamettin Coşkun, “Eylül’de Gel Dediler” isimli 13,5 X
21 santim ölçülerindeki 144 sayfalık eserinde haykırıyor: ‘Hedefi olan, ülküye giden uzun ve meşakkatli dokuzların Bismillah’ı
olan bu dâvâ, bugün de aynı tekbir sesleriyle mânevî urucun* zirvesi değil
midir? İşte bunun adı sevdadır. Bunun adı kıyamda duruştur. Bunun adı mânevî
fetihtir. Cenâb-ı Allah (cc) bu fethi herkese nasip eylesin.’(Âmin)
Nizâmettin Coşkun, 1958 yılında
Gümüşhane’nin Şiran ilçesinde dünyaya gelmiştir.
MHP ve Ülkücü Kuruluşlar Dâvâsı’nda
taammüden adam öldürmek suçu isnat edilerek müebbet hapis cezâsına
çarptırılmıştır. 1978’de firar eder, 1979’da yakalanır. 4 sene yattıktan sonra
Yargıtay kararı ile tahliye edilir. Danıştay cezâyı tasdik eder. Tahliye
edildiği 1983’ten 1998’e kadar yine firarîdir. Yakalandıktan sonra Bandırma
Özel Tip Cezaevine konulur. Burada iken hapishâne hâtırâlarını yazar. 2002
yılında şartlı tahliye edilir. Kesin tahliye 2034 yılındadır.
Nizâmettin Coşkun evlidir, 8 yaşında bir
kızı vardır.
2020 yılında yayınlanan kitabını ‘… İnanmış, iman etmiş bir nesilden yarınki
nesillere bir şeyleri bırakmak, bu ecdat topraklarında; toprakların hâmisi,
sevdalısı bir neslin nelere mâruz bırakıldığı ve günümüze nasıl gelindiği
bilinsin…’ düşüncesiyle kaleme aldığını belirtiyor. Ve… duygularını şöylece
satırlaştırıyor: ‘Belki bir hasretin türküsü,
belki bir görünmez hakîkatin özlemle içimizi kavuran ülküsü… Belki de bu buğu
evlerinde ulaşamadığımız, yaşayamadığımız, babamıza baba, anamıza ana
diyemediğimiz, eşimize yârenlik yapamadığımız, çocuğumuzla istediğimiz gibi
koklaşamadığımız ve sıradan insanlar gibi günümüzdeki neşeyi bulamadığımız,
sönmeyen bir sevda ateşidir bu…’
Kahramanımız, İstanbul’un Pendik ilçesine
bağlı Kaynarca bölgesinde ortaokul üçüncü sınıfta iken din dersleri hocasından
aldığı kitaptan çok etkilenir. Haftada iki gün akşamları özel din derslerine
katılır. Hayatından memnundur. Bir akşam ders yapılırken dışarıdan atılan
taşlarla bulundukları odanın camları kırılır. Kahramanımız, camları kıranlardan
hesap sormayı kararlıştırmıştır. Mâcerâ böyle başlar. Ortaokul üçüncü sınıfta
iken ders yılının yarısında okulla ilişiğini keser. Artık ülkücüler
arasındadır. Eğitim seminerlerine katılır. Grup lideri; dâima efendi, namuslu,
şiddetten uzak bir şekilde mücâdele etmeyi öğütlemektedir.
Bir arkadaşlarının şehit edilmesine kadar öyle
yaparlar. …
Bu işlerden sıyrılmak için Askere gitmek
ister. Şubeye müracaat ettiğinde; ‘Sen
kayıtlarımızda askerliğini yapmış-bitirmiş görülüyorsun’ derler. Ağabeyi
Hüsâmettin ile evrakları karışmıştır.
Aynı gün bir arkadaşının daha şehit
olduğunu öğrenir. Ne olup bittiğini araştırırken bıçaklanır. Askerlik işindeki
yanlışın üzerine gidemez. Bir başka günde bir başka arkadaşı şehit edilir.
Hasta olan dedesini ziyâret etmek için baba evine gittiğinde annesi, polislerin
evi basıp kendisini aradığını söyler. Alakası olmayan bir hâdiside ölen
solcunun katili olarak arandığını öğrenir. ‘Kaçış’ başlamıştır. Kaçış elbette ‘dâvâ’dan değildir. Yurt dışına götürülme
tekliflerini hep reddeder. ‘Burada
kalmalı ve temize çıkmalıyım’ diye düşünür. Yakalanır ve hapse atılır.
Hapse atılmaktan şikâyetçi değildir. ‘Hapse
atılan ben olmasaydım benim gibi suçsuz olan bir başka ülkücüyü hapse
atacaklardı. Ha ben, ha o… Farketmez’ diye avunur.
Hapishâne hayatını şöyle özetler: ‘Bizim aslında çile diye tâbir ettiğimiz
terim; nefislerimizin ezilmeye başlaması, şahsiyetimizin idâme edilmesidir.
İman sâhibi insanların ruhlarında yaşadığı doyum bu çilenin saadete doyum
anlayışıdır.’
İdam sehpasında giyilen kefenler, artık
onlar için ‘gelinlik’ tir. Devletin
verdiği kefeni beğenmezler, kendi gelinliklerini kendileri dikerler.
Hapishâne hâtıraları, yalnız hapiste
yatanlar için değil, hiç hapse girmemiş olanlar için de merak konusudur. Onun
için okuyucusu boldur.
Okuyup da birazcık düşünebilenler, çile
çekenlere, sâdece kanlarını değil, canlarını da verenlere çok şeyler borçlu
olduklarını öğrenirler.
*uruç: Yükselme; yukarı
çıkma.
BİLGEOĞUZ YAYINLARI:
Alemdar
Mahallesi Molla Fenarî Sokağı Nu: 35/B Cağaloğlu, İstanbul. Tel: 0.212-527 33
65 Belgegeçer: 0.212-527 33 64 Whatsapp hattı: 0.553-129 86 86 E-posta: bilgekitap@gmail.com
WEB: www.bilgeoguz.com
ACIMAK
YOK
Çağdaş Alman edebiyatının kurucu
isimlerinden Alfred Döblin
(1878-1957) ‘Berlin-Aleksandr Meydanı’
isimli eserin yazarıdır. 30’dan fazla kitabı yayınlandı. Döblin, Acımak Yok isimli eserinde, 1920’li
yıllarda Berlin’de yaşayan dul bir kadını anlatıyor. Kadın, üç çocuğuyla
Berlin’e gelir ve yokluk içinde, zorlu mücâdelelerle dolu bir hayat yaşar.
Çocuklardan en büyüğü Karl’ın bir süre sonra şansı döner ve aile sınıf atlar.
Fakat tüm ülkeyi, hatta dünyayı sarsan büyük bir ekonomik kriz, her şeyi alt
üst eder.
Roman, yalnızca unutulmaz Karl karakterini
bize sunmakla kalmıyor, aynı zamanda 1920’lerden 30’lara, Almanya’nın sosyal
yapısını tesirli bir dille anlatıyor.
Ahmet
Arpad’ın
dilimize çevirdiği 13,5 X 19,5 santim ölçülerindeki 446 sayfalık eser, Eylül
2019’da yayımlandı.
EVEREST YAYINLARI:
Ticarethane Sokokağı Nu: 53 Cağaloğlu 34410
İstanbul. Telefon: 0.212-513 34 20
Belgegeçer: 0.212-512 33 76 www.everestyayinlari.com e-posta: info@everestyayinlari.com
DEFO
Tiyatro sanatkârı Hakan Kurtaş, 16,6 X 21
santim ölçülerindeki 160 sayfalık hikâye kitabında, kendisi olmak için değişmek
isteyenleri anlatıyor.
Kitap, bütün defolarıyla, yaşadıklarına
rağmen ve yaşadıkları sâyesinde kendini bulmaya çalışanların hikâyelerinden
oluşuyor. Tenha güneşli günlerde her dalganın kıvrıldığı ana, kalabalık kapalı
bir havada her aralıktan geçen ışık huzmelerine eskisinden daha çok
heyecanlananların hikâyesi… Tırmandığı her yokuşa da, tırmanırken arkasından
iten her rüzgâra da teşekkür edenlerin hikâyesi.
Ümit müthiş bir şey… Sesiyle cam
patlatabilecek alçak gönüllü bir operacı gibi. Sokak kenarlarından akıp
anacaddede buluşan yağmur suyu gibi. Bir sürü insan yerine senin bacağına
kıvrılan bir sokak kedisi gibi. (Tanıtım yazısından)
DOĞAN KİTAP:
19 Mayıs Caddesi Nu: 1,
Golden Plaza Kat:10 Şişli 34360 İstanbul. Telefon: 0.212-373 77 00
Belgegeçer: 0.212-355 83
16 www.dogankitap.com.tr e-posta: satis@dogankitap.com.tr
KISA KISA… KISA KISA…
1-ATMACA: Hikmet Hümenoğlu /
Can Yayınları.
2-STONER: John Williams-Özlem Güçlü /
Yapı Kredi Yayınları.
3-AYRICALIKLI ROTALAR: Saffet
Emre Tonguç / Hürriyet Kitap.
4-AYAŞLI VE KİRACILARI: Memduh Şevket
Esendal / Bilgi yayınevi.
5-NOKTA: Peter H. Reynolds-Oya Alpar /
Altın Kitaplar.