Devlet
bir toplumsal sözleşmedir ve her sözleşmede olduğu gibi devlette de asıl olan pacta sunt servanda’nın (ahde vefa ilkesi) varlığıdır. Bu
toplumsal sözleşmenin bir gereği olarak, vatandaşın devlete karşı bir takım
hakları ve borçları olduğu gibi devletin de vatandaşına karşı bir takım hak ve
borçları bulunmaktadır. Ancak tüm bu karşılıklılığa rağmen devlet ve vatandaş
arasında bir kuvvet dengesizliğinin bulunduğu da aşikârdır. Zira devlet
vatandaşına karşı borçlarını yerine getirmediği zaman vatandaşın hakkını arama
yolu yine devlete daha doğrusu yargıya başvurmaktır. Ancak, vatandaş vergi
ödemek, askerlik yapmak, eğitim çağına gelen çocuğunu okula kaydettirmek vb.
gibi bir borcunu ifa etmediği zaman devlet doğrudan doğruya vatandaşa müdahale
edebilmektedir. Yani devlet açısından bir ihkak-ı hak söz konusudur.
Devletin ihkak-ı hak nevinden yaptığı
işlemler genellikle vatandaşa karşı zorlayıcı, çoğu zaman da vatandaşın
bireysel haklarına müdahale içeren işlemlerdir. Örneğin vergi vatandaşın
mülkiyet hakkına bir müdahaleyken, vatandaşın bir suç şüphesiyle gözaltına
alınması kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına karşı bir müdahaledir. Bu tür
müdahaleler kendi içinde bir zorlama özelliği taşıdıklarından tamamen kinaye
olarak “Devlet en büyük mafyadır” şeklinde
bir söz ortaya atılmıştır. Devletin vergi alması mafyanın haraç toplamasına,
devletin bir kişiyi gözaltına alması mafyanın “adam kaldırmasına” benzetilerek
böyle kinaye yollu bir söylem üretilmiştir. Sonuçta devletin faaliyet alanıyla
mafyanın faaliyet alanı konularında her ne kadar şeklen bir benzerlik var gibi
görünse de ikisini birbirinden ayıran son derece temel bir kavram
bulunmaktadır: Meşruiyet!
Devletin vatandaşın temel hak ve
özgürlüklerini sınırlayan müdahaleleri ancak ve ancak kanunun devlete yetki
verdiği konularda ve o yetkinin yine kanunla sınırlandırıldığı ölçüde
gerçekleştirilebilir. Devlet her yetkiyi her canı istediğinde kullanamayacağı
gibi, canının istediği ölçüde de kullanamaz. Mafya içinse böyle bir
sınırlandırılma söz konusu değildir. Bir diğer nokta da devlet dediğimiz kurum
anayasal olarak şeffaf, denetlenebilir ve hesap verebilir bir kurumdur ve
devleti devlet yapan asli unsurlar bunlardır. Devlet şeffaflığı,
denetlenebilirliği ve hesap verebildiği ölçüde devlettir. Mafya için ise
şeffaflık, denetlenebilirlik, hesap verilebilirlik gibi kavramların söz konusu
dahi olamayacağını belirtmeye gerek olmasa gerek.
Her ne kadar tekrara girecekse de bir kez
daha farklı şekilde vurgulamakta fayda var. Devlet kendi iradesiyle şeffaftır,
devlet kendi rızasıyla kendini denetlettirir ve yine devlet kendi rızasıyla
hesap verir çünkü bunları en baştan kabul etmiştir. Mafya ise hiçbir şekilde
şeffaf olamaz çünkü gırtlağına kadar suça batmıştır, kendini denetletmez,
hiçbir zaman ve hiç kimseye de hesap falan vermez.
Şayet devlet ve mafya arasındaki bu temel
ayrım ortadan kalkarsa, devlet o kinaye yollu söylenen “Devlet en büyük
mafyadır” sözünü gerçekten hayata geçirecek faaliyetlerde bulunursa o zaman
devlet devlet olmaktan çıkar. O devletin yönettiği ülkede gücü yetenin gücü
yeteni ezdiği, ezilenin de bir noktadan sonra sabrını kaybettiği veya artık kaybedecek
bir şeyi kalmadığı için ortalığı ateşe verdiği bir ortam meydana gelir.
Mafyalaşan devlet, kendi eliyle bir kaos meydana getirir ve bu kaos her şeyden
önce o devletin sonu olur.