Prof. Dr. Hasan Tahsin Banguoğlu’nun üç kızından biri
olan Ülker Banguoğlu Bilgin
tarafından hazırlanan eser, 16,8 X 24 santim ölçülerinde, 371 sayfadır.
Dr. Metin Eriş’in teşviki ve katkılarıyla hazırlandığı belirtilen kitap,
Banguoğlu ailesinin hikâyesi, ‘Evlâd-ı
Fâtihân’ olarak andığımız Balkan ve Rumeli Türklerinin göç trajedisi ile
başlıyor. Tahsil hayatı özetlendikten sonra Ankara Gazi Terbiye Enstitüsü’nde
edebiyat öğretmenliği, Almanya’da doktora öğrenciliği, Türkiye’ye döndükten
sonra hocalıktaki hızlı yükselişi, Profesörlüğü siyâsete girişi, ilmî çalışmaları
ile iki dönem hâlindeki siyâsî hayatı, sonra tekrar ilmî çalışmaları,
sohbetleri, radyo konuşmaları ve Türk dili ve edebiyatına hizmetleri
anlatılıyor. Bu yorucu ve hareketli hayat içerisinde aile fertleri ve edebiyat
çevreleriyle ilişkileri, nesillere örnek teşkil edecek hizmet anlayışı,
teferruatlı bir şekilde okuyucuya yansıtılıyor.
Tahsin Banguoğlu; Mehmet Fuat Köprülü, Tevfik İleri, Mehmet Turgut
gibi ender yetişen kültür, siyâset ve devlet adamlarımızdan biriydi. Anadolu
insanının gıpta ve gururla müşâhede ettiği husûsiyetleri ile ideal siyâsetçi,
eşine ender rastlanan aile reisi, kibirden uzak asâleti ile şahsiyet
âbidesiydi.
Portre yazarlarımızın
seçkinlerinden Altan Deliorman, Prof. Banguoğlu hakkında şunları yazıyor:
‘Dil bilgini, politikacı, fikir adamı… Haysiyetli bir imza, kıvrak bir
kalem, cesur bir mücâdeleci… Hayatının, uzun sürmüş sonbaharını yaşarken,
Vaniköy kıyılarından sanki bütün bir târihi seyrediyor. Hükümlerinde, kültür
birikiminden süzülmüş netlik ve açıklık var. Bütün bunlar O’na, bir nevi
‘dokunulmazlık’ sağlıyor.
O’nun dokunulmazlığı, kanunlardan
değil, kanunları da aşarak, şahsiyetinden ve isminden geliyordu. Bunu kabul
etmesine tevazuu mâni oluyordu. ’ (Sessiz Bir Ses.
s: 96, 134. Bayrak Basım Yayım, İstanbul 1997)
Eser, saygı ile sevginin ideal
karışımı olan duyguların, kelimelerle inşa edilmiş bir Banguoğlu âbidisidir. Ülker Banguoğlu Bilgin Hanımefendi,
babasından tevârüs ettiği edebî zevk ve harikulêde ifâde gücünü ustalıkla
satırlara aktarıyor.
***
Tahsin Banguoğlu; edebiyatla alakalı çalışmalarına 1937 yılında,
Dil ve Târih – Coğrafya Fakültesi’nde doçentken Tan Dergisi’nde yayınlanan
kitap tenkitleriyle başladı. 1943 yılında Ülkü Mecmûası’nda devam etti.
İhtisası dil bilgisi / gramer
olmakla birlikte edebiyatla da ilgileniyordu. Halk edebiyatı ise gözdesiydi.
Durumu şöyle açıklıyordu: ‘Halk edebiyatı
benim dolayısıyla alakalı olduğum bir mevzudur (…) Ancak bu güzel eserlerle
devamlı surette meşgul olan bir adam için onların güzelliklerini duymamak, onların
renklerine ve kokularına hayran olmamak mümkün müdür? Çiçekleri târif ve tasnif
etmek için gece gündüz onlarca uğraşan bir nebatatçıyı elvan elvan güllere,
evlek evlek karanfillere, lâlelere, çiğdemlere meftun olmaktan menedebilir
misiniz? İşte ben halk edebiyatının bu türlü bir mensubu ve bu türlü bir
âşıkıyım.’ (s: 49)
Devlet Konservatuvarı’nda fonetik
dersleri verirken, Türk çocuklarını Türk mûsıkîsinden uzaklaştırıp batı
müziğine yaklaştırmak isteyen ecnebi hocalara ders verircesine söylediği sözler,
O’nun Türk’e ait her değere nasıl içten ve kopmaz bağlarla bağlı olduğunu
göstermektedir: ‘Millî hayat nedir? Siz
bilirsiniz. İşte o bizde de öyledir. Bizde çocuğa ad konurken kulağına ezan
okunur. O ninnilerle uyutulur, türkülerle büyütülür. Ev onunla uyanır, sokak
onunla çalkanır. Millî musiki dil ile birlikte öğrenilir ve ikinci bir millî
dil olur. Kaldı ki bizim bir sanat musikimiz, bir klâsik musikimiz de vardır.
Şimdi nasıl düşünürsünüz ki çocuklarımıza ikinci bir anadilleri, duygu dilleri
olan yerli musikiyi öğretmeyelim, dinletmeyelim? O zaman Türkçeyi de bırakıp
Almanca konuşalım.’
Günümüzde dilci veya edebiyatçı
olmamakla birlikte ‘dil hassasiyeti’
bulunanlar, Türkçenin problemli bir dil olduğunu ifâde ederler. Prof.
Banguoğlu, bu ifâdeleri haklı kılan düşüncelerini, ‘Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Doçenti’ imzasıyla 1941 yılında
açıklamıştır. Bu açıklama 80 yıl sonrasını görebilen, dehâ denilecek bir aklın isâbetli
teşhisidir:
‘Bizde (…) imlâ meselesi [Batı dillerinde olduğu
gibi] ne esaslı bir reform işi, ne de sırası gelmiş bir revizyon işidir. Bizde
imlâ meselesi yeni yazı sisteminin dile tatbiki işinin tamamlanmamış
olmasından, yâni Lâtin alfabesinin kabulü sırasında Türk imlâsının hakkile
tedvin edilmemiş bulunmasından [toparlanıp kitap haline getirilmemiş olmasından]
ibarettir. (…)
… Kelimelerimiz yeni yazı sistemine bir
defaya mahsus olmak üzere tatbik edilecekler ve aldıkları sâbit veya gramer
kaidelerine göre mütahavvil [değişen, değişken] şekilleri dâimi olarak muhâfaza
edeceklerdir. (…)
… Kabul edilen sistemin fonetik bir esasa
istinat ettirilmiş olması, bizi imlâ meselesini bir yazı sistemi meselesi
zannetmek hatâsına düşürmüştür. Türkçenin konuşulduğu gibi yazılacağı
hakkındaki umumi hükme kapılarak 29 harften ibâret pratik bir alfabenin konuşmayı
aynen vermek hususundaki kifâyetsizliğini ve yazı dili için esas ittihaz
ettiğimiz [saydığımız] İstanbul şivesinin fevkalade tecanüssüz [uyumsuz,
tutarsız] bir konuşma olduğunu âdeta unutmuşuzdur. (…)
İmlâ lügatinin yeniden basılması
düşünüldüğü bir sırada, Türk Dil Kurumu’nca imlâ meselesinin şümul [kapsam] ve
ehemmiyeti hakkında daha esaslı bir fikir edinilmiş bulunması temenniye şayandı
[arzu edilirdi]. Tanzim edilen imlâ kılavuzu bütün imlâ meselesini ele almak
şöyle dursun sadece imlâ lügatini yeniden basmak için lüzumlu esasları toplamış
olmaktan da uzaktır. (…)
… İmlâ meselesinin bütün şumulile
vazedilmesini ve ciddî bir tetkike tâbi tutulmasını zaruri buluyorum. Bu
hususta bir veya birkaç mütehassısın hazırlayacağı bir proje salâhiyetli bir
komisyonun çalışmalarına esas olabilir. Kanaatimce TDK tarafından yüksek
vekilliğe takdim olunan imlâ kılavuzu, bu kıymette bir proje değildir. (27
Kasım 1940)
Tanzim edilen imlâ kılavuzunun
Prof. Banguoğlu’nun düşündüğü ölçüde kapsamlı olmayışı sebebiyle bu gün; Ay adı
‘Kasım’ ile erkek ismi ‘Kasım’ı aynı imlâ ile yazıyoruz.
İmlâ Kılavuzu’nun birincisi 1928
yılında olmak üzere 2020 yılına gelinceye kadar; ‘İmlâ Lügati’, ‘İmlâ Kılavuzu’,
‘Yeni İmlâ Kılavuzu’, ‘Yeni Yazım (İmlâ) Kılavuzu’ ve ‘Yeni
Yazım Kılavuzu’ gibi, 5 ayrı isimle; 27 defa basılıp yayınlandı. Kapsam
keyfiyeti bir tarafa, hemen her basımda kelimelerin açıklamaları ile birlikte
kaideler de değişti. Özellikle birleşik kelimeler konusunda, ‘kaidesizlik’ ‘kaide’ hâline getirildi.
‘Karafatma’ değil
de ‘kara fatma’ şeklinde ayrı
yazılmalıymış. ‘Kırkayak’ niçin bitişik yazılıyor? ‘Hemfikir’ bitişik yazılırken, ‘başyazı’
ve ‘başyazar’ hangi sebeple ayrı
yazılıyor?
‘Kara fatma’ ayrı
yazılırken, nasıl oluyor da ‘karagöz’
bitişik yazılıyor? ‘Göz’ ve ‘yaş’ fiiliyatta birbirinden ayrılmazken, yazıda
neden ayrılıyor?
Şaşırtıcı olanlar da var: Meselâ; ‘bir kaç’ dememişler de, doğrusunu ‘birkaç’ diye yazmışlar! ‘önsöz’
dememişler de ‘ön söz’ demişler. Meselâ;
‘sıkı yönetim’ dememişler de,
doğrusunu ‘sıkıyönetim’ şeklinde
yazmışlar! Meselâ; ‘her hangi’
dememişler de, doğrusunu yazmışlar, ‘herhangi’
demişler!
Meselâ, niçin, ‘bilgisayar’
ve ‘buzhâne’ bitişiktir de, ‘buz dolabı’ neden ayrı yazılmıştır?
Kaidesizlik, kılavuzların
isimlerine de sirâyet etti. Gerekçe olarak ‘imlâ’
kelimesinin Türkçe olmadığı iddia edildi. ‘Yazım’
kelimesi de Türk dil bilgisi kaidelerine uygun olarak türetilmiş bir kelime
değil. Mânâ bakımından da yanlıştır. Üstelik Nurullah Ataç, ‘yazım’ kelimesinin, ‘metin’ karşılığı olarak bulunduğunu
belirtiyor. Kim veya kimler tarafından ‘imlâ’
kelimesinin yerine yerleştirildi, belli değil.
TDK’da elbette Tahsin Banguoğlu’nun
ilmî seviyesinde kişiler de görev yapmışlardır. Muhtemelen siyâsî ve aydın
geçinen çevrelerin baskılarına karşı direnemediklerinden başarılı
olamamışlardır.
***
Tahsin Bangoğlu’nun hayatının uzun süren sonbaharı, denilebilir ki
aktif siyâsette ve makamlarda bulunduğu dönemlerdeki kadar verimli geçmiştir. Gazete
ve dergilerde yayınlanan makaleleri, ‘Kendimize
Geleceğiz’, ‘Devlet Dili Türkçe
Üzerine’ ve ‘Dil Bahisleri’ isimli kitapları; ‘Ana Hatları ile Türk Grameri’ (Kılavuz Kitap,1940) ve ilk baskısı
1959’da, onuncu baskısı 2015 yılında yapılan ‘Türkçenin Grameri’ isimli eserleri kadar ilmî değer taşımaktadır.
Daha önemlisi de Kubbealtı Vakfı’nda, Aydınlar Ocağı’nda, Türk Edebiyatı
Vakfı’nda ve ‘Boğaziçi Sohbetleri’
adı altında tertip edilen toplantılarda verdiği konferanslar, katıldığı diğer toplantılardaki
sohbetleri ve dil meraklılarının her fırsatta sorduğu sorulara verdiği
cevaplarla bir açık öğretim fakültesi hizmeti vermiştir. Şüphesiz en büyük hizmeti de, yetiştirdiği
seçkin evlâtları ve yeni nesilden aile fertleridir. Onlar devraldıkları Türk
diline hizmet bayrağını yine yükseklerde tutarak Banguoğlu mektebini devam
ettiriyorlar.
G YAYIN GRUBU:
Ferit Tek Sokağı Nu: 48/2 Moda, Kadıköy –
İstanbul. Telefon: 0.216-337 15 59 e-posta: bilgi@gyayingrubu.com
// www.gayingrubu.com
Eser,
BOĞAZİÇİ YAYINLARI’ndan da temin
edilebilir.
Alemdar Mahallesi Çatalçeşme Sokağı Nu: 44 Kat: 3
Cağaloğlu, İstanbul Telefon: 0.212-520 70 76 Belgegeçer: 0.212-526 09 77 e-posta: bogazici@bogaziciyayinlari.com
// www.bogaziciyayinlari.com.tr
Prof. Dr. HASAN 21 Nisan 1904’te hâlen Yunan Makedonya’sı sınırları içerisinde bulunan
Diğer 1-Altosmanische 2-Ana 4-Dil |
Prof. Dr. Osman Fikri Sertkaya tarafından
hazırlanan bu hayat hikâyesi, Diyânet İslâm Ansiklopedisi’nden kısaltılarak iktibas
edilmiştir.
ÜLKER İstanbul’da doğdu. İlk ve orta Meşrutiyet’ten Ülker Banguoğlu Bilgin hâlen İstanbul’da |