Kardeşlik Hukuku ve Kur’an (3)

89

     Hakikati, damdan
düşer gibi hemen sunmamak, hakikati göz önüne birden koymamak lâzım. Önce
temsil ve örneklerle hikâye yollu açıklamak gerek. Hakikat ve gerçeğe ulaşmakta
temsil yolunu seçmeli. Zaten temsil metot ve usûlü, aslında Kur’an’ın tercih
ettiği / seçtiği bir yol. Nitekim Kur’anı Kerim’de peygamberlerin kıssalarına
yer verildiğini herkes bilir.

     Bazen olur ki,
görmek duymaktan daha önemlidir. Mâlûm olduğu üzere, toplumda havas denilen
münevver, aydın ve bilginler sayıca azdır. Avam / halk ise çoğunluktadır. Avam
/ halk; çocuk hükmündedir. Çocuk ise, duyduğundan çok gördüğüne inanır. Bir
bakıma gördüğünü daha çabuk anlar. Gördükten sonra anlatılanı daha kolay
kavrar. Havas / aydınlar, anlatılanı görmese bile anlayış ve kavrayışlarında
eksiklik olmaz.

     Bundan ötürü,
kutsal kitaplar seslenişlerinde, öncelikle halkı göz önüne almışlar. Çünkü,
halka  hitaptan aydın tabaka anlar. Fakat
havasa / aydına hitaptan halk anlamayabilir. Burada tenezzülü İlâhî söz
konusudur. Yâni Allah, insanın seviyesine inmiş ve ona göre hitap etmiş. Geniş
kitleyi nazara almıştır. Bu üslûp insanlar için zordur. Çünkü anlayışı yüksek
kimselere karşı konuşmak kolay.

     Lâkin bir bakıma
çocuk hükmünde olan halkın seviyesine inerek, onun anlıyacağı tarz ve üslûpta
konuşmak çok zordur. Ama asıl maharet de budur. İşte İlâhî mesajlar bu zoru
başaran, harika metinlerdir. Büyük insanlar da, halkı irşat etmek, halka yol
göstermek için, aynı yolu seçmişler. Kutsal kitaplar temsil yolunu seçtikleri
gibi, onlar da temsil yoluna sık sık başvurmuşlardır.

     Nitekim mâneviyat
büyükleri eserlerinde, bu yolu izlemişler. Çünkü başta Kur’anı Kerîm olmak
üzere kütübü mukaddese, yâni kutsal kitaplar, İlâhî mesajları hep bu şekilde
vermişler. Kaldı ki, günümüzde bile her çeşit yayın ve neşriyatta, görselliğin
ne kadar önde ve geçerli olduğu hepimizce mâlûm. Kitap ve gazetelerin
inandırıcılıklarını resimlerle, fotoğraflarla takviye edip desteklemeleri,
bunun en büyük kanıtı. Televizyon ise bu hususta, inkârı kabil ve mümkün
olmayan bir etkinliktir.

     Demek ki, hakikat
ve gerçekleri çıplak ve soyut olarak kavramak zor. Gerçeklere bir kılıf
giydirmek lâzım. Hakikatleri görünür hâle getirmek icap eder. Hakikatleri, elle
dokunur duruma sokmak gerek. Çünkü eğitim ve öğretim dâvasının selâmeti, sonuç
alması buna bağlıdır.

     Üstelik bugünün
insanı, “Ben ancak, gördüğüme inanırım” hükmünün etkisi altındadır. Elbette, bu
sözün gerçekliği inkâr edilemez. Bununla beraber mutlak olmadığı da bir gerçek.
Çünkü bu söz her şeyi içermez. Zira bugün ilim bize kanıtlamıştır ki, biz var
olan her şeyi gözümüzle göremiyoruz. Hatta gözümüzle göremediklerimiz,
gördüklerimizden kat be kat fazladır. Kaldı ki, bir şeyin görülmemesi,
varlığının reddini gerektirmez. Tıpkı bir şeyin mahiyetini / içyüzünü
bilmememiz; varlığını inkâr etmemizi gerektirmediği gibi.

     Ama yine de, ilk
bakışta büyük haklılığı olan gözle görmek isteyişi, bir kenara atamayız.
Nitekim, ne kutsal kitaplar, ne de büyük yol göstericiler bu hususu göz ardı
etmemişler. Vizyon ve görmenin önemini, göz önünde bulundurmuşlar. Vizyon ve
görmeyi yol göstericilikte baş unsur olarak görmüşler. Vizyon ve görme hususunu
daima hesaba katmışlardır.

     Görmek ve
göstermenin yolu ise müşahhas / somut temsil ve örneklerden, mes’ele, problem
ve sorunları minyatür hâline getirmekten geçer. Nitekim çocuğa “Dünya
yuvarlaktır.” derken, çocuğa dünyanın yuvarlak olduğunu kavratmak isterken, ne
yaparız? Bir futbol topu büyüklüğündeki oval dünya atlasını getirir önüne
koyarız. İşte dünya budur deriz.

     Nasıl ki gölge
asıldan haber verir. Nasıl ki damla denizi gösterir. Nasıl ki parça bütünü
hatırlatır. İşte bu küre, bu top şeklindeki dünya atlası da, dünyadan haber
verir. Dünyayı gösterir. Velhasıl çocuğun dünyayı kavraması, zihninin dünyayı
kapsaması böylece sağlanmış olur. Büyük mürşit / yol gösterici zâtlar sözlerine
“Nefsimle beraber dinle.” diyerek başlar. Çünkü bu cümlede yâni “Nefsimle
beraber dinle.” ifadesinde, rehber olmanın en güzel yolu gösteriliyor. Bu
başlangıç sözünde, sözün en güzeli söyleniyor. Bir işte sonuç almanın en büyük,
en etkin yoluna işaret ediliyor. Bu hükümde; etkili olmanın, peşine takmanın en
sihirli, en büyüleyici rûhu nazara veriliyor.

 

Önceki İçerikAtatürk’e Ders Veren Hâkim
Sonraki İçerikTekeller Kâr Eder
Avatar photo
1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1955'de Ordu ili, Mesudiye kazasının Çardaklı köyü ilkokulunu bitirdi. 1965'de Bakırköy Lisesi, 1972'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden mezun oldu. 1974-75 Burdur'da Topçu Asteğmeni olarak vatani vazifesini yaptı. 22 Eylül 1975'de Diyarbakır'ın Ergani ilçesindeki Dicle Öğretmen Lisesi Tarih öğretmenliğine tayin olundu. 15 Mart 1977, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Osmanlıca Okutmanlığına başladı. 23 Ekim 1989 tarihinden beri, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Yakınçağ Anabilim Dalı'nda Öğretim Görevlisi olarak bulundu. 1999'da emekli oldu. Üniversite talebeliğinden itibaren; "Bugün", "Babıalide Sabah", "Tercüman", "Zaman", "Türkiye", "Ortadoğu", "Yeni Asya", "İkinisan", "Ordu Mesudiye" ve "Ayrıntılı Haber" gazetelerinde ve "Türkçesi", "Yeni İstiklal", "İslami Edebiyat", "Zafer", "Sızıntı", "Erciyes", "Milli Kültür", "İlkadım" ve "Sur" adlı dergilerde yazıları çıktı. Halen de yazmaya devam etmektedir. Ahmed Cevdet Paşa'nın Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefası'nı sadeleştirmiş ve 1981'de basılmıştır. Metin Muhsin müstear ismiyle, gençler için yazdığı "Irmakların Dili" adlı eseri 1984'te yayınlanmıştır. Ayrıca Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nce hazırlattırılan "Van Kütüğü" için, "Van Kronolojisini" hazırlamıştır. 1993'te; Doğu ile ilgili olarak yazıp neşrettiği makaleleri "Doğu Gerçeği" adlı kitabda bir araya getirilerek yayınlandı. Bu arada, bazı eserleri baskıya hazırlamıştır. Bir kısmı yayınlanmış "hikaye" dalında kaleme aldığı edebi yazıları da vardır. 2009 yılında GESİAD tarafından "Gebze'de Yılın İletişimcisi " ödülü kendisine verilmiştir.