İneği Tanımak

106

Beynim, zonkluyor, çatlayacak gibi oluyor bazen. Melekelerim,
iflasını ilan ediyor, olayları idrakteki yetersizliğini haykırıyor çok kere. Aklım;
ışığın, gezegenlerin, yıldızların hızını, ağırlığını, her türlü fiziksel ve
kimyasal özelliğini keşfeden insanoğlunun, insan ilişkilerindeki, sosyal
hayattaki denklemi niçin kuramadığını, matematiği niçin formüllendiremediğini
kabullenemiyor bir türlü. 

Adamın biri, sabah namazından eve dönerken yolda, bir ineği zorla
bir arabaya yüklemeye çalışan kişilere rastlar. Direnen ineği arabaya bir türlü
bindiremezler. Adam, ineğe yaklaşır, hayvanın alnını içtenlikle okşar; inek
sakinleşir, direnmeyi bırakır. Yabancılar, ineği kolayca arabaya bindirir.
Adam, sağladığı kolaylık sebebiyle gururlanır, “Sabah namazının kerameti işte!”
der kendince. Eve geldiğinde hüngür hüngür ağlayan annesiyle karşılaşır. “Niye
ağlıyorsun?” dediğinde “İneğimi çalmışlar.” cevabını alır. Adam, şöyle
mırıldanır: “Ne tuhaf şey, ne büyük saflık! İnek, beni tanımış; ama ben ineği
tanıyamamışım.”

Ayağımıza kurşun sıkıyor, bir türlü fark etmiyoruz bunu; yola
çıktıklarımızı yolda bulduklarımızla değiştiriyoruz, vefa yerine yalakalığı
tercih ediyoruz. Şu hayatta, yaptığımız iyiliklerin birer kötülük olarak bize
döndüğü, öğrettiğimiz ilmin eşkıyaya kılıç vermek olduğu gerçeğiyle
karşılaşıyoruz çok kere.

“Ayıdan dost, domuzdan post olmaz.” sosyal yasasına rağmen,
köylünün biri, taşıma gücünden faydalanmak için ayı ile dost olur. Ayı, adamın
her türü yükünü taşımakta, günlük işlerinde ayının büyük yardımı dokunmaktadır.
Köylü de onu iyi beslemektedir. Aralarındaki güven tamdır. Bir gün, köylü, yorgunluktan
takatsiz kalır, derin uykuya dalar. Köylünün yüzüne konan sineğe sinirlenen ayı,
yerden aldığı büyük bir taşla sineği öldürmek ister. Sineği ezer ama can dostu
köylüyü de öbür dünyaya gitmekten kurtaramaz. Boşuna “Aptal dostun olacağına
akıllı düşmanın olsun.” denmemiş.

Kazancımız zannettiğimiz sermayemiz, birikimlerimiz, bakıyorsunuz,
bir zaman sonra sizin kelepçeniz olmuş. Dost bildikleriniz düşman, yürüdüğünüz
cadde çıkmaz sokak olmuş. Hiçbir şeyin ne garantisi ne matematiği var?

Fabrikaları vardı adamın,  toplumdaki
saygınlığı yüksek, sosyal imajı sağlamdı; bir gün, hiç hesapta yokken, fabrikada
patlama oldu, Onlarca insan öldü. Önce “sanık” dediler, sonra mahkûm ettiler.
O, şimdi demir parmaklıkların arkasında gün sayıyor. Diğerinin maden ocakları
vardı, her gün tonlarca maden çıkarıyor; hem iyi para kazanıyor hem memleket
ekonomisine katkıda bulunuyordu. Bir gün ocak çöktü, çok sayıda işçi öldü.
Şimdi, mahkemeye her çıkarılışta linçe uğruyor, vicdan muhasebesine davet
ediliyor. Adam, bütün sermayesini dağıtsa, geleceğini ipotek etse ne
vicdanlarda aklanabilecek ne mahkemelerde beraat edebilecek. Nerden, nereye?
Düşmez, kalkmaz; bir Allah. “Ne oldum, deme; ne olacağım, de.” demiş
atalarımız.

“Mutluluğu çorba yapıp, Elimize
çatal verdiler. Bizi çıkmaz sokağa bırakıp ‘Yolun açık olsun.’ dediler” der
Neyzen Tevfik. Sağ gösterilip soldan dayak yenen bir ilişkiler yumağı,
yaşadığımız dünya. Hangi matematik formülü, hangi fizik kanunuyla izah
edilebilir bu ilişkiler zinciri?

Hayat, çok garip; bir bilinmezlik
yolunda serseri mayın gibi ilerliyoruz, belki de geriliyoruz. Zaman düzleminin
adı, meçhuliyet.

Gazete haberi olarak okumuştum.
Amerika’da geçer olay. Ünlü bir iş adamına, şoförü her gün “Efendim olağanüstü
çalıyorsunuz, biraz kendinize ve ailenize zaman ayırsanız.” diye telkinde
bulunur. Kazanmak ve başarmak hırsı varken söylenenler bir kulağından girer,
diğer kulağından çıkar iş adamının. Orta yaşlarda ölür adam. Bir süre sonra
karısı, şoförle evlenir ve adam holdingin başına geçer. Şoförün ağzından şu
cümleler çıkar: “Ben, kocanızın, kendisi için çok çalıştığını düşünüyordum,
meğer o bizim için çalışıyormuş.” Kimse, hiçbir şeyin sahibi değil. Gerçek
olan, her şeyin bir oyun ve eğlence metaı olduğudur. Bunu idrak edebilmek,
büyük lütuf olsa gerek.

 İki
dünyanın da Sahibi, Tegabün suresi 15 ve 18 arasındaki ayetlerde yol haritamızı
belirlemiş: “Mallarınız ve çocuklarınız sizin için ancak bir imtihandır; büyük
mükâfat ise Allah’ın katındadır. O halde gücünüz yettiğince Allah’a
saygısızlıktan sakının; dinleyin, itaat edin ve kendi iyiliğinize olmak üzere
başkaları için harcayın. Kim nefsinin bencilliğinden korunmayı başarırsa işte
kurtuluşa erecekler onlardır. Allah’a güzel bir borç verirseniz O da bunu
size fazlasıyla öder ve sizi bağışlar. Allah şükrün karşılığını bol bol verir,
cezada ise acele etmez.
Allah, akıl ve duyularla idrak
edilemeyeni de edileni de bilir; O üstündür, hikmet sahibidir.”

Hikmet sahibi olmak, Rabbani bir nitelik,
insanda da var. Hikmet, olayların ve eşyanın künhüne vakıf olmak. Herkesin,
hikmetine vakıf olması gereken bir oyuncağı, fitne sebebi, imtihan aracı var.
İnek, ayı, maden ocağı, fabrika, makam, şöhret ve benzeri. İmtihan sebebimiz
olan nesneleri iyi tanımamız gerek. İyi tanımak, onların sadece bir nesne
olduğunu bilmek, onların asla nesnesi olmamamız gerektiği bilincine sahip
olmak, demektir. İmtihan edilen bir özne olduğumuzu bilmek, yol haritamızı buna
göre çizip bu yolda yürümek, ne büyük ayrıcalık.

Kapı burada, anahtar elinizde, tercih sizin.