Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) Selahattin Demirtaş’ın başvurusu üzerine
verdiği hak ihlali ve Demirtaş’ın tahliye edilmesi gerektiği yönündeki karar
tartışmalara sebep oldu. Cumhurbaşkanı başta olmak üzere AİHM’in Demirtaş
kararı ağır bir şekilde eleştirildi. Kamuoyunda da gerek AİHM kararı gerekse
Cumhurbaşkanı’nın bu karara yönelik eleştirileri hakkında tartışmalar yapıldı.
Selahattin Demirtaş ekseninde dönen
bu tartışmaların iki boyutu var ve bu tartışmanın iki farklı açıdan ele alını
değerlendirilmesi gerekmektedir. Tartışmanın birinci boyutu hukuki boyuttur ve
tartışmanın “zâhiri” (görünen) yönüne işaret etmektedir. İkinci boyut ise
siyaseten hedeflenen boyutudur ve o da tartışmanın “bâtıni”
(gizlenen) yönüne işaret etmektedir.
Kanaatimizce tartışmanın bu “zâhiri” boyutunun “bâtıni” boyutun alt yapısını oluşturmaya
yönelik bir amacı vardır. Şimdi önce bu
konuyu hukuki açıdan sonra da siyasi açıdan değerlendirmeye çalışalım.
Tartışmanın Zâhiri Olan Hukuki Boyutu
AİHM’in Demirtaş’ın tutukluluğuyla
ilgili olarak verdiği hak ihlali ve tahliye edilmesi gerektiği yönündeki
kararların isabeti hakkında gerçek anlamda sağlıklı bir yorum yapabilmek için
dosyaya vakıf olmak gerekmektedir. Dosya içeriğini bilmeden yapılan her yorum
hatalı olacaktır. Ancak konu hakkındaki haberlerden, yargı sisteminin işleyiş
biçiminden ve bu tip toplumu ilgilendiren konularda siyasi iktidarın ve
medyanın genel yaklaşımını göz önüne alarak birtakım fikirlere sahip
olabilmekteyiz.
Bu hukuki boyut meselesinin de iki
ayrı yönü bulunmakta. İlki Demirtaş’ın tutukluluğunun hukuka uygun olup
olmaması. İkinci yönü de AİHM kararının bağlayıcı olup olmaması.
İkinci yönünden başlayacak olursak
AİHM kararları hem devlet için hem de mahkemeler için bağlayıcıdır. AİHM
kararları hoşumuza gitmese bile bu kararları uygulamak zorundayız. Bu
kararların uygulanmaması ayrıca hukuka aykırılık teşkil eder. Cumhurbaşkanı,
AİHM kararını eleştirirken “iç hukuk yollarının tüketilmediğinden” bahsetmişti.
Görünen o ki danışmanları Sayın Cumhurbaşkanı’nı fena halde yanıltıyorlar. Çünkü
Anayasa Mahkemesi hem 21 Aralık 2017 tarihinde hem de 9 Haziran 2020 tarihinde
Demirtaş’ın uzun tutukluluğunu hak ihlali olarak kabul eden kararlar vermişti.
Her iki karar da siyasi iktidarın baskısı nedeniyle uygulanmadı. Dolayısıyla
Sayın Cumhurbaşkanı’nın “iç hukuk yolları tüketilmemiştir” iddiası yerinde
değildir.
Konunun birinci yönüne dönecek
olursak; Selahattin Demirtaş’ın neden tutuklu olduğuyla alakalı net bir gerekçe
bulunmadığını görmekteyiz. Kanaatimizce, Demirtaş hakkında tutuklama kararı
veren hâkimler de neden tutukluluk yönünde karar verdiklerini bilmiyorlar!
Demirtaş hakkındaki iddialar ‘terör
örgütü yöneticiliği’, ‘terör örgütü
propagandası yapmak’, ‘Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Yasası’na muhalefet’,
‘halkı kin ve düşmanlığa alenen tahrik’, ‘halkı kanunlara uymamaya tahrik’,
‘suç işlemeye tahrik’ ve ‘suçu
ve suçluyu övme’. Ancak Demirtaş’ın bu suçları işlediğine dair dosyada “somut”
delil olmadığı dile getiriliyor. Zaten gerek Anayasa Mahkemesi’nin gerek
AİHM’in hak ihlali kararı vermeleri bu yüzden.
Peki,
madem somut delil yok o halde Demirtaş neden tutuklandı ve hem Anayasa
Mahkemesi hem de AİHM Demirtaş için “hak ihlali” kararı vermiş olmalarına rağmen
neden hala tahliye edilmiyor? Bu sorunun cevabı tamamen siyasi, o nedenle cevabı
aşağıda arayacağız.
Tartışmanın Bâtıni Olan Siyasi Boyutu
Şubat 1999’da PKK elebaşı Öcalan
Kenya’da “paketlenip” Türkiye’ye getirildiği zaman dönemin Başbakanı Bülent
Ecevit’in şu açıklaması dikkat çekmişti; “Öcalan’ı bize niçin teslim ettiler, hala anlamış değilim!” Öcalan hakkında idam kararı
verildikten sonra dönemin iktidar ortağı MHP’nin örtülü desteğiyle idam cezasının
kaldırılması manidardır. Hâlbuki MHP’nin 1999 seçimlerinde oy patlaması
yapmasının iki sebebi vardı; İlki o günlerde ciddi bir tartışma konusu olan başörtüsü
sorununun MHP tarafından çözüme kavuşturulacağına inanılması; ikincisi de
milletin Öcalan’ın asılıp bu beladan ebediyen kurtulma isteğiydi. MHP seçmenine
her iki konuda da ihanet etti! Peki, ne uğruna?
Öcalan’ın
yakalanmasından sonra şöyle bir iddia gündeme getirilmişti; Öcalan bir gün
serbest bırakılacak ve Kürtlerin “Nelson Mandela”sı yapılacak. Bu söylenti
ortaya çıktıktan sonra açılım sürecinin başlaması ve Ak Partili pek çok ismin
açılım sürecinde adeta birbirleriyle yarışırcasına Öcalan güzellemeleri
yapmaları bu iddianın doğru olma ihtimalini güçlendiriyor. Hatırlarsınız, o
günlerde Beşir Atalay “Beğenseniz de beğenmeseniz de Öcalan Kürtlerin
lideridir” sözüyle kapıyı açarken, Sadullah Ergin “Öcalan Türkiye’nin ve bölgenin
reel politiğini daha iyi değerlendiriyor” diyerek vites yükseltiyordu. Yasin
Aktay “Sürecin en önemli aktörlerinden olan Öcalan’ın talepleri normaldir,
meşrudur” diye konuya dâhil olurken Yalçın Akdoğan “Öcalan’ın olayları okuma
kabiliyeti var” diyerek Öcalan’ı övme yarışında bayraktarlık yapıyordu. İktidar
yanlısı gazetecilerin ifadelerini buraya aktarmayı gereksiz görüyorum. Hilal
Kaplan’ın, Mehmet Metiner’in ve isimlerini yazmayı gereksiz gördüğüm diğer pek
çoğunun neler söylediklerini siz zaten hatırlıyorsunuz.
Öcalan
için kapalı kapılar ardında kariyer planı yapanlar iki duvara toslayarak bu
planlarını hayata geçiremeyeceklerini gördüler. Tosladıkları birinci duvar
Öcalan’ın eli kanlı bir katil olduğu ve toplumun şuur altından bu imajın
silinemeyeceği realitesiydi. İkinci duvar ise Öcalan’ın sosyalist ezberlerden
başka birikimi olmayan vizyonsuz biri olmasıydı.
İşte
bugün Demirtaş’ın aslında tutuklanmasını gerektiren bir neden olmamasına rağmen
tutuklu olması ve mahkeme kararlarına rağmen hukuka aykırı olarak tutukluluğun
devam ettiriliyor olması gösteriyor ki Türkiye’nin siyaset mühendisleri dün
Öcalan’la başaramadıkları “Kürtlerin Nelson Mandela’sı” projesini yakın gelecekte Demirtaş’la gerçekleştirmek
istiyorlar. Demirtaş’ın 2014 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde aldığı sürpriz oy
onu HDP eş başkanlığından daha yukarıya Kürtlerin “doğal ve ruhani lideri” (!) pozisyonuna
terfi ettirecek gibi görünüyor.
Büyük Ortadoğu
Projesi’nin hala yürürlükte olduğunu ve Sayın Cumhurbaşkanı’nın da hala -kendi
ifadesiyle- “BOP’un eşbaşkanı” olduğunu göz önüne alacak olursak; bugün
Demirtaş’ın tahliye edilmemesi için her şeyi yapan Sayın Cumhurbaşkanı da,
durup dururken “HDP kapatılsın” açıklaması yapan Bahçeli de, devlet içindeki
etkin bir ekibin kabinedeki temsilcisi olan İçişleri Bakanı da Demirtaş’ı Kürtlerin
liderliğine hazırlayan plan için çalışıyorlar.
Öyle görünüyor
ki, yakın gelecekte Demirtaş’ı “haksızlığa uğramış, suçsuz yere yıllarca
cezaevinde kalmış ama buna rağmen mücadelesini devam ettirmiş biri” (!) sıfatıyla
tahliye edecekler ve Kürtlerin yeni doğal lideri yapacaklar. Kürtler adına
Demirtaş karar verecek, Kürtlerin sevk edilmek istendiği yere onları Demirtaş
sevk edecek. Demirtaş’ın ağzından çıkan söz bütün Kürtler adına söylenmiş
olacak.
Tam da burada
asıl sorulması gereken soruyu sormak lazım. Kürtlere yeni bir lider bulduktan
sonra ne olacak? Liderlerine kavuşan Kürtler bu yeni liderleriyle hangi amaca
yönlendirilecek? Kısaca, bundan sonra sıra hangi projeye gelecek? Bu sorular
için de cevabım hazır ama bu cevabı ne yazmaya kalemim ne de söylemeye de dilim
varmıyor.