Belâgatta Zirvede Bir Eser

92

Kur’an’ın iyi, güzel ve kusursuz sözü yani belâgatı; icaz
derecesindedir. Mucizedir. İnsanı benzerini yapmakta acze düşürücü bir
seviyededir. Yani insan bu derece belâgatli bir eser ortaya koyamaz. Böyle bir
eser yazmaktan âcizdir. Güçsüzdür. Kur’an gibi harikulâdelik / eşi
görülmemişlik seviyesi arzeden bir eser te’lîf edemez, yazamaz.

     İşte
vahyedilişinden itibaren günümüze, hattâ Kıyamete kadar insanın acze düştüğü ve
düşeceği Kur’an’ın belâgati; nazmının sıra ve düzenindeki güzelliğin
cezaletinden / eşsiz ve düzgün oluşundan ileri gelmektedir.

     Kur’an’ın
belâgati, metanet ve sağlamlığındaki hüsün ve güzelliğinden kaynaklanmaktadır.

     Üslûp yani stil,
kendine has ifade ve yazı tarzının; bedaat / güzellik ve yenilikler
taşımasındandır.

     Garip, şaşırtıcı,
benzersiz oluşu; müstahsenliği / beğenilmişliği durumundan dolayıdır.

     Beyanın beraati /
erdemli oluşu ve mükemmelliği; faikiyet / yükseklik ve seçkinliğinden; her şeyi
en güzel şekilde ifade etme kabiliyetinin saffetinden / temiz, arı duru anlatış
üstünlüğünden ötürüdür.

     Maani / mâna ve
anlamlarının; kuvvet ve hakkaniyeti / hak ve adalete uygun oluşundandır.

     Kur’an’ın
belâgatindeki eşsizliği; lâfız / söz ve kelimelerinin fesahati; yani doğru,
düzgün, açık ve akıcı şekilde kullanılması sayesindedir.

     Selaseti / sözün
akıcı, anlaşılır olma hâli; belâgatinden tevellüt eden / ortaya çıkan, sözün
harikulâde / olağanüstü güzelliğindendir.

     İşte böyle eşsiz
bir belâgati içeren Kur’an; Benî Âdeme / Âdemoğullarına, insanlara, en dâhi /
en anlayışlı, en uyanık, en deha sahibi ediplere, en güzel ve san’atlı söz
söyleyen yazarlara meydan okumakta, onlara karşı “Hodri meydan!” çağrısında
bulunmakta. En harika / olağanüstü vasıflar sahibi hatiplerini, en mütebahhir /
bilgisi deniz gibi geniş ve engin olan bilgin ve âlimlerini ve hattâ ulemasını
/ bilginlerini, ilim adamlarını muarazaya / sözle karşılıklı mücadeleye davet
etmekte. Çağrıda bulunmakta. Nitekim bin dört yüz senedir bu meydan okuyuşuna
devam etmekte.

     Böylece onların
damarlarına şiddetle dokunmuş ve dokunmakta. Muarazaya / söze sözle karşılık
vermeye davet ettiği hâlde, kibir ve gururlarından başını semavata / göklere
vuran o dâhiler / o deha sahipleri; ona muarazaya / sözle karşılık vermeye
muktedir olamamış ve olamamaktadırlar. Bu hususta ağız açamayıp, tam bir zillet
ve aşağılık içinde boyun eğmek zorunda kalmış ve kalmaktadırlar.

     Nitekim Kur’an’ın
belâgatindeki i’caz vechi / mucize yönü için çok şeyler söylenebilir. Çünkü
Kur’an’ın i’cazı / mucizelik ve olağanüstülük yönü vardır. Diğer lâfız ve
sözleri âciz bırakan tarafları hâvi / içerir.

     Çünkü Ceziretü’l-
Arab / Arabistan yarımadası ahalisi / halkı; o asır / M. 7. Yüzyılda mutlak
ekseriyeti / büyük çoğunluğu bakımından, ümmî / okuma yazması olmayan bir
toplum idi. Ümmîliklerinden ötürü mefahir / övünülecek şeylerini ve tarihî /
tarihsel vak’a, hâdise ve olaylarını şiirlerle ifade ederek hafızalara emanet
ediyorlar. Çok kuvvetli hafızaları sayesinde, geleceğe ulaştırmanın yolunu bu
şekilde bulmuş oluyorlardı.

      Ahlâkî mehasinini
/ güzelliklerini bu şekilde anlatmak ve yarınlara iletmek için, mevcut durub-i
emsal denen atasözlerini; kitabet / yazı yerine şiir ve belâgat / güzel ve
pürüzsüz söz söylemek suretiyle, geleceğe nakletme ve emanet etmenin yolunu
bulmuşlardı.

     Böylece manidar /
bir mana ve anlam ifade eden bir kelâmı / bir sözü; şiir ve belâgat kisvesine
büründürerek; câzibe / çekicilik kazandırmak suretiyle, hafızalara nakşetmek
mümkün oluyordu.

     Böylece, eslâfı /
öncekileri ahlâfa / sonrakilere ulaştırmak için, hafıza, zihin ve belleklerden
yararlanmış oluyorlardı.

     Böylece her türlü
lâfzî / sözel edebî hazineleri; hafızadan hafızaya geçirerek istikbal /
gelecekteki Araplara ulaştırmanın çaresini bulmuşlardı.

     İşte şu fıtrî /
normal ihtiyaçları yüzünden, Araplar ruha, içe ait his, duyuş ve düşüncelerini,
yani manevî hayatlarında yer alan sözel kıymetleri; o zamanda en ziyade revaç
ve gündemde olan fesahatli / kusursuz etkili ifade tarzı olan şiirlerle dile
getirerek, hafızalarda kolayca kalmasını sağlamışlar. Yarınlara olduğu gibi
nakletmenin en veciz, en kısa ve özlü yolunu bulmuşlardı.

     Öyle ki, bir
kabilenin beliğ / açık, düzgün söz söyleyen bir edibi, en büyük bir millî  kahraman gibiydi. En ziyade onunla iftihar
edilir / övünülürdü.

     İşte İslâmiyetten
sonra âlemi zekâlarıyla idare eden o zeki kavim; en revaçlı / geçerli ve  iftiharlarına medar / övünçlerine vesile olan
ve şiddetle ihtiyaç duydukları belâgatta; dünya milletleri içinde en ileride ve
en yüksek mertebede idiler.

     Belâgat o kadar
kıymettar / değerli idi ki, bir edibin bir sözüyle; iki kavim büyük bir
muharebe ve savaşa tutuşabiliyordu. Nitekim şairlerin tek bir sözüyle barış ve
uzlaşma sağlanabiliyordu.

     İşte o zamanki
Araplarda şiirin etkisi o kadar büyüktü ki, onların içinde “Muallekat-ı Seb’a”
/ “Yedi Asılmış Eser” Cahiliye döneminde Kâbe duvarına asılan yedi şiir olup,
onunla iftihar  etmişler, övünüp
durmuşlardır.

Önceki İçerikDomino Etkisi
Sonraki İçerikTürkçülük Eğitim ve Liyakat
Avatar photo
1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1955'de Ordu ili, Mesudiye kazasının Çardaklı köyü ilkokulunu bitirdi. 1965'de Bakırköy Lisesi, 1972'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden mezun oldu. 1974-75 Burdur'da Topçu Asteğmeni olarak vatani vazifesini yaptı. 22 Eylül 1975'de Diyarbakır'ın Ergani ilçesindeki Dicle Öğretmen Lisesi Tarih öğretmenliğine tayin olundu. 15 Mart 1977, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Osmanlıca Okutmanlığına başladı. 23 Ekim 1989 tarihinden beri, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Yakınçağ Anabilim Dalı'nda Öğretim Görevlisi olarak bulundu. 1999'da emekli oldu. Üniversite talebeliğinden itibaren; "Bugün", "Babıalide Sabah", "Tercüman", "Zaman", "Türkiye", "Ortadoğu", "Yeni Asya", "İkinisan", "Ordu Mesudiye" ve "Ayrıntılı Haber" gazetelerinde ve "Türkçesi", "Yeni İstiklal", "İslami Edebiyat", "Zafer", "Sızıntı", "Erciyes", "Milli Kültür", "İlkadım" ve "Sur" adlı dergilerde yazıları çıktı. Halen de yazmaya devam etmektedir. Ahmed Cevdet Paşa'nın Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefası'nı sadeleştirmiş ve 1981'de basılmıştır. Metin Muhsin müstear ismiyle, gençler için yazdığı "Irmakların Dili" adlı eseri 1984'te yayınlanmıştır. Ayrıca Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nce hazırlattırılan "Van Kütüğü" için, "Van Kronolojisini" hazırlamıştır. 1993'te; Doğu ile ilgili olarak yazıp neşrettiği makaleleri "Doğu Gerçeği" adlı kitabda bir araya getirilerek yayınlandı. Bu arada, bazı eserleri baskıya hazırlamıştır. Bir kısmı yayınlanmış "hikaye" dalında kaleme aldığı edebi yazıları da vardır. 2009 yılında GESİAD tarafından "Gebze'de Yılın İletişimcisi " ödülü kendisine verilmiştir.