Kimler sevgi, kimler nefret yolcusu?

99

Bir topluluğu bir arada tutmanın iki yolu vardır. Ve bu iki
yol birbirine taban tabana zıttır. Biri sevgiye, öteki nefrete dayanır.
Birincisi zor, ikincisi görece kolaydır.

Sevgiye dayanan yola, grup mensuplarının birbirini
sevmesiyle çıkılır. Bu sevgi ortak değerlere dayanır. Ortak bir geçmiş varsa,
ortak atalar varsa, ortak zaferler ve ortak hezimetler varsa, iç bağlar
kuvvetlenir de kuvvetlenir. İşte buna milliyetçilik diyoruz. Ve bu sevgi ile
bağlanma mekanizması, insanlığın kökeninde var. Kusura bakma Jan Jak Ruso,
insan hiçbir zaman tek başına yaşayan asil vahşi olmadı. İnsan demek, toplum
demek ve toplum sevgi demek; karşılıklı bağlılık ve güven demek. Onun için
milliyetçilik genetiktir diyoruz.

Irkçılar ve popülistler

İnsanları bir arada tutmak için bir de nefrete dayanan yol
vardır. Şu kötü, bu kötü, şu düşman, bu hain…

Nefret yolu milletlerden ziyade siyasî hareketlerin tercih
ettiği bir mekanizmadır. Irkçıların ve popülistlerin. Millet gibi doğuştan
olmadığı için propaganda ile devamlı canlı tutulması gerekir. Nazizm, komünizm
bu yolun yolcularıydı. Birincisi Almanya’daki Yahudiler ve ikinci derecede de
diğer azınlıklardan nefret üzerine kurulmuştu. Komünizm varlıklılardan nefrete
dayanıyordu.

Bilmem kaçıncı tekrarım olacak ama Kesin İnançlılar‘ın
yazarı Eric Hoffer’in cümle-i bercestesinin yeri geldi yine: Allahsız hareket
vardır ama şeytansız hareket yoktur! Allahsız hareket? Komünizm tabi.. Nazilik
de pek dindar sayılmazdı. Düşünün, İŞİD gibi sözde Allah yolundaki hareketler
bile Allah veya Müslüman sevgisinden ziyade kâfir nefreti üzerine kuruludur.
Bir başkası: Boko Haram. Bakınız sevgi değil, “haram”. Yahudi, kapitalist,
kâfir… Şeytan bunlar işte. Şeytan yerine çağımızın entelektüel lafını da
kullanabilirsiniz: Öteki.

Damlalar ve insanlar

Durmuş Hocaoğlu rahmet istedi. O sosyal konuları fizikten
benzetmelerle anlatırdı. Ben de onun benzetmelerini anladığımı düşünürüm; ne de
olsa meslektaş sayılırız. Kimya’da bir damlanın damla olabilmesi için iki yol
vardır. Ya damlanın taneciklerinin- yani atom veya moleküllerinin- birbirini
çekmesi, dışlarındaki maddelerin çekiminden fazla olacak… O zaman damla
bulaşmadan, yayılmadan öylece durur. Örnek, bir cıva damlasının, sıvı olduğu
hâlde birçok yüzeyde damlalığını korumasıdır. Bu sayede, bulaşmadan,
yayılmadan, dağılmadan, “cıva gibi”, yuvarlanır.

İkinci yol, çevrenin itimidir; o zaman da damla oluşur.
Örnek su içindeki yağ zerresidir. Su yokken bulaşan, yayılan yağ, suyun
içindeyken damlacıklar hâlinde öylece durur. Bu yağla suyun birbirlerini
sevmemelerindendir. İnsan toplumları olsalar, aynı şeyi sağlamak için Hitler
gibi sabah akşam nutuk atmak gerekirdi. Gevşetmeye gelmez. Birkaç gün sussanız,
maazallah, insanlar birbirini sevmeğe falan başlar ve sizin etrafınızdan
ayrılıverirler. O yüzden, sizin adamlarınızı bir arada tutmak için ötekilerin
ne kadar hain, ne kadar aşağılık, ne kadar kötü niyetli olduklarını anlatmanız,
nefretinizi dinleyicilerinize geçirmeniz lazım. Yüzünüz nefretle gerilmeli – ne
güzel laftır: takallüs etmeli- sizi dinleyip seyredenlere o saniye kahrolası
düşmanlarınızı infaz edecekmişsiniz gibi gelsin.

Eğer prompterleri rahat okuyabiliyorsanız, operatörler de
size uyum sağlıyor, senkronize oluyorsa, nefretten başka arada sırada
aşağılayıcı bir alay üslubu da tutturabilirsiniz. Fakat okuma-yazmanız sağlam
değilse, nefret daha güvenlidir. Kekeler, şaşalarsanız, adamlarınız buna
öfkenin sebep olduğunu zanneder; daha da iyidir. Yüz ifadeleriniz, bakışlarınız
da konuya uygun olmalıdır.

Nefret eğitimi

Bir başka rahmet isteyen de Coşkun Karakaya idi… Usta ressam
ve Gazi Eğitim’in resim hocasıydı. Mehmet Başbuğ ve daha nice ustanın da
ustasıydı. Töre-Devlet Yayınları’nın ilk kapaklarının tamamı, Emine Işınsu
romanlarının kapak tasarımları hep Coşkun’undur.

Bir gün üst kat penceresinden futbol sahasına bakarken bir
grup gencin kale çizgisinde sıraya girdiğini, en baştakinin her birinin yüzüne
tek tek baka baka diğer uca geçtiğini görür. Sonra diğeri aynı işi yapıyor ve
herkes herkesin yüzüne birer defa bakarak geçit yapıyormuş. Öğrencilerinden
birini çağırıp, bunlar ne yapıyor diye sormuş. Ağzımızı hayretten açık
bıraktıran açıklama şu: Bu gençler sınıf nefreti ile bakmayı öğreniyormuş!
Baktıklarını burjuva kapitalist, kendileri de ezilen proletarya yerine koyuyor
ve rollerine yaraşan bakışları edinmeye çalışıyorlarmış.

Onlar öyleydi. Acaba bugünküler de “haine bakış”, “kâfire
nazar”, “zillete nefret” eğitimi falan görüyorlar mı? Ne dersiniz? Televizyonda
bakışa uygun el-kol hareketi de lazım.

Eğitimi bu kadar tenkit ettim. Fakat nefretçilerin yüzüne ve
vücut diline bakıyorum. Son derece başarılılar. Demek ki başarılı eğitimciler
de var. Değme eski ihtilalci, değme DAEŞ’çi ellerine su dökemez. Şeytanınız bol
olsun!(Alıntı: Milli Düşünce Merkezi)