(Birinci Bölüm)
Oğuz Çetinoğlu: ‘İslam’
ve ‘terör’… Yan yana kullanılması
mümkün olamayacak kavramlar olmasına rağmen ‘el-Kaide’, ‘Tâliban’, ‘Hizbullah’, ‘Mücâhidin’, ‘IŞİD’,
Suriye’de el-Kaide bağlantılı olarak faaliyet gösteren ‘Cebetü’l-Nusra’, Nijerya’da ‘Boko
Haram’ ve Somali’de faaliyet gösteren ‘eş- Şebab’ gibi terör örgütleri İslam adına hareket ettiklerini
iddia ediyorlar. Sizinle bu konuyu konuşmak istiyorum. Sorulara geçmeden önce
umumî bur değerlendirme lütfeder misiniz hocam?
Prof.
Dr. Abdulhâkim Yüce: Günümüzde
eylem ve faaliyetleriyle bütün dünyayı ciddî şekilde huzursuz eden terör
belâsı, daha çok İslam olmak üzere, din maskesini de kullanmaktadır. Bu
aldatıcı metodu kullanan örgütler hem daha kolay militan devşirmekte, hem de
maddî ve lojistik destek bulma hususunda herhangi bir zorlukla karşılaşmamaktadırlar.
Hassas konuların başında gelen din,
aslında bütün insanları kucaklayan ve huzur içinde bir hayat yaşamalarını
sağlayacak ahlakî prensipler üzerine bina edilmiştir. Ancak tarih boyunca zaman
zaman yanlış yorumlanarak bu yüksek gayenin tersi bir durumun vukûuna sebepmiş
gibi gösterildiği de olmuştur.
Günümüzde de benzeri bir durum
yaşanmakta ve ulaşım araçlarının yaygınlık kazanmasından ötürü, küresel ölçekte
din âdeta terörün kaynağı veya en azından kaynaklık edecek unsurlar taşıyan bir
keyfiyette gösterilmektedir. Bunu haklı çıkarmak için de şeriat, cihad, ülke
kavramı, şehitlik, hükmün Allah’a ait olması, iyiliği emretme, tekfir vb.
kavramların anlamları ters yüz edilerek kitleler etki altında bırakılmaktadır.
Bu yanlış yorum ve uygulamalara karşı çıkma ihtimalinden ötürü de yetişmiş din
âlimleri hedefe konarak yıpratılmakta; yanlış yorumlarını anlamaya yardımcı olacak
usûl ilmi tanınmamakta, sâdece zâhirî ve parçacı bir yorum yapılmakta; seviyeli
din eğitiminin verilmesi engellenmekte ve muhalifleri sindirmek için, kelimenin
tam anlamıyla terör estirilmektedir.
Çetinoğlu:
‘Din maskesi’ dediniz. Neden din maskesi?
Prof.
Yüce:
‘Maske’ kelimesi sözlüklerde, ‘gerçek duyguları veya bir şeyin gerçek
görünüşünü gizleyen aldatıcı görünüş ve davranış’ şeklinde tarif
edilmektedir. Din adına hareket ettiklerini söyleyen terör örgütleri de gerçek
düşünce ve hedeflerini gizlemekte ve din maskesini kullanmaktadırlar. Zira
terör estirmek ne Allah’ın emridir, ne bu yolla O’nun rızası kazanılabilir, ne
de cennete layık bir kemalat elde edilebilir. Dolayısıyla din adına terör
olmayacağına göre burada din bir maskedir.
Çetinoğlu: Dini, kendi
çıkarları için kullanıyorlar. Dini vâsıta veya maske olarak tercih etmelerinin
sebebi nedir?
Prof.
Yüce:
Din, insanın mayasına konulmuş bir keyfiyettir. Fıtrata uygun olan bu keyfiyet
ilk insanla birlikte yaşanmaya başlanmış ve bu durum kesintisiz olarak günümüze
kadar devam etmiştir. Günümüzde de kitleler üzerinde en etkili hususlardan
birisi dindir. Bu özelliğinden ötürü din manipüle edilmek istenen konuların
başında gelir.
İşte dinin bu özelliğinden ötürü bazen
dini tahrip etmek bazen de karanlık emellerine ulaşmak için değişik çevreler
dini maalesef bir maske olarak kullanmaktadırlar. Geçmişte de değişik maksatlar
için din bir meşruiyet zemini olarak kullanılmıştır. Bazı durumlarda bu gerekli
iken veya din bu durumu emretmekte iken birçok durumda maalesef din bu yolla
sömürü ve aldatma aracı olarak kullanılmıştır. İşte söz konusu örgütlerin beyin
takımlarının yaptıkları ikinci kısma girer.
Çetinoğlu: Dinin terör
hareketlerine âlet edilmesinde, din anlayışına zarar verme gayesi de söz konusu
mu?
Prof.
Yüce:
Terör örgütlerinin tamamı birçok yönden insanlığa zarar vermektedirler. Ancak
din maskeli terör örgütleri daha çok, görünüşte kendisine hizmet ettiklerini
zannettikleri veya söyledikleri dine zarar vermektedirler. Bu zararın iki
konuda yoğunlaştığını söylemek mümkündür. İslam imajını lekeleme ve bazı İslamî
konuları yanlış yorumlama.
Çetinoğlu: ‘İslam’ı lekeleme’ mevzuunda açıklama
lütfetmeniz mümkün mü?
Prof.
Yüce:
İslam dini ve O’nun Mümtaz Peygamberi (sallallâhu aleyhi vesellem) tarih
boyunca birçok talihsizlikler yaşamışlardır. İslam âleminin dışında kalan büyük
bir kitle onları kadr u kıymetlerine uygun bir şekilde tanıyamadı. Bunda Müslümanların
yetersiz kalan temsilleri kadar farklı çevrelerin aleyhteki propagandaları da
pay sâhibidir. Yirminci asrın ikinci yarısından itibâren bu durum nisbeten
değişmeye başlamıştı. Zira İslam ülkelerindeki bağımsızlık ve uyanışın yanı
sıra, birçok Müslüman, eğitim ve ticaret için dünyanın değişik yerlerine
gitmeye başladı. Yazılan bazı güzel eserler farklı dünya dillerine tercüme
edildi. Başta batı ülkeleri olmak üzere değişik ülkelerden İslam’ı gereğine
uygun anlatan ilim adamlarının eserleri yayınlandı. Ticaret, spor, medya vb.
alanlarda adını duyuran Müslümanlar oldu; eğitim sahasında atılımlar yapıldı ve
bazı Müslüman ilim adamları meşhur üniversitelerde görev almaya başladı; birçok
ülkede Müslümanlar eğitim kurumları açtı ve ciddî başarılar elde edildi. Bu
arada televizyon ve internet gibi iletişim araçlarının yaygınlık kazanmasıyla
halklar birbirlerini daha yakından tanımaya ve gerçekleri öğrenmeye başladı.
İşte menfaat/şer şebekelerinin güzel
giden bu gidişata nasıl dur diyeceklerine karar veremedikleri bir sırada, din
maskeli terör örgütleri eylemleriyle bir can simidi gibi imdatlarına yetişti ve
düzelmeye başlayan İslam imajı kısa bir sürede eskisinden daha kötü bir hâle
getirildi. Birçok kişide ‘İslamofobiya’
denilen paranoya ortaya çıktı. Yapılan yayınlarda ve yazılan bazı eserlerde
İslam terör dini olarak gösterildi. Özellikle bazı ayetleri referans vererek
İslam’ın şiddet telkin ettiği iddia edildi.
İşte bu işe zemin hazırlamada katkısı
olan din maskeli terör bu yönüyle dine büyük zarar vermiş bulunmaktadır. Açılan
bu yarayı sarmak uzun zaman alacak gibi görünüyor.
Çetinoğlu: İslamiyet’i ‘terör dini’ olarak gösterebilmek için
nasıl bir metoddan yararlanıyorlar?
Prof.
Yüce:
Din maskeli terör, bazı dinî meseleleri yanlış yorumlayarak da dine zarar
vermektedir. Şeriat, cihad, ülke kavramı, şehitlik, hükmün Allah’a ait olması,
iyiliği emretme, tekfir vb. kavramların anlamlarını keyfî bir şekilde ve
maksatlarına uygun yorumlamaları buna misaldir.
Çetinoğlu: ‘Hüküm Allah (cc)’ındır’ ifadesini tahlil
eder misiniz?
Prof.
Yüce:
Din motifli terör örgütlerinin dillerine doladıkları ve siyak-sibakından
(bağlam) kopararak yanlış yorumladıkları konulardan biri ‘hükmün’ sâdece
Allah’a ait olduğunu belirten ayettir. (Yusuf, 12/40) Bu konudaki ilk
yanlışlığı da Hariciler yapmışlardır. Hz. Ali’yi, Sıffin Savaşı öncesinde,
anlaşmazlığı çözmesi için önce hakemi kabul etmeye zorlayan, sonra da
başkaldırarak isyan eden Hariciler, “Hakemi
kabul etmiyoruz, hüküm sâdece Allah’ındır.” deyince Hz. Ali’nin cevabı
şu oldu: “Bu söz, kendisi ile bâtıl
kast olunan hak bir sözdür. Evet, hüküm sâdece Allah’ındır, fakat bunlar
(Hariciler) bu sözlerle, ‘Emirlik ancak Allah’ındır.’ Demek istiyorlar. Hâlbuki
insanlar için, muttaki olsun, günahkâr olsun mutlaka bir emir / başkan gerekir ki, müminler onun emrinde
çalışsın, kâfirler hayatlarını devam ettirsin.
Allah onunla vaatleri tamamlasın, onun vasıtasıyla vergiler toplansın,
düşmanlarla savaşılsın, yollar emniyete kavuşturulsun, zayıfın hakkı güçlüden
alınsın, böylece iyi insanlar huzura kavuşsun, kötü insanlardan kurtulmuş olsun.”
Dikkat edilirse Hz. Ali, başında bir
insanın veya insanların bulunduğu, otoriteyi kendinde toplayan bir devletin
şart olduğunu dile getirmektedir. Zira etkisiz kabile reisi ve kabile asabiyeti
anarşizme sebeptir. Günümüz Haricîleri ise şöyle derler: “İslâm’a göre kanun koyma yâni teşrî (yasama)
yetkisi, yalnız Allah’ın elinde ve inisiyatifindedir. Teşri hakkı ne bir hükümdara,
ne bir aileye, ne bir partiye, ne de bir meclise verilemez. Yasama, sâdece
Allah’ın hakkıdır.” Bu ifadelere göre Kur’an başta olmak üzere ilahî
kitaplar birer anayasa, hatta detaylar da dâhil birer yasa ve tüzük
kitabıdırlar. Hâlbuki durum bu şekilde değildir. Kur’an’da insanlığın ortak
değerlerini ifade eden ana prensipler bulunmaktadır. Ama Kur’an aynı zamanda
bir zikir, bir fikir, bir ibret, bir dua ve bir ibadet kitabıdır. Onun için
İslam, devlet şekli ile alakalı olarak kesin sınırlar koymamıştır. Tarihî süreç
içinde değişik devlet şekilleri deneyerek insanlık bu gün demokrasiyi benimser
bir konuma gelmiştir.
Çetinoğlu: İslâmî açıdan demokrasiyi nasıl anlamamız gerekir?
Prof.
Yüce:
Demokrasi, halk hâkimiyetine dayalı bir sistemdir. “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir.” cümlesiyle
vurgulanmak istenen husus demokrasidir. Bu söz, hâkimiyetin -hâşâ- Allah’tan
alınarak insanlara verilmesi demek değildir; aksine, hâkimiyetin, Allah
tarafından, kaba kuvvet temsilcilerinin elinden alınıp millete verilmiş
olduğunu belirtmektedir. Demokrasi, temel hak ve hürriyetlerin korunmasını
halkın temsilcilerine tevdi eden, milletin görüş ve kanaatlerinin ülke
yönetiminde tesirli olması gerektiği esasına dayanan bir idare şeklidir.
Ontolojik olarak Allah elbette her şeyin
hâkimidir ve hüküm sâdece O’na aittir. Kâinattaki düzen, yaratılış ve olup
biten her şey O’nun iradesi ve kudreti ile olmaktadır. Buna rağmen bizzat
Allah’ın ifadesiyle, onda tasarruf etme yetkisi dâhil, bütün kâinat insanlığın
hizmetine verilmiş ve insan Allah’ın yeryüzünde halifesi kılınmıştır.
Çetinoğlu: ‘Halifelik’ kavramını
ve tasarruf salâhiyetinin nasıl kullanılacağını açıklar mısınız?
Prof.
Yüce:
Devlet yönetimi için de peygamberleri aracılığıyla adalet, müşavere vb.
prensipler koymuştur. Ancak devletin yönetim şekli, insanlığın ortak kabulleri
olan bu temel prensiplerin uygulanma şekli gibi hususlar, Hz. Ali’nin dediği
gibi, elbette insanlar tarafından konacak ve işletilecektir. İslam fıkıh
bilginleri arasında bazı görüş farklılıklarının çıkması, zamanla bazı
görüşlerini değiştirmeleri, hatta “Zamanın
değişmesiyle ahkâmın (hükümlerin) değişmesi inkâr edilemez.”
prensibini koymaları bu gerçeğin tezahürleridir. Öyle ise, “Hüküm Allah’ındır.” ifadesi yanlış
anlaşılmakta veya anlatılmaktadır. Aslında bu ifade sâdece bir slogan gibi
kullanılmaktadır.
(Devam
Edecek)