Londra Kraliyet
Sanat Akademisinde Türklerin ve İngilizlerin girişimleriyle bir sergi, bir fuar
açıldı. Konu Türklerdi.
600 – 1600
tarihleri arasında geçen 1000 yıllık Türk tarihine bir yolculuktu bu.
(A journey of a
thousand years, 600 – 1600) Bu tarihî yolculuk; Londra’da, Kraliyet Sanat
Akademisi’nin 1000 yılın dökümanlarını sergilediği sanat galerilerinde
gerçekleşti. (22 January – 12 April 2005) 22 Ocak – 12 Nisan 2005 tarihleri
arasında.
İngiltere’ye bu
üçüncü gelişimde, ayağımın tozu ile hemen soluğu Londra’da aldım.
Royal Academy of
Arts: TURKS’ün açılışından epey zaman sonra, 3 Nisan 2005 tarihinde gittiğime
göre diyordum; ilk heyecanlar, ilk üşüşmeler kalmamıştır artık diye düşünüyor;
şöyle rahat bir şekilde, her birinin üstünde iyice durarak bu sergiyi, bu fuarı
gezmek istiyordum.
Nerdeee! Ne gezer!
Hâlâ bilet kuyruklarının izdihamı devam ediyordu. Sıra kuyruğu ta dış giriş
kısmından başlıyor. Avluyu geçiyor. Galeri’nin girişinde, gişede son buluyordu.
Belliydi ki içerisi de lebaleb / tıklım tıklım doluydu. Desenize galerinin içinde
de gezi ve seyir kuyruğu bizi bekliyordu. Demek izdiham üstüne izdiham vardı!
Bu duruma, bütün
sıkıntılara rağmen yine de sevinmiştim. Çünkü dünyanın alâka ve ilgisini hâlâ
üzerimize çekebiliyorduk. Demek ki diyordum, Türkler hâlâ ilgi odağı olmaya devam
ediyor. Bu hem sevindirici, hem de gurur vericiydi.
Çünkü öyle
silinmez iz bırakmıştık ki arkamızda, bizi izlememeleri imkânsızdı âdeta. Fakat
bizi, ummadığımız acı bir sürpriz bekliyordu, cümle kapısı önünde.
Koskocaman,
korkunç mu korkunç bir Şeytan!
İlk karşılayan, bu
resim oldu bizleri maalesef!
T.U.R.K.S.
kelimesinin altında iki ayrı ucunda yer alan iki şeytan resmini; hiç olmazsa,
sergiyi organize edenler arasında yer alan Türk kuruluşlarının, önlemesi
gerekmez miydi?
Her şeye rağmen,
güzel bir girişim olan bu sergiyi gölgeleyen tek şey; girişin iki yanından
sarkıtılan çirkin, korkunç şeytan şekilleriydi!
En iyi intiba /
izlenim, ilk intibadır kavlince; özellikle gençlerin ve çocukların gözlerine
hitap eden bu şeytan görünüşleri, belki onları hayatları boyunca terk
edemeyecek bir menfî Türk imajına dönüşecek; hafıza ve belleklerinde, Türk
intibaı olarak kalmaya devam edecekti!
“Sehl’in bu
mertebesi cehl olmaz.” / “Bu kadar kolay yapılan yanlışlık cehl olmaz, bilmezlikten
ileri gelmez.” diyor ve sebep olanları kınıyorum. Pek tabii ve doğal olarak,
daha çok Türk mes’ul ve sorumlularını.
Evet, cadde
kapısından içeri girdik. Geniş avluda biraz yürüdük. Gösterişli binanın ön
cephesiyle, yüz yüze geldik. Geldik ama biraz önce belirttiğimiz gibi,
gördüğümüz bez afişler karşısında, sanki ödümüz koptu. İrkildik, şaşırdık.
Biraz da afalladık!
Bu vasfedişi, bu
nitelemeyi hafife alıp, sakın çok görmeyin! Çünkü sıradan İngiliz veya başka
ülke insanları için, hele çocuklar, gençler ve kadınlar için, gerçekten şaşırtıcı,
sersemletici, tuhaf, hatta dehşetli bir karşılama oluyor; ilk anda göze çarpan
bu afişlerdeki görüntüler.
Böylece daha
binaya girmeden evvel; söylenen söylenmiş, verilmek istenen imaj ve mesaj verilmiş
oluyor. İşin başında şartlandırma yapılmış, istenen sonuç alınmış oluyor. Beyin
dimağ ve hafızalar, menfî intiba ve izlenimle doldurulmuş bulunuyor.
Ziyarete gelenler;
istenen menfî / olumsuz kıvama; zihnen getirilmiş oluyor. Sonraki izlenimler, ister
istemez ilk intiba ve ilk gözlemin gölgesi altında olacaktır.
Hani derler ya:
İftira et, hiç olmazsa izi kalır. İşte bu silüetler en azından böyle bir etki
bırakıyor. Bundan kurtuluş artık mümkün olmayacaktır.
Çünkü atılan ok
hedefini bulmuş, ilk adım, ilk görüş, ilk hissiyat, insanın hafızasında yer
etmiş, en iyi yere konulmuştur. Onu oradan çıkarmak artık hiç de kolay
olmayacaktır.