Darbe mi Dediniz?
2. Abdulhamit dönemi en çok
toprak kaybı ve istibdadıyla anılır. Onun saltanat yıllarında birçok aydın ya
sürgüne gönderilmişlerdir,(Namık Kemal ve gazeteci arkadaşları) ya da Avrupa’ya
kaçmışlardır(Jön Türkler.) Malum marangozluğu, Horoz dövüşü ve burnunun
uzunluğuyla ünlü padişahhımız, horoz ve burun kelimelerinin konuşulmasını
yasaklatmıştı. Halk içinde hafiyeleri dolaşır, birisi: “soğuktan burnum akıyor” dese tutuklanmasına sebep olurdu.
Bugünlerde bir darbe tartışmasıdır
gidiyor, Muhalif partiler ne zaman hükümet aleyhinde konuşma yapsalar, ya
darbeci ilan ediliyorlar ya da FETÖ’cü. Bu isnatlardan kaçacak saklanacakları
yerleri yok. İnanın Sherlock Holmes
olsa ve mercekle dahi arasa bu konuşmaların içinden darbe sözcüğü çıkaramaz ama
bizimkilerin maşallahı var. Hâlbuki darbe yapacak kişilerin elinde Polis gücü,
Asker veya illegal eğitilmiş silahlı gerilla gurupları olması gerekir ki darbe
yapsınlar, öyle bir niyetleri varsa tabii. Amerika da gazetecinin biri veya
herhangi bir kurum Türkiye hakkında yazı yayınlasa, her nedense o da muhalefetin
darbe suçu hanesine yazılıyor.
Aslında olayın sebepleri ne darbe
ne de başka bir şey. “Ölüm geldi cihane, baş ağrısı bahane.” Derler ya işte o
hesap. Türkiye ekonomisi uzun zamandır zaten iyi gitmiyordu, bu Kovid-19 virüs
olayından sonra daha da kötü bir yola girdi. Enflasyon, işsizlik 178 milyar
dolar bu yıl ödenmesi gereken dış borç…
Hırçınlıkların ve sinir katsayılarının yükselmesinin asıl sebebi bu.
En basit anlamıyla bu gibi kriz
durumlarında meclisteki partilerin oturup birlikte ortak akıl üretip, memleket
meseleleri hakkında karar vermeleri gerekirken, öneriyi ortaya atan, muhalefet
liderine, hükümetin küçük ve büyük ortağı tarafından çift yönlü salvo saldırılar
geliyor, akıl alacak gibi değil. Ne
demiş İYİ Parti Genel Başkanı Sayın Meral Akşener: “Gelin, durum iyiye
gitmiyor, bir masa etrafında toplanıp konuşalım, bu memleket bizim!” Gizlisi
saklısı olmayan, iyi niyetle söylenmiş bu sözün oraya buraya çekilecek ne gibi
sakıncaları var veya meclis bu gün toplanmayacaksa hangi durumlarda toplanacak?
Yeniden darbe meselesine dönecek
olursak, Türkiye Cumhuriyeti devleti görünür görünmez, birçok legal ve illegal
darbeleriyle ünlüdür.
27 Mayıs 1960 darbesiyle başlayan
ve bir başbakan, iki bakanın idamı ile neticelenen illegal darbeler silsilesi,
12 Mart 1971 darbesi ile devam etmiş, Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan
gibi gençlerin idamı, seçimle iş başına gelmiş hükümetin görevden el
çektirilmesiyle neticelendirilmiştir.
Dış güçlerin maşası darbeci
paşalar, kana doymamış olacaklar ki, bu defa 12 Eylül 1980 darbesini
gerçekleştirdiler. Memleket evladı birçok gencin: “Asmayalım da besleyelim mi” diyerek
idam fermanını onaylayan darbecilerin en büyük günahlarından biri de;
Türkiye’nin önüne AB. Nezdinde sürekli problemler çıkaran, ege adalarını
silahlandırıp 19 adamızı işgal eden Yunanistan’ın NATO’nun askeri kanadına
dönmesine sebep olmalarıdır.
İllegal Darbeler silsilesi 28
Şubat 1997 de Necmettin Erbakan ve ekibinin tasfiyesi ve AKP’nin yolunun
açılmasıyla devam ediyor.
Az gittik uz gittik bir de baktık
ki 27 Mayıs E Muhtırası kapımız çalmış. Neyse ki bu muhtıradan fazla yara
almadan yolumuza devam ederken, bir gece yarısına doğru 251 şehit verdiğimiz 15
Temmuz FETÖ fırtınasına yakalandık.
Yukarıda değindiğim gibi bunlar
illegal darbeler, bir de devlet adına yapılan legal darbeler var ki, inanın
illegal darbelerden daha kahredici. İllegal darbe izlerini zamanla onarıp
tedavi ediyor, suçluları yargılıyorsunuz. Ama legal olarak tabir ettiğim her
darbe, devletin bünyesinde kalıcı yaralar açıyor.
Hiçbir kimseye karşı ön yargım
olmamasına rağmen, isimleri şaibeye, kirli ve akçeli işlere bulaşmış kişilere
neden devletin en üst makamlarında görev verilir anlamakta güçlük çekiyorum.
Son 3-5 senedir devletin bazı
kritik noktalarına atanan atamaları görüp düşündükçe, inanın darbeden daha ağır
geliyor.
·
Mesela adı rüşvet, irtikâp ve yolsuzluğa
bulaşmış, Bakaracı-Makaracı’dan daha iyi yetişmiş dışişleri mensubu mutlaka
yoktu ki, böyle bir kişi Prak büyükelçiliğine atanıyor.
·
Ya Hollanda’ya atanan büyükelçi? FETÖ olaylarına
uzaktan veya yakından bulaşmış birisinin yedi sülalesine rahmet okutulurken;
FETÖ sanığı Mehmet Dişlinin kardeşi Şaban Dişli’nin Lahey Büyükelçiliğine
atanması nasıl izah edilir?
·
Viyana Büyükelçiliğine atanan Ozan Ceyhun’a ne
demeli? 1977 de adı ülkücü katili olarak anılan, yurt dışına kaçmış,
vatandaşlıktan çıkarılmış, yurtdışında Türkiye aleyhinde faaliyetlerde bulunmuş
birinin bu göreve getirilmesinin bir sebebi olmalı?
·
Ya TÜRK Tarih Kurumu’nun acı dramı? Adı bir sürü
taciz skandalına karışmış, bünyesinden yüzlerce Atatürk düşmanı çıkmış Ensar vakfından
birisinin bu güzide kurumun başına getirilmesinin tek bir anlamı olabilir,
Türkiye Cumhuriyeti Devletinin asil ruhunu kirletmek, memba suyuna lağım suyu
karıştırmak!
Sayın
okuyucular sizlerin de gördüğünüz gibi legal yapılan darbeler silsilesi
saymakla bitmiyor. Daha “Kurtuluş
savaşını Mustafa Kemal kazanacağına Yunan kazansaydı” diyen bir vatan haininin
cenazesine katılan devletin en üst düzeyindeki zevatı sıralamaya koymadım bile.
Diyelim ki
yukarıda isimlerini saydığım kurumlara atanan kişilerin hiçbir suçu ve günahı
yok, ama ortada bir şaibe var, adil yargılanmadılar. Onların yerine isimleri hiçbir
akçeli işlere bulaşmamış yetenekli ve liyakatli birileri atanamaz ‘mıydı?
Kalın
sağlıcakla, Hayırlı Bayramlar.