Hüseyin Rahmi Gürpınar 24 adet roman, 8 adet hikâye kitabı, 3 adet tiyatro eseri yazmış, velût bir kalem erbabıdır. Romanlarına ‘Ben Deli miyim?’, ‘Kaynanam Nasıl Kudurdu?’, ‘Kokotlar Mektebi’, ‘Gönül Bir Yeldeğirmenidir Sevdâ Öğütür’, ‘Dünyanın Mihveri Kadın mı Erkek mi?’, ‘İnsanlar Maymun muydu?’, ‘Namuslu Kokotlar’, ‘Deli Filozof’ gibi isimler vermiş olmasından da anlaşılacağı üzere avam tabakaya hitap eden ve bu sebeple çok okunan bir yazardır.
Bu özelliği sebebiyle kıskanılmış olmalı ki, ciddî sataşmalara maruz kalmış, adı kalem kavgalarına ve mahkeme zabıtlarına geçmiştir. 16,5 X 24 santim ölçülerinde şık görünümlü 660 sayfalık eserin yazarı emekli Dr. Öğr. Üyesi Musa Aksoy, Gürpınar’ı basın kavgası ekseninde, derinlikli olarak tahlil ediyor. Gürpınar’ın bu yönüyle de incelenmesi, Aksoy’un eserine ‘sahasında tek’ olma özelliği kazandırıyor.
Romancımız eserlerinde gözlemlerinden yola çıkarak 1800’lü yılların ikinci yarısı ile 1900’lü yılların ilk çeyreğindeki İstanbul hayatını gerçekçi bir şekilde okuyucuya sunuyor. Musa Aksoy ise romanları başarılı bir şekilde özetleyerek, sebebiyet verdiği tartışmalarla birlikte aktarıyor. İstanbul Romancısı, Aksoy’un isabetli tahlilleriyle aynı zamanda edebiyat fakültesi öğrencileri için de yardımcı ders kitabı hüviyetindedir.
Gürpınar romanlarında ele aldığı aile geçimsizlikleri, görücü usulüyle evlenmenin mahzurları, değişen hayat şartlarına ayak uydurmaya çalışırken ibretlik durumlara düşen kadın ve erkekleri, özellikle de Batı medeniyetinin satıhtaki şekilciliğini taklit etmekle statü kazanacaklarını zanneden cahil özentisi ile malûl insanları anlatırken, günümüz insanlarını hatırlatıyor. Toplum hayatının bir kesiminde neler varsa, bir asır sonraki varoş insanlarının hayatında da aynı durumlar yaşanıyor.
Hüseyin Rahmi aynı zamanda gazetecidir, gazete sahipliği ve yöneticiliği de yapmıştır. Bu sebeple hâdiselerin iç yüzüne vâkıftır. Döneminin Türkçesini en mükemmel şekliyle yansıtır. Türkçe sevdalıları, o dönemin Türkçesiyle günümüz Türkçesini mukayese ettiklerinde, ses bayrağımız Türkçenin, sonbaharını yaşamakta olduğunu düşünerek hüzünleniyorlardır.
Hüseyin Rahmi, çağdaşları olan Servet-i Fünûn’culara inat, sade ve temiz bir Türkçe ile yazdı. Gerçekçi bir romancıdır. Hayatın kaba ve gülünç taraflarını biraz da mübalâğalı bir dille anlatmıştır. Bir nevi kelimelerle toplumun karikatürlerini çizmiştir.
Musa Aksoy’un sade ve akıcı Türkçesi, kitabı kolay okunur ve anlaşılır kılıyor. Bu hükmün doğruluğunu ortaya koymak için Dr. Aksoy’un, ‘Cadı’ isimli romanı özetleyen bölümden tadımlık birkaç paragraf yeterli olacaktır:
Fikriye, anne ve babasını küçük yaşta kaybettikten sonra, dayısı Hasan Efendi’nin konağına sığınmış ve orada büyümüştür. Uygun yaşa gelince de, Bedri Bey’le evlendirilip konaktan uzaklaştırılmıştır. Fakat Bedri Bey, bir kız evlâdı olduktan birkaç sene sonra vefat etmiştir. Zavallı Fikriye dul kalıp, kızı ile sığınacak başka bir yeri olmadığı için tekrar konağa dönmesi, yengesi Emine Hanım’ın hiç hoşuna gitmemiştir. Ona, âdeta evdeki hükümranlığının elinden alındığı hissini vermiştir. Ayrıca, Fikriye’nin bitmek bilmeyen yası ve sonu gelmeyen ağlamaları da, yengesinin onu tekrar evlenmeye zorlamasına zemin hazırlamıştır.
Fikriye sonunda bu baskılara dayanamamış, aracı kadının tavsiye ettiği Naşit Nefî Efendi’yi kabul etmeyi düşünmeye başlamıştır. Fakat adı geçen bu şahıs hakkında çevrede dedi kodular vardır. Yengesi ve aracı kadın bu konuyu kendi aralarında gizlice konuşmakta ve Naşit Nefî Efendi hakkındaki söylentileri Fikriye’den gizlemektedirler. O çaresizlik içinde bir şeyler öğrenmeye çalışırken, bu olaydan haberdar olan eski bir aile dostu yaşlı bir kadın konağa gelir. Yenge ile aracı kadının aralarında kurduğu bu evlenme plânlarını bozar. O, Naşit Nefî Efendi’nin ilk evlendiği karısının hortlayıp cadı olduğunu, ikinci eşi Hayriye Hanım’ı da, mezarından gelip boğduğunu, diğer eşlerini de korkutup kaçırdığını ayrıntılı bir şekilde anlatır.
Yenge Emine Hanım, bu dedikoduları duyduklarını, fakat böyle bir şeyin imkânsız olduğunu, dolayısıyla, Fikriye’nin de bundan korkmaması gerektiğini söyler. Sonunda, bunların dedi kodu olmayıp gerçek olduğunun iddia edilmesi üzerine, olayı daha yakından inceleyip ilk ağızdan dinlemek için, Naşit Nefî Bey’le evlenip, sonra da bu hortlak korkusundan dolayı boşanan Şükriye Hanım’ın evine gidilmesine karar verilir. Aracı kadın bunu engellemeye uğraşırsa da başarılı olamaz. Bu araştırmacılar, Şükriye Hanım’ın evine vardıktan sonra, ev sahibesi konuya girmeden önce misafirlerine kahve ikramında bulunduğu sırada, hizmetçisi Türk kızı Nazikter’in heyecandan kahveleri dökmesi üzerine, Şükriye Hanım bu kıza bir şey öğretemediği yolunda ileri geri söylenerek, kızcağızı azarlar. Kahve faslı bittikten sonra, Şükriye Hanım’ın konuya girmeye hazırlandığı sırada, aracı kadın tekrar engelleme girişiminde bulunur. Fakat Fikriye ile diğer yaşlı kadın tarafından azarlanarak susturulur.
Türkçe, Fransızca ve İngilizce bilen modem bir eğitim almış, modem bir babanın kızı olan Şükriye Hanım, Naşit Nefî Efendi ile yaşadıklarını âdeta bir roman gibi yazıp hazırlamıştır. Artık kahveler içilmiş, herkesin de yerine oturmasından sonra, Şükriye Hanım anlatmaya başlar:
Naşit Nefî Efendi, kendisine talip olduğu sırada, ilk eşinin ölümünün ardından, iki evlâdıyla birlikte dul kalınca, tam yedi başarısız evlilik yapmıştır. Bu eşlerden biri de, söylentiye göre cadı tarafından boğularak öldürülmüştür. Diğerleri de bu olayları duyduktan sonra korkarak boşanmışlardır. Şükriye Hanım bütün bunları öğrenmiş, fakat modern eğitimli babası tarafından cadı diye bir şey olmadığına ikna edilmiş ve neticede evlenmişlerdir.
Merak duyguları tahrik olanlar, 85. sayfadan okumaya devam edebilirler efendim.
PAPATYA YAYINCILIK EĞİTİM:
Ankara Caddesi, Prof. Fahreddin K. Gökay Vakfı İş Hanı Girişi Nu: 11/6 Cağaloğlu, Fatih-İstanbul. Telefon: 0.212-527 62 96 Belgegeçer: 0.212-527 52 97 e-posta: admın@papatyabilim.com.tr Web: www.papatyabilim.com.tr
HÜSEYİN RAHMİ GÜRPINAR (İstanbul 1864 – İstanbul 1944) Mülkiye (Siyasal Bilgiler) öğrenimini, hastalığı sebebiyle yarıda bıraktı. Kısa süreli bir iki memuriyetten sonra, 1908’den itibaren hayâtını kalemiyle kazandı. 1936-1943 döneminde milletvekilliği yaptı. Eserlerinden bâzıları: *Şık, *İffet,* Mürebbiye, *Nimetşinas, *Şıpsevdi, *Kuyruklu Yıldız Altında Bir İzdivaç, *Sevda Peşinde, *Toraman, *Efsuncu Baba, *Hayattan Sayfalar. Hikâyeleri: *Şeytan İşi, *Katil Buse, *Namusla Açlık Meselesi, *İki Hödüğün Seyahati. Tiyatro Eserleri: *Hazan Bülbülü, *Kadın Erkekleşirse.
|
Yrd. Doç. Dr. MUSA AKSOY: 1948’de Ordu’nun Ünye kazasına bağlı Kuşculu Köyü’nde doğdu. Ünye Anafartalar ilkokulunu dışarıdan bitirdi. Orta ve Liseyi Düzce İmam-Hatip Lisesi’nde okudu. Bolu Lisesi’ni de dışardan bitirdikten sonra, 1973’te girdiği İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyat Bölümü’nden 1978 yılında mezun oldu. Askerliğini 1980’de Kuleli Askerî Lisesi’nde yedek subay olarak tamamladıktan sonra İstanbul’un çeşitli Lise ve meslek liselerinde edebiyat öğretmeni olarak çalıştı. Bu arada Rahmetli Prof. Dr. Ömer Faruk Akün ile başladığı doktorasını 1993’te bitirdi. Ardından 1994’te Niğde Üniversitesi’nde başladığı akademik hayatına, 1998’de Sakarya Üniversitesi’nde devam etti. İki ders yılı Kıbrıs Lefkoşa Yakın Doğu Üniversitesi’nde çalıştı. 2015 yılında Sakarya Üniversitesi’nden emekliye ayrıldı. Evlidir ve iki çocuğu bulunmaktadır. ‘Türkçe-Osmanlıca ve Arapça Tartışması ile Eğitimde Eski-Yeni Çatışması’ isimli eseri Akçağ Yayınevi tarafından yayımlanmıştır. Ayrıca, Türk Dünyası’nda yayınlamış olduğu çeşitli makalelerine ilave olarak, birçok mezuniyet tezi ile Yüksek Lisans ve Doktora tezi çalışmaları da yaptırmıştır.
|
KUŞBAKIŞI
Toprağa Canlar Feda
Mustafa Yaman, 4 adet şiir kitabı yayımladıktan sonra yazı hayatına hikâye ile devam ediyor. İkinci baskısı Ocak 2020’de okuyucuya sunulan 13,5 X 21 santim ölçülerindeki 176 sayfalık eserinde 7 adet hikâye yer alıyor. Hikâyelerin her biri, bir ‘Çanakkale Destanı’ olarak düşünülebilir. Çanakkale, hakkında daha nice destanlar yazılacak savaşların ve zaferlerin mekânı ve kaynağıdır.
Çanakkale Savaşları 3 Kasım 1914 tarihinde fiilen başladı. 432 gün, bir başka ifade ile 1 yıl, 2 ay 5 gün devam edip 9 Ocak 1916 tarihinde Türk ordusunun zaferi ile sona erdi. İtilâf Devletleri Çanakkale’ye 410.000 İngiliz, 50.000 Fransız olmak üzere yaklaşık yarım milyon askerle geldiler. Türk kuvvetleri bu rakamın çok altında idi. Silah ve teçhizat olarak da çok fakir durumdaydı.
Çanakkale Savaşları, yalnızca askerî yönü ele alınırsa noksan ve yanlış olur. Bu savaşlarda Mehmetçiğin iman gücü ve vatan aşkı, teknik bilgilerden ve donanımdan çok daha önemlidir. Sessiz, mütevekkil ve fakat kararlı Anadolu çocuğu; göğsünü çelikten bir kale hâline getirmiş, en modern silâhlarla donanmış düşman ordularına geçit vermiyordu. Silahların hiçbir önemi yoktu. İmandan sayılan vatan sevgisi, en mühim etkendi. Bu etken, Çanakkale Edebiyatı diye adlandırılabilecek bir hazine oluşturdu. Mustafa Yaman’ın Toprağa Canlar Feda isimli eseri, bu hazineye armağan edilmiş yeni ve kıymetli bir eserdir.
Eserdeki hikâyelerin hepsi vatan aşkı ile taçlanmış duygu ve heyecanlarla dopdolu. Mahallî ağızlar başarıyla kullanılmış. Biraz tahayyül gücü olanlar kendilerini Çanakkale mahşerinin içerisinde buluyorlar. Mehmetçikle birlikte süngü takıyorlar, ‘Allah Allah’ nidâlarıyla düşmana saldırıyorlar.
‘Bir Mermi Bir Devlet’ başlıklı ilk hikâye, Çanakkale Savaşlarında en şiddetli çarpışmaların yaşandığı 18 Mart 1915 sabahını anlatıyor. Bu aynı zamanda 215 kiloluk top mermisini tek başına sırtlayıp kaldıran Seyid Onbaşı’nın hikâyesidir. Duygu doruklara çıkıyor. Sonraki hikâyelerde daha da yükseklere…
Son sayfalarda Mehmet Âkif Ersoy’un ‘Çanakkale Şehitlerine’ isimli şiirine nazire olduğu intibaını uyandıran şiirlerle süslenmiş.
Birinci şiirden tadımlık iki kıt’a:
Dört sütun üstüne koca âbide,
Kanat olmuş yüz binlerce şehide…
Dünyada emsali yoktur, nâdide
Gölgesine varıp durmak isterim.
Şehid-ül Azam’dır her biri burda,
Hele bak, ayağın altına dur da,
Şehidim, secdede durur çukurda,
O çukura ben de girmek isterim.
Ve ikinci şiirin son mısraları:
Helâl edin hakkınızı, yanlış sözüm oldu ise,
Bugün yarın ağlıyorum, lâyık olamadık size…
Seni diyen diller susmaz, bitmez seni yazan kalem.
Târihimde eşsizsin gurur(um)sun Çanakkale’m!
Şehidim, şimdi bile vatan nöbetindesin,
Yurdumun kapısında, dört sütun abidesin!
Sana yetmez dört sütun ve de Türkün tarihi!!!
Seni doyurur ancak Rabb’imin inayeti!!!
BİLGEOĞUZ YAYINLARI:
Alemdar Mahallesi Molla Fenarî Sokağı Nu: 35/B Cağaloğlu, İstanbul. Telefon: 0.212-527 33 65
Belgegeçer: 0.212-527 33 64 e-posta: bilgi@bilgeoguz.com.tr www.bilgeoguz.com.tr
BENDEN YANSIMALAR
Bir müddet anaokulu öğretmenliği yapan Duygu Ladikli, yazarlık hayatına Bafra Haber Gazetesi’nde köşe yazarı olarak başladı. Daha sonra Türkiye haber Ajansı, Marmara Ekspres, Engelli İzmir, Yeni Oluşum, Yeni Metropol, Pozitif Engellilerin Sesi gazete ve dergilerinde gönüllü yazarlık yaptı. Yazı hayatına, kurmuş olduğu haber sitesinde devam etmektedir.
Bayan Ladikli, adı gibi duygu yüklü bir insan. Duygularını şiirlere yansıtabiliyor. Yazdığı şiirleri bir kitapçıkta toplayacak kadar da iddialı. 14 X 20 santim ölçülerinde 32 sayfalık eserindeki 25 adet şiiri, romantik bir sonbahar tablosu ile bezenmiş şık bir kapak içerisinde okuyucuya sunuluyor. Kitapta ayrıca; ‘Kefen cepsiz olur iyi bilirim / Malın, mülkün zekâtını veririm. / Allah’tan emir gelir, geldiğim gibi giderim’ diyen Ozan Veli Kılıç’ın 3 şiiri yer alıyor.
Beşinci kitabını yayınlayan şair hanım, ‘Hayatımın oyuncusuydum, şimdi yönetmeniyim’ aforizması ile iddialı olduğunu ortaya koyuyor.
TAÇ KİTAP:
İstanbul Manifaturacılar Çarşısı 5. Blok Nu: 5457 Unkapanı, Fatih, İstanbul.
Telefon: 0.212-511 95 89 www.armoniyapim.com