Çanakkale, Adı Kanla Yazılan Destan…

104

‘’Tarih kitaplarında Türkler hakkında yazılı olanlar, hatta onlarla savaşanların anlattıkları, gerçekleri ifade etmekten acizdir. Mutluluk Türklerle birlikte savaşmaktır. Bu şerefi ömrümün sonuna kadar taşıyacağım. Taş üstünde yatıyor, güneşe, fırtınalara, soğuğa, yağmura karşı korumasız siperlerde çamur ve toz içinde günler geçiyor. Fakat dünyanın bütün araç ve imkânlarına sahip düşmanlarıyla aslanlar gibi dövüşüyorlardı. Bu ne sessiz ve gösterişsiz bir vatan sevgisiydi. ’’Allahın Adını Yürekten Haykırarak’’ saldırganın üzerine atılıyorlardı. Düşmanları da onlara hayrandı.’’ (Çanakkale Osmanlı Orduları Komutanı Mareşal Liman Von Sanders Çanakkale, 1916)

         Çünkü onlar Allahın adıyla şahadete koştular, tarih onları böyle tanıdı. İşte bu destanın her sayfası, o yiğitlerin kanıyla yazıldı

       Tam 105 yıl geçti ‘’kanla yazılan o destanın’’ ardından…

        Tarihten silinmek istenen bir devletin, yok edilmek istenen bir milletin; toprağını, bayrağını, namusunu, şerefini, ecdadından yadigâr her ne varsa korumak adına; canını verdiği ama bu değerlerinden, vatan topraklarından bir zerresini bile düşmanına teslim etmediği bir dönemi anlatır bu zaman…

         Çanakkale; Türk Milletinin vatanına sevdalı 213.882 yiğidinin bu aziz vatan toprakları uğruna seve, seve hayatlarını feda ettiği destanın adıdır.

        Bu destan; Çanakkale sırtlarına ‘’Allah’ın Adını Yürekten Haykıranların’’ kanlarıyla yazılmıştır. Dünya var olduğu sürece, Türk Milletini tarih sahnesinden silmek isteyen emperyalist güçler; tarih sayfalarını aralayıp, bu savaşta yaşananları hatırladıkça:

       Büyük Türk Ulusunun; vatanına, bayrağına, milletine, devletine olan sevdasını daha iyi anlayacak, vatan bellediğimiz bu gazi toprakları ele geçirmeye kalkışmanın bedelinin ne olduğunu, bir kez daha öğreneceklerdir.

       Şimdi 18 Mart 1915 saat 11.30’da başlayan bu savaşın öncesine dönelim, ‘savaş denen canavarın’; Çanakkale önlerine gelmeden yaşananlara kısaca bir bakalım:

     ‘’Bazı yetersiz ve yeteneksiz devlet adamlarının, bir yerde kendi ihtiraslarına kapılarak, Türk Milletini de sürükledikleri bu acımasız savaşın başlangıcı; Birinci Dünya Savaşının fitilinin ateşlendiği tarihten iki ay sonraya dayanır.

       10 Ağustos 1914 tarihinde İngiliz Donanmasından kaçarak, Çanakkale önlerine gelen ‘Goben ve Breslaw’ adlı iki Alman savaş gemisinin Harbiye Nazırı Enver Paşa’nın yazılı emriyle direklerine Türk Bayrakları çekilmesi, denizcilerine Türk kıyafetleri giydirilmesi ile Osmanlı İmparatorluğu kendisini savaşın içinde bulur.

        Bu da yetmezmiş gibi bu gemiler, yine Enver Paşa’nın emriyle Karadeniz’e açılır ve Rusların bu denizdeki limanlarını bombalar…

        Kısa bir süre önce Balkan savaşı yenilgisinden çıkan Avrupalıların deyimi ile ‘’Hasta Adam’’; Osmanlı Devleti, sırf Alman çıkarlarını savunmak, küçük bireysel tatminler peşinde koşmak uğruna:

Galiçya, Çanakkale, Kafkasya, Suriye, Filistin, Irak, Hicaz, Yemen ve İran Cephelerinde neredeyse tüm genç erkek nüfusunun yok oluşu ile noktalanacak çok acıklı bir maceranın içinde bulur, kendisini…

      Osmanlı yönetimi sırf Avrupa’da Almanya karşısında savaşan Rus güçlerini zayıflatmak gayesiyle;

22 Aralık 1914’te Sarıkamış harekâtını başlatır ve yapılan bu sözde jest karşılığında 90.000 Türk gencini Allahuekber Dağları’nda karlara, buzlara gömer.

        Yine aynı düşünce ile 20.000 askerini de Süveyş Kanalına gönderir ve sonu hüsranla noktalanır.

         İngilizler de; Süveyş-Filistin-Hicaz-Yemen gibi yerlerdeki Türk Ordusunun baskısını azaltmak gayesi ile o zamanın Denizcilik Bakanı olan Winston Churcill’in baskısı ile Çanakkale Cephesini açarlar.

        İngiliz donanmasının Çanakkale Boğazına ilk saldırıları, 3 Kasım 1914 tarihinde yapılan Seddülbahir Kalesi bombardımanıyla başlar.

       Bu saldırının ardından; Winston Churchill’in 25 Kasım 1914 tarihinde İngiliz Savunma Konseyinde yaptığı konuşma dikkat çekicidir, Der ki:

      ‘’Osmanlı İmparatorluğunun ne olduğunu hepimiz biliyoruz. Daha dünkü Balkan Savaşı bozgunu bunun kanıtı değil mi? Donanmamız bir vuruşta Çanakkale Boğazı’nı ele geçirebilir. Topkapı açıklarında görülmesi bile, bu hasta adamın ellerini kaldırıp teslim olması için yeter de artar bile…’’

        Bunun üzerine 18 Mart 1915’te; dünyanın en güçlü deniz filolarını oluşturan İngiliz ve Fransız donanmaları önce Amiral Carden, hemen ardından Amiral De Robek komutasında Çanakkale Boğazını geçerek, İstanbul’u işgal etmek maksadıyla saldırıya geçerler.

          Ancak Çanakkale’de hem deniz savaşlarında, hem de kara savaşlarında büyük bir yenilgiye uğrayan düşmanın ve Bay Churchill’in karşısında hiç tahmin edemediği, aklına dahi getirmediği iki gerçek vardır:

       Birisi savaş meydanlarının yiğit askeri Mehmetçik, diğeri ise; Yarbay Mustafa Kemal’dir.

        Mevzi savaşları olarak, şanlı tarihimizde yer alan Çanakkale muharebelerinin en çarpıcı yönü; Mehmetçiğin Komutanına, Komutanın da Mehmetçiğine olan sarsılmaz güvenidir.

         Mustafa Kemal’in Çanakkale Savaşları sırasında vermiş olduğu şu emir; Türk askerinin Komutanına olan inancını, güvenini ama daha da önemlisi; hayatını vatanı için gözünü kırpmadan nasıl feda ettiğinin çarpıcı bir kanıtıdır:

          19’ncu Tümen Kumandanı Yarbay Mustafa Kemal Conk Bayırındadır. Kıyıya çıkan düşmanın gücü karşısında, cephanesi biten birliklerimiz geri çekilmektedir. Yarbay Mustafa, çekilen birliklerimizin karşına geçerek durdurur ve yere yatırır. Bunu gören düşman da duraksar ve yere yatar. İşte bu duraksama; 19’ncu Tümen Komutanı Yb. Mustafa Kemal’in ileriye hareket ettirdiği 57’nci Alay’a, kıyıya çıkan düşmana taarruz etmesi için önemli bir zaman sağlar.

       Ve O Büyük Dahi; dünya savaş tarihine geçen şu emri verir:

     “Ben size taarruz emretmiyorum ölmeyi emrediyorum. Biz ölünceye kadar geçecek zaman içinde yerimize başka kuvvetler ve kumandanlar gelebilir.”

        Bu emir üzerine yapılan taarruz hava kararırken sahile yakın ilk sırtlara kadar ulaşır. Böylece Çanakkale savunmasının omurgası teşekkül etmiş olur…’’

       Bu olay için Mustafa Kemal;  “57’nci Alay meşhur bir alaydır. Çünkü hepsi şehit olmuştur” der.

        Böylece Çanakkale destanı kanla yazılırken, dünya savaş tarihinde bir ilk yaşanmıştır. Çünkü hiçbir savaşta; askerlerine “size taarruzu değil ölmeyi emrediyorum” diyebilen bir komutan yoktur.

 Ölüm emrini de, tereddütsüz yerine getiren Mehmetçik’ten başka bir asker, Türk milletinden başka bir millet de bulunamaz.

        Mustafa Kemal’in aşağıdaki Bombasırtı taarruzunun tasviri, Çanakkale muharebeleri sırasındaki Türk taarruzlarını anlatan bir başka çarpıcı örnektir:

     “Karşılıklı siperler arasındaki mesafemiz sekiz metre, yani ölüm muhakkak. Birinci siperdekiler hiçbiri kurtulmamacasına, hepsi düşüyor; ikincidekiler onların yerine giriyor. Fakat ne kadar imrenilecek bir soğukkanlılık ve tevekkülle biliyor musunuz? Öleni görüyor, üç dakikaya kadar öleceğini biliyor, en ufak bir duraksama bile göstermiyor; Sarsılmak yok…’’

 Aynı taarruzları izleyen İngiliz kuvvetleri komutanı, General Hamilton ise yaşananları şöyle anlatmıştır:

    “Gebe dağlar Türk doğurmakta devam ediyor.’’

      Evet, o destanın yazıldığı tarihte Çanakkale savaşlarının yaşandığı boğaz bölgesini çevreleyen, dağlar, taşlar, ağaçlar hülasa vatanımıza kucak açan ‘toprak ana’ dâhil, her yer Türk doğurmuştu.

Çünkü bu vatan, düşman çizmesi altında değil,  ay yıldızlı bayrağımızın altında yaşamak isteyenlerin yurduydu.

       Çünkü o gazi topraklar, işgal edenlerin, mazluma zulmedenlerin değil, Allaha büyük bir tevekkülle iman edenlerin vatanıydı. Tabii ki, ‘Gebe dağlar Türk’ten’ başka ne doğuracaktı ki?

 Denizden geçemeyeceğini anlayan düşman; bu defa 25 Nisan 1915’de Gelibolu Yarımadası’na asker çıkararak yeniden şanslarını denerler!

       Ancak bu teşebbüsleri karşısında yine unuttukları, hesaba katamadıkları önemli bir şey daha vardır!

      Çünkü Çanakkale’deki Türk Ordusu, sadece Alman Mareşali, Liman Von Sanders’in, bir avuç Alman subayının komutasında değildir.  İşte düşmanın unuttuğu, hesaba katamadığı şey de budur.

      Çünkü onların karşısında ölümü hiçe sayarak savaşan; bu vatanın gerçek sahibi Türk Milletinin kınalı kuzuları Mehmetçikler, onların Türk Komutanları vardır.  Ve İngilizlere de, Fransızlara da, tarihin en acı yenilgisini tattırdılar.

     ‘’Çanakkale savaşlarında; 47.000 Fransız, 205.000 İngiliz/Hintli, Avustralyalı, Yeni Zelandalı (Anzak) Senegalli ölmüştür.

        Tarihe; ‘’Kanla Yazılan Destan Çanakkale’’ olarak geçen, ‘’Çanakkale Geçilmez’’ deyimini yazdıran bu savaş sonrasında, Türk Milleti İstiklal savaşını kazanacak ruh birlikteliğini ve bu savaşa önderlik edecek liderini Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü kazanmıştır.

        Bu destanı yaratan tüm şehitlerimizin aziz hatıraları önünde saygıyla eğiliyorum.

        Ey Bayrak, uğruna veremediğimiz canı gölgende yaşatmaya hakkımız yok.

Önceki İçerikÇip Çağı ve Komünal Kapitalizm
Sonraki İçerikKimdir Bu 65-80 Yaş Arasındaki Nesil?
Avatar photo
1967 yılında Teğmen rütbesiyle T.S.K da göreve başladığı zaman, Kıbrıs olayları adada tüm hızıyla devam ediyor, Yunanistan’ın da desteğini alan Rum’lar; adada yaşayan Kıbrıs Türk’üne her türlü mezalimi yapıyor, gerçekleştirdikleri toplu katliamlar, uyguladıkları ekonomik ambargolarla Kıbrıs Türk Halkını adadan göçe zorluyorlardı… O dönemde Türkiye Cumhuriyeti Devletinin 1960 yılında imzalamış olduğu, BM’ler tarafından da onaylanmış garantörlük anlaşması gereğince, ada da bulunan ‘Şanlı Kıbrıs Türk Kuvvetleri Alayında’ görev almak için defalarca dilekçe veren Teğmen Çilingir; 1974 yılının 20 Temmuz Cumartesi sabahı kendisini Kıbrıs’ta savaşın içinde buldu. Bölük komutanı olarak Kıbrıs Savaşlarının her iki safhasında da bu görevini başarıyla sürdürdü, ‘Gazi‘ unvanı ile onurlandırılarak Türkiye’ye döndü. 1974–1975, 1985–1987 yıllarında Kıbrıs’ta görevli olduğu yıllardan sonra da, adada yaşanan olayları yakinen takip eden Çilingir; 2004-2011 yılları arasında Kıbrıs Türk Kültür Derneğinin İstanbul Şubesi yönetim kurulunda da görev yaptı. Bu uzun süreçte ’mili davamız’ olarak bilinen Kıbrıs konusuna sahip çıkarak, Kıbrıs Türk Halkının kazanılmış tarihsel ve hukuksal haklarını savunmak adına değişik platformlarda görev aldı. Sempozyumlara, panellere, televizyon programlarına konuşmacı olarak katıldı, makaleler yayınladı. Yakinen takip ettiği Kıbrıs konusu başta olmak üzere, ülke meseleleriyle ilgili güncel yazılarına, konferanslarına devam etmektedir. T.S.K.’dan 1990 yılında, kendi isteği ile emekli olduktan sonra; Kıbrıs konusuyla ilgili kaleme almış olduğu; ’’Özgürlük Nefesi (K.K.T.C Cumhurbaşkanlığı yayını 1995)’’, ‘’Girne’den Doğan Güneş (1997)‘’, ‘’Unutanlar Unutturulanlar ya da Hatırlayamadıklarımız (2004)’’, ‘’Elveda Kıbrıs Ama Bir Gün Mutlaka (2006)’’, ‘’Andımız Olsun ki Bu Topraklar Bizim (2007)‘’,’’Tarihten Gelen Çığlık (2010)’’, Kıbrıs ‘’Yes Be Annem’’ 2002-2016 (Eylül-2016) isimli kitaplarıyla; Ülkemizin son 65 yılında öne çıkan, yaşanmış önemli olayları anlatan: ‘’10’ların İzleriyle Türkiye (2014)’’,’’Kırılmadık Ne Kaldı?-Zaman Asla Kaybolmaz (2015)’’, ‘’Önce Vatan (Eylül 2017) isimli kitapları da bulunmaktadır… Sivil iş hayatına ‘Türkiye Sigorta Sektöründe’’başlayan Atilla Çilingir Koç YKS bünyesinde uzun yıllar görev yaptıktan sonra, halen dünyanın 18 ülkesinde hizmet veren, sağlık bilişim şirketlerinden birisi olarak ülkemizde de faaliyet gösteren; ‘’CompuGroup Medical Bilgi Sistemleri A.Ş’’ bünyesinde, görevine devam etmektedir. Pek çok üniversitenin ‘Bankacılık-Sigortacılık Fakültelerinde, Yüksek Okullarında, vermiş olduğu seminerler, konferanslar ile sektöre bu yönde de hizmet vermeye devam eden Çilingir’in: Sigorta sektöründe 27 yıldan beri vermiş olduğu hizmetlerini anlatan; ‘’Sigortalı Hayatın Gerçekleri’’ (2012) isimli bir kitabı daha bulunmaktadır. Atilla Çilingir; bugüne değin kitaplarından elde etmiş olduğu telif gelirleriyle; Sosyal sorumluluk projeleri kapsamında: 2010 yılında ‘K.K.T.C Lefkoşa Şehit Aileleri ve Malul Gazileri Derneğine’ ‘Tarihten Gelen Çığlık’ isimli kitabının telif gelirini bağışlamış, 19 Şubat 2012’de Van’da yaşanan büyük depremden sonra Van’ın Muradiye İlçesi Akbulak Köyü İ.M.K.B. (İstanbul Menkul Kıymetler Borsası) Yatılı Bölge İlk Öğretim Okulunda içinde 20 adet bilgisayarı bulunan ve kendi adını taşıyan bir BT (bilgi teknolojisi) sınıfı açmış. 02 Haziran 2017 tarihinde de Samsun’un Tekkeköy ilçesi Büyüklü İlköğretim okulunda da adını taşıyan, içinde 2500 kitabı, 2 adet bilgisayarı bulunan bir kütüphanenin açılışını sağlamıştır.