18 Mart Çanakkale Zaferi

55

“600 Yıllık mazisi şan ve şerefle dolu Osmanlı İmparatorluğu, Enver Paşa’nın kollarında can verdi” diyor Turgut Özakman.

Doğrudur, Her ne kadar Enver Paşa’yı biz, romantik karakteri ve milliyetçiliği ile sevmiş olsak ta, aşırı romantizm, ütopya ve üzerine bir de tek adam kararları eklenince klişe sözdür ama hatırlamakta fayda var: “Söz konusu vatansa geri kalanı teferruattır.

Evet, Enver Paşa sadece kendi kararıyla Osmanlı imparatorluğunu(Almanların değimiyle: Enverland, Enver’in ülkesi olarak adlandırırlar.) Alman genelkurmayından gelen “savaşa girin” raporunun altına imza atıyor. Eğer kendisinden başka Cemal Paşa’ya, Talat Paşa’ya sadrazam veya vezirlere danışsaydı, belki savaşa girmeyecek, savaş mağlubu sayılmayacaktık. (Ah şu imzalar derken kendimi alamadığım, tarihin affedilmez hataları aklıma geliyor: Falih Rıfkı: “Rumeli’yi kaybedişimizin sebebi olarak, Cemal Paşa bir faslı tespit ettiğini gösterir ehemmiyetli bir tavırla kaşlarını çatarak: “Kabahat ve cürüm Kâmil Paşanındır, o bana: -“Devletler, Balkanlar’da statükoyu muhafaza edecekler” demişti; ben ona: – İngiliz elçisinden senet al dedim ama o almadı.” )Falih Rıfkı Atay(Zeytin Dağı)

İşte bir diğeri de Enver Paşa’nın savaşa girme kararı. Ne yaman bir çelişki, bu böyle! Birinde imza atmıyoruz kaybediyoruz, diğerinde attıktan sonra kaybediyoruz.

Mustafa Kemâl’in Tarih Sahnesine Çıkışı

1 Şubat 1915 yılında 3. Kolorduda yarbay olarak göreve başlayan Mustafa Kemâl, Balkanları kaybetmiş, bozguna uğramış bir ordunun içerisinden yepyeni bir Çanakkale ruhu taşıyan ordu çıkarıyor, bu yenilmiş, moral değerleri sıfırlanmış ordunun içinden. Anadolu adeta erkeksiz kalmış, 13 yaşındaki çocuklar tartılıyor, 45 kilonun üzerindeyse askere alınıyorlar.

Bir de Çanakkale’nin arkasında müthiş kadın desteği var. Cepheye giden evlatlarına her türlü giyecek, mendil çamaşır, kazak çorap örerlerken, adeta birbirleriyle yarış ediyorlar.

Burada Turgut Özakman’a kulak verelim: “Tarihin yazık ki adını kaydetmediği kimsesiz, yoksul bir kadın da unutulmayacak bir kahramanlık yaptı. Beyoğlu berberlerinin peruka (takma saç) yapmak için parasıyla saç aradıklarını duymuştu. Müslüman Türklerde kadınlar genellikle saçlarını kesmez, kesenlere iyi gözle bakılmazdı. Ama uzun saçından başka varlığı yoktu. Cepheden gelen yaralıları, iniltileri kesilmeyen göçmenleri, caddelerden yenilginin utancı içinde başları eğik geçen namuslu subayları düşündü. Günahsa günaha girmeyi, ayıplanmayı, hor görülmeyi, çirkin olmayı göze aldı; o kadar sevdiği saçlarını ağlaya ağlaya dibinden kesti. Rum berbere sattı, aldığı üç kuruşu koşa koşa Donanma Cemiyeti’ne yetiştirdi.

Bu gün dahi ellerini erkek bedenine sürmekten imtina eden bayan doktor ve hemşireler varken,

 O yıllarda gönüllü hemşirelik kursları açarak hepsi cepheye gidip, asker evlatlarının yarasını sarıyorlar.

İşte millet olarak top yekûn milli gurur ve onuru şaha kalkmış vatan evlatları, bir destan yazmanın azim ve kararlılığıyla, Çanakkale zaferinden, Kurtuluş Savaşının muştusunu veriyorlardı.

Mustafa Kemal Atatürk’ün kıvrak zekâsının ürünü müthiş taktiklerle askerlerine seslenerek: “”Süngü tak!” Komutuyla: “ben size taarruz değil, ölmeyi emrediyorum, biz ölünceye kadar yerimize başka kuvvetler, başka komutanlar gelir.” Sözleriyle birlikte; Allah Allah nidaları yeri, göğü inletir ve zafer böyle kazanılır.

Başta Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere bütün şehitlerimize Tanrı’dan rahmet diliyorum. Ruhları şadolsun.

Kalın sağlıcakla