Gazeteci Yazar Engin Köklüçınar eserinde, bağımsız bir sivil toplum kuruluşu olan Marmara Grubu Vakfı’nın hizmetlerini anlatıyor. Vakfın mütevelli Heyeti Başkanı Dr. Akkan Suver’in, geçmiş kalan yıllar içinde çeşitli gazete ve dergilerde yazdığı yazılardan ve Sayın Suver’le yapılan mülâkatlardan örnekler veriyor.
Editör Engin Köklüçınar; ‘Bir Başarının Hikâyesi‘ başlıklı giriş yazısına Akkan Suver hakkında verdiği bilgilerle başlıyor, eseri hakkında yazdıkları özetle şunlardır:
‘1998 yılından bugüne kadar Akkan Suver’e ait sayısız makale, konuşma ve mülâkat incelendi. Bu makalelerden ve onlarca mülâkattan her yıl için bir tanesi seçilerek kitaba alındı. Ayrıca tanınmış şahsiyetlerin Dr. Suver’e ait değerlendirmeleri, o yıla ait önemli bir veya birkaç faaliyete ait bilgiler, fotoğrafıyla birlikte okuyuculara sunuldu.’
Dr. Akkan Suver, mülâkat ve makalelerin sahibi, bir sivil toplum kuruluşunun başkanı olarak, otuz yıllık bir düşünce kuruluşunun son on sekiz yılına damgasını vurmuş ve aralarında kitabın editörünün de bulunduğu bir avuç inanmış arkadaşının özverisiyle bugün dünyada kabul gören bir sivil inisyatifin oluşumuna öncülük etmiştir.
Engin Köklüçınar kitabı hazırlarken, bir arkadaşının başarısını kalıcı kılmayı murad ettiğini belirtiyor. Sözü edilen on sekiz yılda ortaya konan her eserin bir yerinde kendisi de vardır.
Marmara Grubu Stratejik ve Sosyal Araştırmalar Vakfı’nın her sene düzenlediği ‘Avrasya Ekonomi Zirvesi‘ başlıklı milletlerarası toplantılar, katılımcı ülkelerin ekonomilerine ve daha büyük çapta da Türkiye ekonomisine katkılar sağlamıştır. Bunların kaybolup gitmesini önlemenin, aynı çizgide faaliyet gösteren diğer sivil toplum kuruluşlarına ufuk açmanın, vakfın faaliyetleri kadar faydalı olacağı muhakkaktır.
Eser sadece bir Akkan Suver biyografisi ve bibliyografyası değildir. Eserin tetkikinden Marmara Grubu Vakfı’nın, dost ve kardeş ülkeleri gerek ticari gerekse turizm sahasında başarı ile tanıttığı anlaşılıyor.
15 X 21 santim ölçülerinde parlak kuşe kâğıda basılı, 176 sayfalık eser; yüreği Himalayalar kadar yüksek bir avuç insanın, ‘ben ülkeme ne verebilirim‘ düşüncesinin oluşturduğu sorumluluklarla ulaşılan başarıların hikâyesidir.
Sonraki yazıda Dr. Suver, ‘geride bırakılan yılların değerlendirmesi‘ni yapıyor. Vakıf başkanlığındaki on sekiz yıl içerisinde yapılanlar, mütevazı ifadelerle belirtilmesine rağmen, ancak devlet imkânlarıyla yapılabilecek ve bir ömrü dolduracak, kemiyet ve keyfiyet itibariyle son derece yaygın ve zengindir. O’nun hizmetlerini takdir eden ülkelerden Sayın Suver’e onlarca nişan, madalya ve armağanlar verilmiştir. Takdir beyanında bulunan ülkeler arasında Türkiye’nin isminin bulunmayışı zuhûl eseri değilse, doğrusu affedilmesi mümkün olmayan bir kadirbilmezliktir. Biz ki, ‘marifet iltifata tâbidir‘ diyen bir kültürün mensuplarıyız. Bu sözün, bilinenin dışında derûnî bir manası daha vardır: ‘Marifet sahiplerinin artmasına vesile olur.’ Türkiye’nin daha onlarca, yüzlerce Akkan Suverlere ihtiyacı olduğunu düşünmemek, düşünememek ne büyük gaflet…
Eserin sayfaları Dr. Suver’in; Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Azerbaycan Cumhurbaşkanı Haydar Aliyev ve sonrasında İlham Aliev, Romanya Cumhurbaşkanları Ion Iliescu ve Emil Constantinescu, Kıbrıs kurucu Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş, Papa 16. Benedictus, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Yunanistan’ın 182. Başbakanı George Papandreu ile birlikte görüntülendiği fotoğraflarla göz doyurucu zenginliğe kavuşturuluyor.
Karadağ Cumhuriyeti İstanbul Fahri Başkonsolosu, aynı zamanda basın şeref kartı sahibi tek konsolos unvanına sahip olan Akkan Suver’in birlikte görüntülendiği diğer üst düzey devlet adamlarından bir kısmı da şöyledir: Abdullah Gül, Bill Clinton, Mihail Şaakaşvili, Vaclav Klaus, Roza Otunbayeva, Shimon Peres, Derviş Eroğlu.
Türkiye’nin milletlerarası sahada faaliyet gösteren en tanınmış ve en aktif sivil toplum kuruluşu Marmara Grubu Stratejik ve Sosyal Araştırmalar Vakfı Mütevelli Heyeti Başkanı Dr. Akkan Suver’le yapılan röportajlardan seçme cümleler:
-Avrupa Birliği (AB) dayatmalarına uyarak kanun yapmak, başımıza büyük işler açtı: Polis işkence yapmasın, katılıyorum. Kanunlara uyulsun, beraberim… Bunlara bir itirazım yok. Fakat devlet de; asker, polis ve memur öldüren terörist cenazesinin törenle defnedilmesine izin vermesin.
Fahrî Profesör, hakkıyla Dr. unvanlı Akkan Suver, Müzisyen İlham Gencer gibi, ‘Bozkurt‘ ismini mahkeme kararı ile nüfus kütüğüne yazdırmadı. Fakat ‘Bozkurt‘ O’nun aslî sıfatıdır. Bir mülâkat sorusuna verdiği cevaplarla işte ispatı:
-Milliyetçilik; milletlerin kendi öz benliklerini ifadeden ibarettir. Kısaca milliyeti olmayanın medeniyeti de olamaz. Şöyle ki; biz Müslüman olalım, Hıristiyan olalım, Mûsevî olalım, din daha sonra geliyor. İlk önce millet geliyor. Ana rahminde Türk’sek, Türk’üz, İtalyan’sak, İtalyan’ız. Kulağımıza ezan okunarak Müslüman kılınıyoruz. Mûsevîler hahamın duâsından veya sünnetinden sonra Musevi, Hıristiyanlarsa vaftiz edildikten sonra Hıristiyan oluyor. Ama öncelikle bir milliyeti var. Milliyetçilik elbette yükselen değer. Çünkü dünya ne kadar globalleşirse globalleşsin, dünya ne kadar küçülürse küçülsün, bir gerçek var ki bu dünyanın içerisinde her millet kendi adıyla anılıyor. Özellikle de milletimizin bir değişik tarafı vardır. Meselâ Hac’da ümmet kültürü vardır. Bir tek Türklerde bu yoktur. Hac’ca giden Türk, arabaya bayrak asılarak uğurlanır ve bayrakla karşılanır. Ve Hac’da yalnız ve yalnız Türklerin kaldığı otel dairelerinin balkonlarında, çadırlarında Türk Bayrağı vardır. Daha da ileri giderek söylüyorum; hacılarımızın giydiği elbiselerin göğsünde bile ay yıldız vardır. Bunu, Katarlı’da, Suriyeli’de veya İranlı’da göremezsiniz. Millet şuuru Türklerde mevcuttur ve dünya durdukça da mevcut kalacaktır. Bundan ürkülürmü? Türklerdeki millet şuuru, şovenizm veya ırkçılık değildir. Bir mensubiyetten ibarettir ve Türk’ün geçmişinde insanlık suçu yoktur.
……………
AB’ne bakalım! Fransa, Fransız kimliğini muhafaza ediyor. O kadar ileri muhafaza ediyor ki son bir yıldan beri Paris’te her köşe başında bir bayrak direği ve direğin ucunda koca bir Fransız Bayrağı dalgalanıyor. Ben İstanbul’un çeşitli yerlerine böyle bayrak dikmiş olsam, çoğu insanın aklına bir şey düşer. ‘Ne demek istiyor bu?’ derler. Oysa bir ülkenin bayrağını sahiplenmesinden, bayrağını dalgalandırmasından daha tabiî ne olabilir! ‘Milliyetçilik bir tehlike olur mu?’ diyorsunuz. Milliyetçilik bir tehlike olmaz, tam tersine bu milleti ateşleyecek bir unsur olur. Neyi ateşleyecek? Çağın medeniyetini ateşleyecektir. Atatürk ‘Bir Türk cihana bedeldir‘ derken, Türk milliyetçiliğini bize aşılarken, bunların mânevî kavramlar olduğunu bilmiyor muydu? Elbette biliyordu! Ama bize bunları moral aşılayarak, yarınlara güvenmemiz maksadıyla söyledi. Büyük Atatürk’ün bize yüklediği yüksek değerler bir kısım insanlar tarafından son yıllarda unutturulmak isteniyor. Oysa milliyetçilik duygusunu, millî kavram ve değerler hiçbir şeyle bastırılamaz. (s: 63-68)
‘Sivil Topluma Adınmış Yıllar / AKKAN SUVER‘ isimli kitap, Türkiye’yi daha da yükseltmek isteyenler, özellikle seçilmiş veya tayin edilmiş yöneticiler olarak ülkesine-milletine hizmet etmeyi düşünen gençler tarafından okunması gereken bir eserdir.
MARMARA GURUBU STRATEJİK VE SOSYAL ARAŞTIRMALAR VAKFI:
Telefon: 0.212-213 05 56, Belgegeçer: 0.212-21305 59, e-posta: marmaravakfi@gmail.com // www.marmaragrubu.org
ENGİN KÖKLÜÇINAR: 1962 yılında Vatan Gazetesi’nde gazeteciliğe başladı. İstanbul Gazeteciler Derneği Başkanı, Marmara Grubu Genel Başkan Yardımcısı ve Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Sosyal Dayanışma Vakfı Genel Sekreteridir. 2014 yılında Burhan Felek Hizmet Armağanı’na lâyık görüldü. Basın Konseyi üyesidir. Köklüçınar’ın çeşitli gazete ve dergilerdeki yazılarının yanı sıra yayınlanmış 5 kitabı bulunmaktadır.
|
KUŞBAKIŞI
SON ERMENİ / IN MEMORIAM THE LAST ARMENİAN
(SON ERMENİ isimli Romanın İngilizce Baskısı)
Fanatik Ermeniler, uydurdukları yalanlara, dünya kamuoyunu inandırmak daha doğrusu kandırmak için her dilden kitap yayınlıyorlar. Asılsız ve temelsiz iddialarını destekleyenlere büyük armağanlar veriyorlar. ‘Türkiye vatandaşı’ (?!) olduğunu söyleyenler arasında bu armağanlara tamah edip, Ermeni tezini desteklemek maksadıyla roman ve hikâye yazan, tiyatro eseri sahneleyen ve film çevirenler de maalesef var.
Son yıllarda Türk tezini destekleyen kitapların sayısında belli bir artış var ise de, Türkçe dışında bir dille yazılan veya yabancı dillere çevrilen eserlerin sayısının yetersiz olduğu, itiraz kabul etmez bir hakîkattir.
Abdullah Ayata’nın bu sayfada (Kitâbiyat 290 / 14 Şubat 2018) tanıtımı yapılan ‘SON ERMENİ’ isimli romanı İngilizceye çevrilerek yayınlandı. Değerli dost Emrak Bekçi’nin, bu sayfa için kaleme aldığı yazıyı okuyucularımın bilgisine sunuyorum. O. Ç.
Abdullah Ayata’nın ‘The Last Armenian / Hâtırâlarda Son Ermeni‘ isimli eseri; Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde yaşanan ‘Sevk ve İskân Kanunu’nun uygulanması ve Cumhuriyet döneminde yaşanan ‘Ermeni Terörü Asala’ olaylarının milletlerarası kesimde nasıl cereyan ettiğini edebî bir şekilde ortaya koyan, o dönemlerde yaşanan gerçek olaylardan esinlenerek vücut bulmuştur.
‘The Last Armenian / Hâtırâlarda Son Ermeni‘ isimli eser; Türk-İslâm medeniyetinin hoşgörüsünü, ahlâkını, inancını, yardımseverliğini ön plâna çıkararak; farklı milletlerin, etnik ve dînî unsuruna saygı gösterip insanlık adına mazlûm kesime nasıl destek verdiğinin altını çizmektedir.
Kitap, günümüzde Türkiye dışında faaliyetleri bulunan Ermeni diasporası başta olmak üzere, Ermeni olaylarını bahâne edip, Türkiye’nin milletlerarası alanda diğer millet-devlet ve toplumlar karşısında yanlış tanınmasına ve böylelikle kendilerine hedef edindikleri ileriki asırlarda toprak talebinde bulunma çabalarına, insanlığın vicdan mekanizmasını kullanmasını sağlayıp; Ermeni diasporasının hedeflerini çürüten ve gerçekleri dillendiren bir eserdir.
Ermeniler, temelsiz tezlerini destekleyecek taraftarlar bulmak maksadıyla doğrusu çok çalışıyorlar. Kısmen başarılı oldukları da söylenebilir. Daha sonraki hedeflerinde toprak ve nakdî tazminat talebinde bulunabileceklerini hayâl ediyorlar. Türkiye’yi milletlerarası alanda diğer millet-devlet ve toplumlar karşısında yanlış tanıtmalarının hedefi budur. Abdullah Ayata’nın eserinde, insanlığın vicdan mekanizmasının kullanılması sağlanıp, diasporanın iddiaları çürütülüyor.
The Last Armenian isimli romanın İngilizceye tercümesinin yapılıp, sadece ABD değil bütün dünya ülkelerinin okumasını sağlamanın maksadı, sadece Ermeni Diasporası ile mücadele etmek değildir. Aynı zamanda Türk Milletinin inanç, kültür ahlâk ve yaşayışı da tanıtılmaktadır. Eser bu özelliği ile Türkiye dışında, ülkemizi ve milletimizi hakkıyla temsil edecek vasıf ve kapasitededir.
Ayrıca târihî konular belgelerle açıklanmakta, bu sahâdaki büyük bir boşluğu doldurmaktadır ve hattâ öncülük etmektedir.
Eserin temini için faydalanılacak iletişim kanalları: abdullahayata@hotmail.com 0.505-504 49 13 bekciemrah@gmail.com 0.505-154 32 00
EMRAH BEKÇİ
* * * * * * * * * * * * * * * * * * * * *
HOCA AHMED YESEVÎ’NİN SIRRI
Süel Vatanseven, 13,5 X 21 santim ölçülerinde, 256 sayfalık eserinin ‘Önsöz‘ başlıklı bölümünde Ahmed Yesevî’nin husûsiyetlerini kısaca anlattıktan sonra birinci bölümde Ahmed Yesevî’nin hayatı hakkında bilgi veriyor.
Sözlü edebiyat döneminde başlatılan Türk âdetine göre sevilen kişiler gerçek hayatlarından çok efsânelerle ve menkıbelerle topluma mal olmuştur. Yazar bu efsâne ve menkıbelerin bir kısmını naklettikten sonra sözü Yesevî tarikatına getiriyor. Ebedî Âleme intikal etmesinden bu yana asırlar geçmesine rağmen Hoca Ahmed Yesevî sevgisinin artarak devam etmesinin sırrını açıklıyor: ‘Kullanılan dil, Arapça değil Türkçedir. Büyük Pîr’in etrafında toplananlar resmî devlet görevlisi değil, halkın içinden çıkmış gönül erleridir. Bu sebeple dergâhtaki dervişler, halkın sığınağı, hastaların mürâcaat yeri, hattâ kaçakların barınağı olmuştur.’
Asıl sebep de şüphesiz İslâm’ın kucaklayıcı, zorlaştırmayan – kolaylaştıran, korkutmayan – sevdiren, tehdit ederek değil, müjdeler vererek insanları İslâm’a ısındıran bir üslûpla hareket edilmesidir. Bu üslûbun temeli hiç şüphe yok ki; Türk asıllı olduğu gizlenen İmam-ı Âzam Ebu Hanife, İmam Mâtürîdî ve Şemsü’l-Eimme Serahsî tarafından atılmış; Ahmed Yesevî, Yunus Emre, Mevlâna ve Hacı Bektaş Velî tarafından geliştirilerek devam etmiş, günümüze kadar ulaşmıştır. O üslûpta Şiâ’nın ve Vahhabiliğin sertliği yoktur. Hatırlanacağı üzere Hoca Ahmed Yesevî tarafından irşad için Rumeli’ye gönderilen Sarı Saltuk’un efsâneleştirilen menkıbelerle nakışlanan kılıcı, gerektiğinde 3 metreye kadar uzanmaktadır ve tahtadandır. Kılıcının tahtadan oluşu, Sarı Saltuk’un ülkeler fethetmek için değil, gönüller fethetmek için vazifelendirildiğinin, Türk milletinin keskin olduğu kadar zarif bir zekâya sâhip olduğunun lirik bir üslupla anlatımıdır. Yine bizim kültürümüzde kahramanlar, yalnız silâhı mahâretle kullananlar, ülkeler fethedenler değil, kelâmını vekalemini; İslam inancını, ilmini ve irfânını anlatmak ve sevdirmek için kullananlar, gönüller fethedenler de kahramandırlar. Onlar ‘Alperen’ olarak anılır.
Süel Vatanseven’in şu tespiti, Müslümanlığı mahalle aralarındaki ‘şıh, şeyh veya hocaefendi’lerden öğrenmek isteyenler için bir uyanış vesilesi olmalıdır. (s: 67)
‘Hoca Ahmet Yesevî’nin faaliyetleri sâyesinde Türkler, İslâm dünyasında ve özellikle Orta Asya’da bulunan birtakım bâtıl mezhep ve düşüncelerin tesirinden korunarak Ehl-i Sünnet itikadına bağlı bir İslâmî geleneği benimsemişlerdir. Yeseviye tarikatını, Sünnî akideye, şer’i kurallara ve sünnet-i seniyyeye tam bir bağlılık esâsı üzerine bina etmiştir.
Dîvân-ı Hikmet’e bakıldığında, müridânını ve insanları dâima bu temel esaslara bağlı kalmaya çağırdığı görülür. Özellikle Yesevî ve O’nun yetiştirdiği insanların büyük gayreti sâyesinde Türk dünyası Şiî ve Bâtınî inanç sistemlerinin hâkimiyeti altına girmekten korunmuştur.’
Yazar, Yeseviyye tarikatının temel esaslarını açıkladıktan sonra (s: 80-102) Dîvân-ı Hikmet’in en seçkin bölümlerini renk cümbüşünün oluşturduğu râyihâlarla sunuyor. (s: 121-256)
BİLGEOĞUZ YAYINLARI:
Alemdar Mahallesi Molla Fenarî Sokağı Nu: 35/B Cağaloğlu, İstanbul. Telefon: 0.212-527 33 65
Belgegeçer: 0.212-527 33 64 e-posta: bilgi@bilgeoguz.com.tr www.bilgeoguz.com.tr
* * * * * * * * * * * * * * * * * * * * *
ORUÇ VE MUTLULUK:
Yrd. Doç. Dr. Nurten Kımter, 16 X 23,5 santim ölçülerindeki, 250 sayfalık eserinde; Oruç ibâdeti ve Psikolojik iyi oluş üzerine, ilmî metotları kullanmaksızın tecrübeye dayalı usullerle yaptığı araştırmasının neticelerini açıklıyor.
İnsanın varoluşuyla birlikte saadet arayışları da başlamıştır. İnanç sistemleri ve dinler, huzurlu ve mes’ud olabilmek için insanlara değişik reçeteler sunmuşlardır. Filozoflar ve psikologlar da gerçek saadetin ne olduğunu, insanı nelerin mes’ud edeceğini tartışmışlardır. Mûsevîlik ve Hıristiyanlık tecrübelerinden sonra Müslümanlık, tartışmaları sona erdirmiştir. On dokuzuncu yüzyılın başlarından itibâren batıdaki din-ilim ayrışması, yeni bir dönemini başlatmıştır. İnsan hayatının doğup yaşadığı dünyadan ibâret olduğunu zanneden eksik ve çarpık faraziyelerle batı dünyası, hâlen devam eden bunalıma girmiştir. Özellikle genç kuşaklarda görülen intiharlar, madde bağımlılığı, âile bağlarının zayıflaması ve boşanmalar, tabiat ve insan dâhil olmak üzere canlılara, üstelik okul, sinema, tiyatro ve ibâdethâneler gibi insanların topluca bulunduğu mekânlarda otomatik silahlarla yapılan katliamlar bu bunalımlı dönemin ortaya koyduğu trajik tablolardır.
Din psikolojisi ana bilim dalı öğretim üyesi Nurten Kımter, araştırmalarının neticesini açıklamakla yetinmiyor, ürettiği çözümleri (anlayabilenlerin) istifâdesine sunuyor.
KRİTER YAYINEVİ:
Ankara Caddesi Nu: 45/18-20 Eminönü, Fatih, İstanbul, Telefon ve Belgegeçer: 0.212-527 31 89
e-posta: info@kriteryayinevi.com // www.kriteryayinev.com
KISA KISA / KISA KISA…
1-SARAYDA İKTİDAR MÜCADELESİ: Arzu Terzi / Timaş Yayınları.
2- CENNETTEN MAHŞERE-ORTADOĞU’DA BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI: Nurettin Elhüseyni – Roger Ford / Yapı Kredi Yayınları.
3-ÇAĞDAŞ ESÂRET KAMPI: Kayahan Demir / Yakın Plan Yayınları.
4-ZEYTİNDAĞI: Fâlih Rıfkı Atay / Pozitif Yayınları.
5-DENEMELER: Michel de Montaigne -Temel Keşoğlu / Doruk Yayınları.