25 Kasım 1978 Lice; PKK terör örgütünün kuruluşu. 15 Şubat 1999; PKK terör örgütü kurucusu Abdullah Öcalan’ın yakalanıp Türkiye’ye getiriliş tarihi. PKK’nın kuruluş amacı sözde hakları yenilen, sözde ezilen Kürt halkının haklarını korumak ve sahip çıkmaktı ama ne yazık ki öyle olmadı. Her ne kadar haklarını savunduklarını söyleseler de bu sözlerin adı altında katliamlar, dağa çocuk ve adam kaçırmalar, ardı arkası gelmedi.
Bir yandan Türk’ü Kürde kırdırma çabaları sarf edilirken Sağ ve Sol davası patlak verdi. Sağcılar ve Solcular birbirine girdi; bir onlardan bir bizden. Belki de hiç biri bilmiyordu ne amaç uğruna öldüğünü ya da öldürdüğünü. Ölen Solcular ne için öldü? Ölen Sağcılar ne için öldü? Yada tek bir soruya indirgeyelim: Bizi birbirimize kim kırdırıp vurdurttu?
Peki, tarihi biraz daha ileriye alıp ve FETO olayına bakıp tekrar tarihe gitmeye ne dersiniz? PKK terör örgütü kurucusu Öcalan’ın yakalanıp Türkiye’ye getirildiği dönemlerde birilerinin dikkatini bir başka örgüte çekmişti, kimdi o? Necip Hablemitoğlu. FETO terör örgütünü herkesten önce sezip Mehmet Ali Birand’ın sunduğu 32.Gün programında tüm Türkiye’ye anlatmıştı. O kadar öldürülen, suikaste kurban giden insanları gördüğü halde susmayıp memleketi büyük bir felaketten korumaya çalışmıştı ama kimse onu dinlemedi. Ya da dinlemek istemediler, sahi neden dinlemek istemediler? Devletin korktuğumu vardı? Ya da arkasını dayadığı birileri? Neden daha fazla büyümeden engel olmadı bu örgüte? Neden yaşadık 15 Temmuz’u?
Biraz daha ileriye gidelim yani tarihin tekrar tekerrür edeceği dönemlere, benim daha çok tanık olduğum 2000’lerden sonrasına. Sokaklarda eylemler, Molotoflar, yakılan arabalar, yanan insanlar, sönen hayatlar, evlerine gidemeyen polislerimiz, evlerinde bekleyen aileleri; bunlar hiç geliyor mu aklımıza? Peki ya Gezi Olayları? Ya Çözüm Süreci? O zaman haydi günümüze dönelim ve ülkemizin en büyük problemi olan Göç olaylarına bakalım. Ülkemiz sınırları içerisinde 6 milyon Suriyeli barınmakta.
Bazı il ve ilçelerde Türk nüfusundan çok Suriyeli nüfusu var ve bu durum bizi tehdit etmekte. Daha ne kadar barındıracağız, daha ne kadar göç alacağız? Neden Suriye’den gelen insanlara “Onlar zulümden kaçıyor ve bize sığınıyor; zulme uğrayanın yanında olmalıyız” derken Doğu Türkistan’da zulüm gören Türklere sessiz kalınmakta? Peki yıllardır ülkemizde yaşayan ve olay çıkarmayan Türkmenlere neden vatandaşlık verilmiyor?
Günün birinde belki özerklik ilan edip başkaldıracaklar ve biz kendi şehirlerimizde gezmekten korkar olacağız, çocuklarımız belki de yolda yürüyemeyecek. Şimdiden bile olay çıkarmaya başlamışken neden ilerde bunları yapmasınlar? Daha ülkeye girmeden sınırı karıştıranlar girdikten sonra neden ülkeyi karıştırmasınlar? Peki, çözümü yok mudur yaşananların? Elbette var, sınırda tutup yerleşke yapmak varken neden şehrimize sokalım ki. Hadi aldık, neden hala içimizde tutma çabasındayız? Ve bir şiir dolaşıyor kulaklarımda:
Size selam gönderdi kırk yiğidiyle Kürşat
Sizden haber bekliyor yüz milyon imdat, imdat
Hala, hala tevekkülde mi kararlısınız yoksa
Sukût neyi halleder yaram oyuk oyuksa
Dağdan dağa inenler yoluma kül döküyor
Benim ayak izlerim taşralı gözüküyor
Farkına yeni vardım, ben suçluymuşum meğer
Otağımda cellatlar, karşı maktul de gezer
Suçluyum, hainleri gözlerinden tanırım ben
Bir intizar dinledim bu toprağın kalbinden
O ses derki bana; ey oğul yazıklar olsun sana
Mezarımı kirleten şu mahlûka baksana
Baktım, baktım; düştük hainlerin, katillerin peşine
Benim bozkurt yurdumda çakalların işi ne!
Umarım atalarımızın bizler için savaşıp verdikleri geleceği bir sonraki nesillerin omuzlarına yük olarak bırakıp gitmeyiz. Biraz maçlardan kafamızı kaldırıp tarihe bakmalıyız yoksa “mahkûmdur.”