İhvan: Ne Milliyet Ne Vatan!

111

Milliyetsiz ve vatansız İhvancılık için sınırlar önemli değildir. Yok hükmündedir. Vatan ve milliyet olmayınca vatandaş-yabancı ayrımı da anlamsızdır. Siyasî bir avantaj için bir toprak parçasından kolayca vazgeçilebilir.

Gulu gulu dansı yapan Zenciler Batı medeniyetini çökertiyor

Kutb’un düşünce dünyasına kuvvetle etki eden unsurlar ABD’de deri renginden dolayı aşağılanması ve önceleri dost edindiği Nasır ile yollarının ayrılmasıdır. Mısır Maarif Bakanlığı’nın iki yıllık görevlendirmesiyle ABD’de üç ayrı üniversitede eğitimle ilgili çalışmalar yapar. O günlere kadar edebiyat ve şiir tenkidiyle meşgulken şimdi İslam’da Sosyal Adalet ve İslam’la Kapitalizm’in Savaşı’nı yayınlar.

ABD’de etrafına baktığında Alexis Carrel’in çöken Batı Medeniyetini görür. Meselâ Amerikanların müzik zevki hakkında fikirleri şöyledir: Tercihleri “jazz” müziğidir ki bu, Zenciler’in ilkel eğilimlerini tatmin için icat ettikler müziktir. Hem gürültü arzularını hem de hayvanî eğilimlerini tahrik eder.

İnsanların eşitliği Zencilikte sona ermektedir anlaşılan. Müteveffa Erbakan’ın “Yaptıkları dans Gulu Gulu dansıdır, Zenciler de kültürsüzdür, bilgisizdir.” sözlerini hatırlıyoruz.

Seyyid Kutb ve bir grup İhvan, Nasır’a karşı suikast düzenleme iddiasıyla yakalanıp hapsedilir.

Kutb artık Ahî Âmal’dir

1950 ABD dönüşü Müslüman Kardeşler’in aktif üyesidir, Ahî Âmal olmuştur. Haftalık El-İhvan El Muslimin dergisinin editörlüğünü yapar. Sonra kariyerinde hızla tırmanır. Sırasıyla İhvan’ın propaganda bölümü başkanlığına, sonra yönetim kuruluna ve nihayet teşkilâtın en üst kurulu, rehberlik konseyine gelir.

1952’de Hür Subaylar, krallığı devirir. Nasır’ı başa geçirecek yol açılır. İhvan, o güne kadar kendilerini ezen krallıktan kurtulmanın sevinci içindedir. Nasır’dan İslâm devletini kurmasını beklerler. Nasır, Kutb’un evine gidip danışmaktadır. Bir bakıma Arap-İslâm sentezi! Fakat balayı kısa sürer. Nasır milliyetçidir, hâlbuki Kutb ve İhvan artık millete de milliyetçiliğe de, hatta vatanseverliğe de karşıdır, milliyetçilik ayaklarının altındadır. İki dünya görüşünün bağdaşmayacağını bilen Nasır kendi gizli teşkilatını, Tahrir’i (Hürriyet) kurmuştur bile.

1954’te Kutb ve bir grup İhvan, Nasır’a karşı suikast düzenleme iddiasıyla yakalanıp hapsedilir. 1964’e kadar hapiste kalır. Kur’an’ın Gölgesinde ve Yoldaki İşaretlerhapisteki on yılda yazılır. 1964’te serbest kalır ancak bir yıl dolmadan tekrar tutuklanır ve 26 Ağustos 1965’te idam edilir.

Milliyetsiz ve vatansız ideoloji

John Calvert, Kutb’un milliyetçilikten İhvancılığa, millet ve vatan karşıtlığına dönüşünü şöyle anlatır:

Fakat Kutb’un milliyetçi dönemi ile olgunluk döneminin İslamcı tavrı arasında esastan bir fark vardır. Her yerdeki milliyetçiler gibi toplumda kanun ve vatandaşlığı dinden ayrı düşünürken, daha sonra metafiziği dünyadaki her şeyin üstünde egemen kıldığını açıkça ilân etti. Bir İslamcı olarak Kutb, İslam camiasının (ümmetin) bir arazi ile sınırlanmasına da bu arazi üstündeki egemenliğine de inanmıyordu. Bunun yerine klasik İslam hukukçularını izleyerek, Müslümanların “vatanı” diye “teolojik bir mekânı”, dünyada İslamî hayatı yerine getirmeye adanmış her yeri anlıyordu. Bu mekân, her yerdeki Müslümanları içine alıyordu ve sonunda bütün insanlığı kapsayacaktır. (Komünizmin, ‘proletaryanın vatanı karnının doyduğu yerdir’ veya ‘proletaryanın vatanı iki metre toprağın altındadır’  ve bizim Şinasî ve Fikret’in ‘Milletim nev’i beşer, vatanım ruy-i zemin’ söylemlerini hatırlayınız – İÖ). Halkın egemen iradesinden ve onun temsilcilerinden talimat almak yerine Müslümanlar Şeriata tabiydi. Kanunlar, düzenlemeler ve nasihatler topluluğu Şeriat, halka yaşamlarında yol göstermekle birlikte halktan bağımsızdı ve halktan önce de vardı. Kutb’un olgunluk anlayışında Batı’nın bütün ideolojileri, ister etnolinguistik muhtariyet isterse Marksizm’deki gibi seküler trans-milliyetçiliği savunsunlar, “cahil”di ve ilahî hakikati reddettikleri için yanlış yoldaydı. Kutb’un İslamcılığı Mısır milliyetçiliği kökünden gelmiş olabilir. Fakat bir geçiş dönemi yaşadı. Sonra ulus-devletin ufuklarını aştı ve  ‘Müslümanlar, Tanrı’nın iradesine bağlı, kendi kendini yöneten kişilerdir’ dedi. Bu açıdan baktığımızda İslamcı Kutb bir kültür veya din milliyetçisinin çok ötesindedir. Siyasete yeni bir moral çerçeve tasarlamanın ön cephesindedir. Bu görüş bugün de her cins Müslüman isyancının ilham kaynağıdır.[i]

Millet yoktur, vatan yoktur, halkın egemenliği yoktur. Bu yokları örtmek için Türkiye’de “aziz millet, necip millet” gibi ismi olmayan “millet” söylemleri kullanılıyor. Burada insanları aldatmak için “millet” kelimesinin eski “ümmet” anlamı kullanılmaktadır. Yalan söylerken bir ayağını kaldırınca yalanın günahının silindiğini düşünmek gibi. Bir de “İbrahimî Millet” var. O millet herhalde Yahudiler, Hristiyanlar ve bütün Müslümanlardır.

Milletin, milliyetçiliğin ve Batı medeniyetinin devri geçti

Milliyetsiz ve vatansız İhvancılık için sınırlar önemli değildir. Yok hükmündedir. Vatan ve milliyet olmayınca vatandaş-yabancı ayrımı da anlamsızdır. Siyasî bir avantaj için bir toprak parçasından kolayca vazgeçilebilir.

Kutb hapiste, Nasır’ın Genel İstihbarat Direktörü Salah Nasr’a verdiği ifadede vatanseverlik ve milliyetçilik hakkında söylediklerini J. Calvert şöyle naklediyor:

“Milliyetçilik tarihî zamanı geçmiş bir bayraktır.” Kutb’a göre dünya, düşünce ve doktrine dayanan ideolojik komplekslere doğru ilerlemektedir. İslâmî hareket bu global eğilimin bir parçasıdır. Kabile kimliğine, ırk veya toprağa dayanan Asabiyye gerici, cahili bir kimlik tarzıdır.[ii]

Nazizm, Faşizm ve Komünizm döneminde büyümüş, kendini Kapitalizm “kompleksiyle” savaş hâlinde gören Kutb için dünyanın düşünce ve doktrine dayanan ideolojik komplekslere doğru ilerlediği algısı çok da yadırganmayabilir.

Ancak aynı sloganların yetmiş küsur yıl sonra Türkiye’de ve gittikçe yükselen bir milliyetçilikler dünyasında tekrarlanması tuhaftır. İdeolojinin gözü kör etmesinin, Cemil Meriç’in ifadesiyle, idraklere deli gömleği giydirmesinin örneğidir. Siyasî İslamcılar yüz yılı aşkın bir zamandır hem Batı’nın hem de millet devletinin (ulus devletin) çökmesini bekliyor. Tıpkı Marks ve Engels’in ömürleri boyunca Almanya’da proleter ihtilali beklediği gibi. Batı Batılığıyla durup durduğu gibi Kuzey’de, Doğu’da yeni Batılar yükseliyor. Dünya siyasetinde sömürgecilik mevzi kaybettikçe ulus devletler şeksiz şüphesiz hâkim oluyor, sayıları artıyor. Batının globalistleri ve liberalleri çok kültürlülüğü terk ediyor. Türkiye’de de zaman zaman Batı’yla iş birliği yapmış dinbazların da beklentileri sönüyor. Bu sayılan görüşlerin hiçbiri yükselişte değil. Bir tek milliyetçilik yükseliyor.

İhvan ve terör

İhvan, terörist bir örgüt müdür? Bu soruya verilecek olumlu veya olumsuz cevap politik demagojiye bulaşmaya mahkûmdur. İhvan aleyhtarlarına göre ki hemen çevremizdeki devletlerin çoğu öyledir, İhvan teröristtir. Suudî Arabistan’dan Mısır’a, Rusya’ya kadar hepsi İhvan’a terörist der. Türkiye ve Katar istisnadır.

Terörizm, dünyaca mahkûm edildiği için siyaset sahnesinde muarıza terörist moda oldu. Bu bol keseden itham muhakkak ki en çok teröristlerin işine yarıyor.

Daha objektif soru, “İhvan, şiddete başvurur mu?” olabilir.

Bunun cevabı hakkında bir fikir edinmek için İhvan’ın bayrağına bir göz atarak işe başlayabiliriz. Çapraz iki kılıç ve altında “Hazırlan!“. Pek barışsever bir hava değil. Bayrağın altında “El-İhvan el-Müslimin”i okuyorsunuz. Benna’dan beri kullandıkları bir slogan şöyle: Gayemiz Allah, önderimiz Peygamber, rehberimiz Kur’an, yolumuz Cihad, Allah yolunda ölmek en büyük emelimizdir.

İhvan bayrağı

Cihad sorulduğunda, “kastimiz insanın nefsiyle cihadıdır” savunması yaygındır. Ancak zaman zaman mensuplarına dönüp, “Yanlış anlamayın, cihad sadece kendimizle değildir, düşmana karşı cihad da farzdır” düzeltmesini uyarısını duyarız.

İhvan’ın en baştan, Benna’dan beri, geçmişi suikast iddialarıyla doludur. Bunların hangisinin doğru, hangisinin iftira olduğunu tespit kolay değildir. En kuvvetli iddialardan biri, İhvan’a mensup veterinerlik öğrencisi Mecid Ahmed Hassan’ın 28 Aralık 1948’de Mısır Başbakanı Mahmud Nukrasi Paşa’yı öldürmesidir. Bu suikastten iki ay sonra İhvan’ın kurucu lideri Benna’nın katli, Mısır istihbaratının intikam operasyonu olarak değerlendirilir.

Gerek Benna’nın gerekse Kutb’un üç kademeli bir stratejiyi kabul ettiklerini ve bunu da Hazreti Peygamber’e dayandırdıklarını biliyoruz: Önce bir cemaat olacak ve kendilerini mümkün mertebe izole edecekler, sonra güçlenecekler, nihayet üçüncü safhada, belirli bir güce erişince, cahiliye yönetimlerini devirip Allah’ın hâkimiyetini gerçekleştirecekler. Önceleri Müslüman halkın kıyamı, yani ayaklanmasıyla başarılacağı düşünülen bu hâkimiyet için Kutb daha sonra bu iş için paramiliter bir öncü kuvvet yetiştirilmesi gerektiğini yazmıştır. Kutb’u sonunda idama götüren delillerin önemli kısmı bir manifesto ve siyasî hâkimiyeti tesis kılavuzu niyetiyle yazdığı Yoldaki İşaretler‘dir. Gizli Aparat için Sudan üzerinden Mısır’a silah getirme teşebbüsü vardır.

Kutb’un idam gerekçesi, Nasır’a suikast teşebbüsüdür. Bu suikast, doğruysa bile başarısızdır. Enver Sedat suikasti ise başarılı. Sedat’ı öldüren örgüt İhvan değil Tanzim El-Cihad’dır fakat bunda da İhvan’ın rolü bulunduğu iddiası yaygındır. Bu iddialara karşı Mısır’daki İhvan, 1970’lerden sonra şiddeti reddettiğini açıkladı.

Ancak İhvan Mısır’la sınırlı değil. Suriye’de 1970’lerden başlayarak Baas rejimine cihad açtılar. Marwan Hadid başkanlığında yüzlerce cinayeti resmen üstlendiler. Rejimin tepkisi sert oldu. Şehirler bombalandı ve binlerce insan katledildi.

Mısır Sağlık Bakanlığı’nın resmî rakamlarına göre Kahire’de, Rabia Meydanı protestolarında 595 ihvan 43 polis ölmüştür.

Bir başka tespit, İhvan’ın teröre liderlik etmese de, birçok terörist düşünceye ebeveyn rolü oynamasıdır. Benna- Kutb- Mevdudî hattı ve onların gerisindeki Hanbeli- Ebu Mansur El-Bağdadî -Eşariye-İbni Teymiye- Selefilik çizgisi bugün adını duyduğumuz bütün Siyasî Ümmetçi aktivist örgütün kutsallarıdır. Bu yüzdendir ki terör uzmanları İhvan’ı, silahlı Siyasî İslamcı örgütlere giden bir “binek taşı ~stepping stone” diye algılıyor. [iii] Hamas, Jemaat el-Islamiye ve el-Kaide’nin birçok isminin geçmişinde İhvan mensubiyeti var. Bunlardan en meşhurlarından biri, Usame Bin-Ladin’in vekili Ayman el-Zevahiri’dir. The Guardian Gazetesi’nin Bin Laden’in annesiyle yaptığı röportajda, anne Alia Ghanem, mealen, “Benim oğlum hiç öyle biri değildi, onu Müslüman Kardeşler bu hale getirdi.” diyor.[iv]

İhvan bahsinde incelenmesi gereken bir başka yön, çeşitli devletlerin istihbarat teşkilâtlarının İhvan üstündeki çalışmaları, İhvan’a sızmaları ve onu kullanmalarıdır. Bu Türkiye’de de geçerlidir. Bir önceki yazıma, “Erbakan’ın yükselişiyle birlikte Türkiye’de birkaç kitabın bol bol basıldığını, ucuz veya bedava dağıtıldığını görüyoruz.” cümlesiyle başlamıştım. Yıllar sonra öğreniyoruz ki bu kitapları tercüme ettiren ve Türkiye’de geniş ve ucuz -bazan da bedava- dağıtımını sağlayan Siyasî İslamcılar değil MİT’tir![v]

[i] John Calvert, Sayyid Qutb and the Origins of Radical Islamism, Oxford University Press 2013,  sayfa 17-18.

[ii] John Calvert, a. g. e. sayfa 257. O da ifade için Mahmud Kamil al-‘Arusi, Muhakamat Sayyid Qutb, 77’ye atıf yapar.

[iii] https://www.cfr.org/backgrounder/does-muslim-brotherhood-have-ties-terrorism

[iv] https://www.theguardian.com/world/2018/aug/03/osama-bin-laden-mother-speaks-out-family-interview

[v] http://www.haksozhaber.net/okul/seyyid-kutub-turkiyede-nasil-algilandi-6832yy.htm