Cumhuriyet Döneminin İktisadî Arayışlar Tarihi – III

147

Selçuklu’daki temel toprak sistemi olan ‘ikta‘nın Osmanlı’da ‘tımar‘ olarak uygulanmasına rağmen Anadolu’daki Türkmen beyliklerinin ayrıcalıklı konumlarını her iki dönemde de koruduklarını vurgulayan Sezai Tezel, Avrupa’nın aksine Türklerde idarî ve malî özerk elde edebilmiş kentlerin oluşmadığını tespiten aktarmaktadır. Devlet arazilerinin büyük kısmının hanedan mensuplarının ve vezirler gibi yüksek bürokratların elinde olduğu Osmanlı’da gelir getirici üretimin de yine bu sınıfların kontrolünde kaldığını beyan eden Yazar, Osmanlı çağlarında Avrupa’nın en büyük şehri olan İstanbul’un iaşesi için Anadolu’nun tamamının hizmet üretmekle yükümlü görüldüğünü de dile getirmektedir.

Alt konu başlıklarında Batı Avrupa’nın merkantil / ticarî genişlemesini ve Osmanlı yapılarındaki değişmeleri inceleyen Yazar; Kanunî döneminde İmparatorluğun sınırlarının Osmanlı’nın askerî kapasitesini tüketen bir mesafeye ulaştığını, 16.yy’da başlayan bütçe açıklarının 17.yy boyunca sürdüğünü, bu yüzyılda tımar-dirlik sisteminin bozulmasıyla olağanüstü ve keyfî vergilere başvurulduğunu, devalüasyonlar zinciriyle Osmanlı para sisteminin çökmeye başladığını, Celâlîlerle başlayan isyanlar sonucunda köy ve kent nüfuslarında büyük düşüşler yaşandığını sıralamaktadır.

Çok farklı bir gözlemle Anadolu’nun Hititlerden  1950’lere kadar tarımsal üretim teknolojisinin değişmediğini tespit eden Tezel; has ve mukataaların 17.yy’da toptan iltizama verildiğini, 18.yy’da ise önce hayat boyu iltizamın sonra da iltizamlarda miras bırakma hakkının geçerli olduğunu ifade etmektedir. 19.yy’a doğru Osmanlı hâkimiyetinin tıpkı Bizans’ın son günlerindeki İstanbul ve Marmara kıyılarına indirgendiğini, zira Batı Anadolu’dan Doğu Anadolu’ya ve Karadeniz bölgesinden İç ve Güney Anadolu’ya kadar âyan yada derebeylerin siyasî egemenlik alanlarının söz konusu olduğunu eklemektedir.

Osmanlı Devleti’nin Batı Avrupa’nın ekonomik genişlemesi karşısındaki uyumlu ve işbirlikçi bir tavır sergilediğini ve bunun 11-12-13.yüzyıllardan beri süren bir yönetim alışkanlığı olduğunu iddia eden Yazar, Avrupalı tüccarların deyimiyle “İmparatorluktaki merkezî rüşvet borsası” içinde Saray’dan vali konaklarına kadar dağıtılan rüşvetler ve hediyelerle hem padişah ve paşaların kukla gibi oynatıldığını, hem de diğer devlet görevlilerinin bu tarz ticaretten nasibini (!) almaya çalıştıklarını da öne sürmektedir.

Avrupalıların Ortadoğu ve Hindistan ticaretini denetimlerine geçirmesi karşısında askerî anlamda aciz kalan Osmanlıların Akdeniz limanlarındaki ticarî canlılığı arttırmak için evvela Yahudi bankerleri İstanbul’a davet ettiğini söyleyen Yazar, II.Selim’in denizcilik şebekesi sahibi Yusuf Nasi’ye 12 Ada’nın yöneticiliğini vermesiyle bunu örneklendirmektedir.  Fransız devlet adamı Colbert’in “Arzı kıt, talebi bol bir ekonomidir” tarifiyle Batılıların kârlı Osmanlı ticareti için Turkey Company ve Levant Company gibi şirketler kurduklarını aktaran Tezel; 1569’dan itibaren başta Fransa olmak üzere; 1581’de İngiltere’nin, 1612’de Hollanda’nın, 1615’te Avusturya’nın, 1737’de İsveç’in, 1740’da İki Sicilya Krallığı’nın, 1746’da Danimarka’nın, 1761’de Prusya’nın, 1782’de İspanya’nın ve 1783’te Rusya’nın kapitüler ayrıcalıklar elde ettiğinin altını çizmektedir.

1774 Küçük Kaynarca Antlaşması’ndan sonra Karadeniz ticaretini de yabancı gemilere açan Osmanlı’nın adeta bir kompradorlar (tedarikçi) hükümeti gibi davrandığını ve kendi kulları (halkı) aleyhine karar almaktan çekinmediğini savunan Yazar, İstanbul esnafının 18.yy’da Fransız kumaş ihracatçıları karşısında pazarlık güçlerini arttırmak için bir ortaklık kurunca Fransızların şikâyeti üzerine Osmanlı Devleti’nin bu ortaklığı dağıtmasını ve esnafı cezalandırmasını örnek olarak sunmaktadır.