Başlığı okur okumaz, “yahu daha yerel seçimleri halletmedik, bu da nereden çıktı?” dediğinizi duyar gibiyim. Haklısınız, ancak okuyunca eminim ki siz de bana hak vereceksiniz.
Yerel seçimlere hak ettiğinden daha büyük anlamlar yüklediğimizi düşünüyorum. Yerel seçim sadece yerel seçimdir. Ak Parti’nin %35-40 bandına düşmesi ve / veya birkaç belediye kaybetmesi Türkiye’de müstakbel bir iktidar değişikliğinin işareti olarak yorumlanamaz. Çünkü yerel seçimlerde sonucu etkileyen son derece etkili başka parametreler vardır. Adayın kimliği, seçmende tek başına karşılığı olması gibi unsurlar bunlardan bazılarıdır. Nitekim 2009 yerel seçimlerinde Ak Parti ülke genelinde %38 oranında bir oy almasına rağmen, iki yıl sonra yapılan genel seçimlerde %50 oy alarak yine tek başına iktidar olmayı başardı.
Bu defa yine aynısı olur mu bilemem. Bildiğim şu ki, 2019 ve 2020’de tarihin daha önce görmediği büyüklükte bir ekonomik kriz yaşanacak. Quantum Fund ve Soros Fund Management’ın kurucularından Jim Rogers’a göre, ABD, Çin, Japonya ve hatta başka büyük ekonomiler de bu krizden nasiplerini alacaklar. Rogers’a göre dünya genelinde toplumsal olaylar, banka kapanmaları ve “kritik ürünlerde” kıtlıklar görülebilecek. Rogers, krize karşı önlem olarak altın ve gümüşe yatırım yaptığını ve hali hazırda yeni alımlar için fırsat kolladığını ifade ediyor. Kriz bitmeden altın fiyatlarının çok yükseleceğini ve hatta bir balona dönüşeceğini ifade ediyor.
Aslında 2017 ve 2018’de yaşadıklarımız 2000-2001 ekonomik krizleriyle aynı boyuttaydı. Hükümetin medya propaganda gücünü elinde bulundurması, bu krizlerin yıkıcı etkisinin seçmen tarafından algılanmasını bir şekilde engelledi. Fakat bugün durum farklı. Seçmen bir şeylerin cebini yaktığının ve bunun asli sebebinin de hükümetin yanlış ekonomi politikaları ile kamudaki devasa savurganlık olduğunun farkında. Veya en azından bizim görüştüğümüz yılların koyu Ak Partili seçmeni bu durumu açıkça dile getiriyor.
Pek çok ekonomist şu ana kadar yaşadıklarımız için “bunlar daha iyi günler” yorumu yapıyor. Bunlardan biri de Türkiye’nin önde gelen ekonomistlerinden Atilla Yeşilada. Yeşilada, 2019 yılı ilk çeyreği sonunda dolar kurunun 7 TL bandında olacağını iddia ediyor. Döviz kuru elbette ekonomiyi yorumlama konusunda tek başına yeterli bir argüman değildir. Döviz kuru ekonomik göstergelerden sadece biridir ancak döviz kurundaki stabilite veya dalgalanma ekonominin sağlamlığı hakkında bize fikir verir. Kaldı ki, Türkiye ithalatı ihracatının çok üzerinde olan bir ülke. Dolayısıyla kurdaki yükselme ekonomiyi doğrudan doğruya tepetaklak etmeye tek başına yetiyor.
2019-2020 için öngörülen ekonomik krizin elbette siyasi karşılıkları da olacak. Böyle bir kriz ortamında Ak Parti – MHP ittifakının sona ereceğini düşünüyorum. Ak Parti-MHP ittifakının sona ermesi demek, Ak Parti’nin Meclis’te istediği gibi yasal düzenleme yapamaması ve Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin Meclis’te yürürlükten kaldırılması anlamını taşıyor. Bu koşullarda devletin yönetilemez hale geleceğini söylemeye gerek yok sanırım.
İşte Ak Parti’nin Meclis çoğunluğunu kaybetmesi sonucu devletin yönetilemez hale gelmesi durumunda geriye erken seçime gitmekten başka yol kalmıyor.
Erken seçim olursa iktidar el değiştirir mi? Bu soruya net cevap verebilmek için henüz erken. Şahsi görüşüm, 2000-2001 krizlerinde Ak Parti’yi “kurtarıcı” (!) olarak sahneye süren küresel güçlerin 2021’de de yeni “kurtarıcıları” (!) sahneye süreceği yönünde. Bu yeni “kurtarıcılar” (!) hali hazırda siyasetle iştigal eden birileri mi yoksa siyasette yeni yüzler mi olur kestirmek güç. Yine şahsi görüşüm yeni yüzlerin sahneye sürüleceği doğrultusunda.
Hâsılı kelam, Türkiye’nin onyıllardır süren makûs talihi değişmeyecek. Biz seçim yapıyoruz zannederken, birileri yeni piyonlarını sahaya sürüp onları bize sevdirecek. Bütün işsiz kalan işçiler, iflas eden patronlar, borçlarını ödeyemeyecek hale gelen memurlar ve emekliler, çocuklarının cebine harçlık koyamayan babalar, maddi sıkıntılardan dolayı harap olan aileler bu iktidar değişikliğinin uğruna bedel ödemiş olacaklar.