Ya K.K.T.C Kurulmamış Olsaydı?

45

15 Kasım 2018 tarihinde KKTC’nin 35’nci kuruluş yıl dönümünü kutlayacağız. 44 yıl önce 1974’te Kıbrıs adasında temeli atılan bu son Türk Devletinde yaşayan soydaşlarımız; ne yazık ki yaşadıkları bu devletin diğer ülkelerce tanınmamış olmasının bedelini pahalı bir biçimde ödemeye devam etmektedir.

Akdeniz’in orta yerindeki bu ada parçasında 50’li yıllardan beri tarafların adanın yönetilmesi açısından yaşadıkları sorun öyle anlaşılıyor ki, özellikle Rumların uzlaşmaz tutumu nedeniyle önümüzdeki süreçte de devam edecek! Ama yıllar öncesine döndüğümüzde yaşanan gerçekleri de unutmak ne mümkün!
O nedenledir ki, o gerçekleri hatırlayarak günümüz Kıbrıs’ına baktığımızda; ”İyi ki K.K.T.C ilan edilmiş, iyi ki hala dimdik ayaktadır”, demek de bugünün gerçeğini anlatmaktadır.
Şöyle bir düşünelim: ”Ya K.K.T.C Kurulmamış Olsaydı”, bugün adada neler yaşanacaktı? Ya Türkiye Akdeniz’e bakan yüzünde neleri yaşayacaktı? 
İşte olası yaşanacaklar:
. 20 Temmuz 1974 tarihinde soydaşlarımızın Rumlar tarafından topyekûn öldürülmelerine, adanın Yunanistan’a bağlanmasına mani olmak için yasal garantörlük hakkını kullanarak adaya müdahale eden Türkiye ve Türk askeri; 13 Şubat 1975’te kurulan KKTC Federe Devleti ile sonrasında 15 Kasım 1983’te ilan edilen KKTC’nin yapısal özellikleri olmasaydı, hala Kıbrıs Cumhuriyetini adanın yasal hükümeti olarak tanıyan BM’in bu akıl almaz tutumu nedeniyle çoktan adayı terk etmiş olacaklardı! Çünkü emperyalist güçler, ne yapıp, edip bir şekilde Türkiye’yi adadan çıkartacaklardı!
. 1974 yılında Kıbrıs’ta ölümün kıyısından dönen Kıbrıs Türk’ü geride kalan 44 yıl içerisinde adada onları temsil eden bir siyasi yapı olmadığından; yaşam hakkının, hukukunun nasıl yürütüleceğinin bilinmezliği içinde bocalayacak! En nihayetinde yasal hükümetmiş gibi muamele gören Rum’un insafına sığınmak zorunda kalacaktı!
. Adada yaşayan Türkler, özgürlüklerine kavuşmalarının tadına varamadan, yıllar içinde tıpkı 1963 sonrasında Rumlardan gördükleri baskıyı yeniden görmeye ve hatta toplu katliamları yaşamaya devam edecekler. Bu nedenle de adadaki topraklarını, evlerini, mallarını Rumlara satarak bir başka ülkeye göç etmenin yollarını arayacaklardı… 
. Günümüz Kıbrıs’ında kendi yönetim biçimi ile kendi seçtikleri temsilcileri ile yönetilen Kıbrıs Türk Halkının böylesine bir yönetim yapısı olamayacağı için; adada azınlık hakkından başka hiçbir hakkı da olmayacaktı!
. Adadan ayrılmasıyla birlikte garantörlük hakkı sona eren, hele ki AB’ye giriş müzakereleri başlayan Türkiye’nin adaya bir kez daha müdahale etmesi asla mümkün olmayacaktı!
. Şimdilerde adadaki yaşam garantisi Türkiye’nin desteğini alarak her geçen gün biraz daha güçlenen, ekonomik refah seviyesi artan, en azından evi, aracı, işi olan Kıbrıs Türk’ü böylesine büyük bir güçten mahrum kalacağından, 1974 sonrasında yıllar içinde yeniden Rum’un yanında çalışan, 2’nci sınıf insan muamelesi gören bir durum ile karşılaşacaktı. Tıpkı 1963 sonrasında olduğu gibi! 
. Ayrıca Türkiye bugün Akdeniz’de petrol arayabiliyorsa, uluslararası sulara hiçbir devletten izin almadan hala çıkabiliyorsa eğer, bunu adanın kuzeyinde kurulu K.K.T.C’nin varlığına borçlu olduğunu unutmamak gerek,
Yukarıda sıralamış olduklarım; K.K.T.C’nin kuruluşu ilan edilmemiş olsaydı, Kıbrıs Türk’ünün yaşayacağı gerçeklerdir. Çünkü bunların her birisinin izleri adanın geçmişteki tarih sayfalarına kazılıdır.
Ama bütün bunların yanı sıra hepsinden de önemlisi bugün adanın kuzeyinde yaşanan özgürlüğün doyum olmaz tadıdır, değeridir. Kıbrıs Türk Halkı 44 yıldan beri yaşadıkları topraklarda özgürce soludukları, Rum’un baskısı, mezalimi olmayan bir yaşamı teneffüs etmektedir. 
Tarih sayfalarını çevirdiğimizde;
”Girne’ye, Gazimağosa’ya- Güzelyurt’a Rumların izniyle gidebilen, evine çivi dahi çakamayan, geceleri sokağa dahi çıkamayan, ömrünün neredeyse çoğunu barikat nöbetlerinde geçiren, adayı terk etmesi için bir sürü dalavere ile karşılaşan, Lefkoşa Türk kesimi-Gönyeli-Boğaz üçgenine sıkışıp kalan, Hamitköy ovasına kurulan Kızılay çadırlarında 11 yıl boyunca yokluk, açlık ve sefalet içinde yaşayan soydaşlarımızdan bugün adanın kuzeyinde yaşayan kaç kişi kaldı bilinmez! İşte tam bu noktada yaşanan bu gerçekleri de genç kuşakların bilmesi gerek…” 
Ancak yukarıda sıraladığım gerçekleri bir kez daha okursak; ”Ya K.K.T.C kurulmamış olsaydı?”, ”Bunlar mı başımıza gelecekti” demek, yazımın başlık sorusunun da cevabı olacaktır.
(K.K.T.C’nin 35’inci kuruluş yıldönümünü kutluyor, devletimizin kuruluşuna kadar geçen süreçte canlarını seve, seve feda eyleyen tüm şehitlerimizin aziz hatıraları önünde saygıyla eğiliyor, gazilerimizi sevgiyle selamlıyorum.)

 

 

 

 

Önceki İçerikFesli Kadiri Ziyaret Etmek Meydan Okumadır
Sonraki İçerikAramızdan Ayrılışının 80. Yılında Atatürk’ün Milliyetçilik Anlayışı
Avatar photo
1967 yılında Teğmen rütbesiyle T.S.K da göreve başladığı zaman, Kıbrıs olayları adada tüm hızıyla devam ediyor, Yunanistan’ın da desteğini alan Rum’lar; adada yaşayan Kıbrıs Türk’üne her türlü mezalimi yapıyor, gerçekleştirdikleri toplu katliamlar, uyguladıkları ekonomik ambargolarla Kıbrıs Türk Halkını adadan göçe zorluyorlardı… O dönemde Türkiye Cumhuriyeti Devletinin 1960 yılında imzalamış olduğu, BM’ler tarafından da onaylanmış garantörlük anlaşması gereğince, ada da bulunan ‘Şanlı Kıbrıs Türk Kuvvetleri Alayında’ görev almak için defalarca dilekçe veren Teğmen Çilingir; 1974 yılının 20 Temmuz Cumartesi sabahı kendisini Kıbrıs’ta savaşın içinde buldu. Bölük komutanı olarak Kıbrıs Savaşlarının her iki safhasında da bu görevini başarıyla sürdürdü, ‘Gazi‘ unvanı ile onurlandırılarak Türkiye’ye döndü. 1974–1975, 1985–1987 yıllarında Kıbrıs’ta görevli olduğu yıllardan sonra da, adada yaşanan olayları yakinen takip eden Çilingir; 2004-2011 yılları arasında Kıbrıs Türk Kültür Derneğinin İstanbul Şubesi yönetim kurulunda da görev yaptı. Bu uzun süreçte ’mili davamız’ olarak bilinen Kıbrıs konusuna sahip çıkarak, Kıbrıs Türk Halkının kazanılmış tarihsel ve hukuksal haklarını savunmak adına değişik platformlarda görev aldı. Sempozyumlara, panellere, televizyon programlarına konuşmacı olarak katıldı, makaleler yayınladı. Yakinen takip ettiği Kıbrıs konusu başta olmak üzere, ülke meseleleriyle ilgili güncel yazılarına, konferanslarına devam etmektedir. T.S.K.’dan 1990 yılında, kendi isteği ile emekli olduktan sonra; Kıbrıs konusuyla ilgili kaleme almış olduğu; ’’Özgürlük Nefesi (K.K.T.C Cumhurbaşkanlığı yayını 1995)’’, ‘’Girne’den Doğan Güneş (1997)‘’, ‘’Unutanlar Unutturulanlar ya da Hatırlayamadıklarımız (2004)’’, ‘’Elveda Kıbrıs Ama Bir Gün Mutlaka (2006)’’, ‘’Andımız Olsun ki Bu Topraklar Bizim (2007)‘’,’’Tarihten Gelen Çığlık (2010)’’, Kıbrıs ‘’Yes Be Annem’’ 2002-2016 (Eylül-2016) isimli kitaplarıyla; Ülkemizin son 65 yılında öne çıkan, yaşanmış önemli olayları anlatan: ‘’10’ların İzleriyle Türkiye (2014)’’,’’Kırılmadık Ne Kaldı?-Zaman Asla Kaybolmaz (2015)’’, ‘’Önce Vatan (Eylül 2017) isimli kitapları da bulunmaktadır… Sivil iş hayatına ‘Türkiye Sigorta Sektöründe’’başlayan Atilla Çilingir Koç YKS bünyesinde uzun yıllar görev yaptıktan sonra, halen dünyanın 18 ülkesinde hizmet veren, sağlık bilişim şirketlerinden birisi olarak ülkemizde de faaliyet gösteren; ‘’CompuGroup Medical Bilgi Sistemleri A.Ş’’ bünyesinde, görevine devam etmektedir. Pek çok üniversitenin ‘Bankacılık-Sigortacılık Fakültelerinde, Yüksek Okullarında, vermiş olduğu seminerler, konferanslar ile sektöre bu yönde de hizmet vermeye devam eden Çilingir’in: Sigorta sektöründe 27 yıldan beri vermiş olduğu hizmetlerini anlatan; ‘’Sigortalı Hayatın Gerçekleri’’ (2012) isimli bir kitabı daha bulunmaktadır. Atilla Çilingir; bugüne değin kitaplarından elde etmiş olduğu telif gelirleriyle; Sosyal sorumluluk projeleri kapsamında: 2010 yılında ‘K.K.T.C Lefkoşa Şehit Aileleri ve Malul Gazileri Derneğine’ ‘Tarihten Gelen Çığlık’ isimli kitabının telif gelirini bağışlamış, 19 Şubat 2012’de Van’da yaşanan büyük depremden sonra Van’ın Muradiye İlçesi Akbulak Köyü İ.M.K.B. (İstanbul Menkul Kıymetler Borsası) Yatılı Bölge İlk Öğretim Okulunda içinde 20 adet bilgisayarı bulunan ve kendi adını taşıyan bir BT (bilgi teknolojisi) sınıfı açmış. 02 Haziran 2017 tarihinde de Samsun’un Tekkeköy ilçesi Büyüklü İlköğretim okulunda da adını taşıyan, içinde 2500 kitabı, 2 adet bilgisayarı bulunan bir kütüphanenin açılışını sağlamıştır.