Kur’ân-ı Kerîm, İslâm dîninin mukaddes kitabıdır. Kur’ân-ı Hakim, Kur’ân-ı Mecîd gibi saygı ve yüceltme sıfatlarıyla birlikte söylenir. Semavî-ilâhî kitapların dördüncüsü ve sonuncusudur. Dîğer üçü: Mûsevîlere ait Tevrat ve Zebur, Hıristiyanlara ait İncil’dir. Allah tarafından Cebrail isimli büyük melek vasıtasıyla ve vahiy yoluyla Peygamberimiz Hazret-i Muhammed (sav) Efendimiz’e aralıklı olarak 22 sene 2 ay 22 günde ve bölüm bölüm indirilmiştir. Hz. Muhammed Mekkeli ve Kureyş kabîlesine mensûb olduğu, İslâm önce Mekkeli ve Medîneli Araplara tebliğ edildiği için, İslâm dininin esası olan kitap da Arapça olarak indirilmiştir. Bütünü Allah sözüdür. İçine, Hz. Peygamber dâhil hiçbir insanoğlu sözü karışmamıştır.
Hz. Muhammed’e indirildiği ve O’nun ilk Müslümanlara bildirdiği aslî şekli ile her hangi bir bozulmaya, değişmeye uğramadan günümüze kadar ulaşmıştır. İslâm’ın temel ibâdetlerinden ve beş şartından biri olan namaz kılınırken, aslî şekli ile kıraati, okunması namazın şartlarından olduğu gibi, namaz dışında okunması ve dinlenmesi de ibâdet hükmündedir.
Kur’ân, sadece Hz. Peygamber dönemine ait bir kitap değildir. Varlığını ve rehberliğini dünya durdukça devam ettirecek olan, çağları aşan ve kucaklayan bir kitaptır. Sadece ilk indiği Arap toplumunun değil bütün insanların kitabıdır.
Zamanın geçmesiyle eskiyen değil daima tazeliğini ve güncelliğini koruyan, insanları geriye değil daima ileriye götüren, ilim, teknik ve gelişmelerle çatışan değil örtüşen ve kucaklaşan bir kitaptır. Emir ve yasaklan, helal ve haramları, hüküm ve tavsiyeleri, öğüt ve ilkeleri, misal ve kıssaları1, vaatleri ve müjdeleri, geçmişe, geleceğe, Allah’a, insana ve diğer varlıklara dair bildirdiği gerçekler, bilgiler ve tarifler, zamanın geçmesiyle değişmez ve değerini kaybetmez.
Kur’ân’ın maksadı ve hedefi; insanın dünya ve âhiret saadetini sağlamaktır, İnsanlığın rehberi ve mutluluk kaynağıdır. Hangi milletten olursa olsun bütün insanları aydınlatmak, yeryüzünde cehâlet, sefahat, küfür ve sapık inançlara kapılarak karanlıklar içinde kalan, nereden gelip nereye gittiğini bilemeyen bütün insanları yanlışlıklardan, sapıklıktan, sefahat ve rezâletten kurtarıp îmân nuru ile doğru yola sevk etmektir.
İnsana Allah ve kâinat hakkında bilgi veren, manevî ve maddî ihtiyaçlarını bildiren Kur’ân’dır. Bu maksatla cüz’î2 ve küllî3 kaideler, emir ve yasaklar getirmiştir. Bu kaidelerin, emir ve yasakların hedefi; aklı, canı, malı, nesli ve dini korumak, böylece insanın huzur ve mutluluğunu; şâhsî, ailevî ve sosyal nizamını sağlamak; iyi insan ve iyi bir toplum oluşturmaktır.
Kur’ân’ın ana konusu Allah ve insandır. Allah’ı ve insanı tanıtır. Allah’ın emir ve yasaklarını, helâl ve haramlarını, öğüt ve tavsiyelerini hüküm ve sınırlarını, ahlâk ve ibâdet usullerini, îmân edip sâlih amel işleyenlerin mükâfatlarını, inkâr ve isyân edenlerin âhiretteki cezâlarını, ibret alınması için geçmiş kavimlerin kıssalarını ve âhiret hal ve durumlarını anlatır. İnsanın kendisine, Yaratıcısına, insanlara, çevreye ve diğer varlıklara karşı görevlerini bildirir.
Kısaca Kur’ân-ı Kerîm, hayat rehberidir.
Kur’ân; insanın işlerini ve görevlerini, dinî ve dünyevî diye ayırmaz. İnsanın her inanç, söz, fiil ve davranışının hem bu dünya hem de âhiret ile ilgili boyutu vardır. Allah’a, fertlere, topluma, canlılara ve çevreye karşı görevleri insanın hem dünya hem de âhiret mutluluğu içindir. Ferdî görevlerin, topluma, sosyal görevlerin de ferde etkisi vardır.
Kur’ân’ın bildirdiği Hak Din; sâdece ferdin özel ve aile hayatı ile ilgili değildir. Çünkü insan, tek başına veya sâdece ailesi ile birlikte değil, toplum içinde yaşar. İnsan, sosyal bir varlıktır. Bunun için Kur’ân ve Sünnet4; toplu olarak yaşamak durumunda olan insanların; sosyal, iktisâdî, ahlâkî, idârî ve hukukî ilişki ve görevleri; inanç, hareket, iş, söz, fiil ve davranışları ile ilgili temel kaideler getirmiştir.
Kur’ân-ı Kerîm Allah kelâmı olarak Arapça Hz. Muhammed’e vahyedilmiş ve bilâhare kitap hâlinde tertiplenmiş olan şeklin dışındaki şekillerin; meâl ve tefsirlerin hiçbiri Kur’ân değildir. Bunları Kur’ân yerine koymak mümkün ve caiz değildir. Kur’ân yalnız yazılı vahiylerin bütününden ibârettir. Öğrenmek ve öğrenilenleri tatbik etmek maksadıyla meâl ve tefsiri okumak, ibâdet yerine geçer.
Kur’ân kelimesinin mânâsının ve menşeinin ne olduğu, doğru telâffuzunun ne şekilde olması gerektiğini, araştırma, inceleme ve tartışma konusu yapılmıştır. En çok tercih edilen ve yaygın olan kanaate göre kelime karae kökünden gelmektedir ve ezberden okumak ve inşad 5 etmek anlamlarını da içine alacak şekilde okumak mânâsında bir mastardır. Bizzat kendi metninde de muhtelif sûre ve âyetlerde bu mânâda okumak kelimesi kullanılmaktadır.
Kur’ân ismi ile anlamdaş olarak Kur’ân-ı Kerîm metninde Kitâb, El-Kitâb, Et-Tafsîl, Ez-Zikr, El-Furkan, Et-Tenzîl gibi isimler de kullanılır. İki kapak arasında toplanıp kitap hâline getirildikten sonra iki kapak arasındaki sahifeler anlamında, Mushaf / Mushaf-ı Şerîf de denilmiştir. Fakat en yaygın isim, İslâm’ın mukaddes kitabı olan ilâhî kelâmın has özel ismi Kur’ân‘dır.
Kur’ân-ı Kerîm’in özel bölümlerine sûre denir ki 114 tanedir. Her sûrenin, o sûrede geçen özel isim veya başka tâbirlerden alınmış bir ismi vardır. Sûrelerin ibâre, cümle, kelime veya daha uzun ifâdeler şeklindeki bölümlerine de âyet denir. Saygı ifâdesi kullanılmak isteniliyorsa, Âyet-i Kerîme denilir. Âyet; işaret, Allah (cc) tarafından verilmiş nişan, tanınma alâmeti, Allah’ın varlık, irâde ve işlerinin belirtisi, nişanesi anlamına gelir. Kur’ân-ı Kerîm’de 6.000’den fazla6 âyet vardır. Kolay hatırlanabilir ve tekrarlanabilir bir rakam olarak 6666 da denmiştir. Farklı âyet sayısı söylenmesi, sayma metodu ile ilgilidir. Hangi sayı verilirse verilsin, hepsinin ifâde ettiği gerçek birdir.
Bâzı âyetlerin hükmü, sonra gelen âyetlerde kaldırılmıştır. Bunlara mensûh / nesh edilmiş âyetler denir. Böyle bir düzeltme ve hüküm değiştirme doğrudan doğruya insanlarla ilgili, eğitici bir ilâhî takdîre dayanmaktadır. Bakara Sûresi 106. âyette; ‘Herhangi bir âyeti nesheder dîğer bir âyetle hükmünü kaldırır veya unutturursak, ondan daha hayırlısını veyahut bir benzerini getiririz. Bilmez misin Allah her şeye kaadirdir.’ Buyurulmuştur. Meselâ kıblenin değişmesi, Kudüs’te Mescid-i Aksa’dan Mekke’de Mescid-i Harâm’a döndürülmesi böyle bir nesihtir. Keza bâzı âyetlerin mânâları açık ve kesin, bâzılarının ise kapalı, değişik yorumlara müsâit olacak şekildedir. Bu şekilde mânâsı kapalı ve yoruma bağlı, yorum isteyen âyetlere müteşâbihler / müteşâbihât; mânâsı açık ve hükmü kesin olanlara da muhkemler / muhkemât denir.
Kur’ân sûre ve âyetleri vahiyler hâlinde geldikçe, önce Hz. Peygamber, sonra da sahabeler tarafından sağlam bir şekilde ezberleniyordu. Aynı zamanda da, vahiy kâtipleri denilen, okur-yazar sahâbîler tarafından ince taşlar, kürek kemikleri, hurma dalları, deriler gibi, yazmaya müsait düz satıhlar üzerine yazılıyordu. Dört Halîfe: Hz. Ebû Bekr, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali ve Zeyd bin Sabit, Ubeyy bin Kâ’b, Hâlid bin Velid, Sabit bin Kays, Muaviye bin Ebî Sufyân, tanınmış vahiy kâtipleridir. Hz. Peygamber’in sağlığında henüz vahiy tamamlanmadığı için, bizzat O’nun öğreticiliği ve kontrolü altında pek çok hafız / ehl-i Kur’ân yetiştiği için; âyetler iniş sırasına göre değil, Hz. Peygamber’in işâret ettiği sıraya göre sûrelere yerleştirildiği ve bu sebeple de vahyin tamamlanmasını beklemek gerektiği için Kur’ân’ın kitap hâlinde düzenlenmesi imkânsızdı ve bunda bir mahzur da yoktu. Fakat vahiy tamamlanıp, Hz. Peygamber de ebediyete göçtükten sonra durum değişti. İslâm bir yandan yayılıyor, değişik ülke ve milletlerle karşı karşıya geliniyor; bir yandan da içten fitneler, dinden dönmeler, karışıklıklar ortaya çıkıyordu. Bizzat Hz. Peygamber’in yazdırdığı veya O’nun zamanında yazılmış sâhifeler de elde idi ve henüz Kur’ân’ı okuyup yazmada bir güçlük ve anlaşmazlık bahis konusu değildi. Bununla beraber geniş bir zaman içinde düşünerek ve her ihtimâli göz önünde bulundurarak, vahyi yazıya geçirmek ve emîn bir şekilde muhafaza altına almak uygun bir tedbîr olacaktı. Bu hususta ilk teklif sâhibi Hz. Ömer’dir. Hz. Ebû Bekir’e başvurarak endîşelerini ve teklifini bildirdi. Hz. Ebû Bekr: ‘Hz. Peygamber’in yapmadığı bir şeyi biz nasıl yaparız?‘ Şeklinde bir tereddüt geçirdi ise de sonunda teklifi yerinde buldu. Bunun üzerine vahiy kâtiplerinden zekî ve bilgin bir kimse olan Zeyd bin Sâbit, Kur’ân âyetlerini yazıya geçirerek iki kapak arasında toplamak / kitap hâline getirmekle görevlendirildi. Hâfız ve vahiy kâtibi olan Zeyd, Hz. Ebû Bekir’in tâlimatı ve Hz. Ömer’in yardım ve gözetimi altında, elinde yazılı Kur’ân metni olan herkesin bu metinleri kendisine getirmesini ve getirilen metnin bizzat Hz. Peygamber’den yazıldığına dâir de iki güvenilir şâhit gösterilmesini istedi. Böylece bütün metinler bir araya getirildi, mükerrerler ayıklandı ve bugün elde bulunan Kur’ân-ı Kerîm’lerin aslî nüshası yazılarak Halifelik makamına teslim edildi. Zeyd bin Sâbit’in ortaya koyduğu bu aslî nüshaya İmam Mushaf denilir. Hazırlık safhasında ve nihâî safhada, Hz. Ömer’in evinde ve Medîne Mescidi’nde Hz. Peygamber’in yazdırdığı metinler esas alınarak tertiplenen Mushaf üzerinde ileri gelen bütün sahâbîlerin ve kâtiplerin katılmasıyla danışma ve görüşmeler yapıldı. Hepsi aynı zamanda hafızdı. İmam Mushaf üzerinde hiçbir anlaşmazlık olmadı, kimse itirazda bulunacak bir noktasını görmedi. Hz. Peygamber’in bildirdiğinden, yazdırdığından, ezberlettiğinden fazla veya eksik olmadığı, hepsi de bu konuda son derece hassas, bilgili ve yetkili kimselerce tasdîk edildi. Böylece Kur’ân-ı Kerîm, Hz. Peygamber’in vefatından çok kısa bir zaman sonra, muhtemel her türlü itiraza ve bilerek bilmeyerek meydana getirilebilecek bozulma ve değişmelere karşı resmî bir teminat altına alınmış ve korunmuş oldu. Hz. Ömer’in halifeliği zamanında Kur’ân öğretimine hız verildi. Gerek Medine’de, gerekse sınırları her gün genişlemekte olan İslâm devletinin dîğer merkezlerinde, en sıhhatli birinci kaynak olan hâfız sahâbîlerin muallimliğinde pek çok hâfız yetiştirildi.
Dînî emir, yasak, muamelât ve ahlâk hükümleri ile birlikte hayat, kâinat ve dünyâ ile ilgili pek çok ilmî konulara da temas edilen Kur’ân-ı Kerîm’in kul eseri değil, Allah kelâmı olduğuna dâir akıl delilleri, ilimler ilerledikçe, insanın çeşitli konulardaki bilgileri arttıkça ortaya çıkmaya devam ediyor. Onun bu kudret ve mûcizesi, bugün de insanlarda Kur’ân-ı Kerim hayranlığı oluşturuyor.
Kur’an’da şöyle buyurulur: ‘Muhakkak ki bu Kur’an’ı biz indirdik ve onu koruyacak, muhafaza edecek, devam ettirecek de biziz…’ (Hicr sûresi 9. Âyet)
Açıklamalar: 1kıssa: Hâdise, vak’a, olay veya bunları anlatan sözler. 2cüz’î: Önemsiz, teferruat, küçük 3küllî: Bütüne ait, umûmî. 4sünnet: Peygamberimiz Hz. Muhammed’in hareketleri ile fiilleri ve açık kapalı olarak doğruluğunu tasdik ederek meydana getirdiği âdetler. Sözle ifâde buyurduklarına ‘hadis’ denir. 5inşad: Topluluk karşısında kaidelere uygun tarzda okumak. 6âyet sayısı: Kur’ân’ın kaç âyet olduğu hususunda âlimler arasında ihtilaf vardır. Fakat bu ihtilaf sâdece numaralandırma hususundadır. Kur’ân’ın tamamı için herhangi bir ihtilaf mümkün değildir. İhtilafın sebepleri şöyle açıklanıyor A-Kur’anı açtığımızda âyetlerin yerini tâyin eden yuvarlak işâretler vardır. İşte bâzı âlimlere göre, bu iki yuvarlak arasındaki ifadeler âyettir. Fakat bâzı âlimlere göre, bu iki yuvarlakların aralarındaki ifâdelerin bazısı bir âyet değil, iki veya daha fazla âyettir. Bu görüş ayrılığından dolayı, âyet sayısında farklılık olabilir. Yoksa Kur’an’ın tamamında veya âyetlerin kendilerinde herhangi bir anlaşmazlık veya terslik söz konusu değildir. B-Şafiî âlimleri besmele-i şerifi, başında zikredilen sûre ile bir bütün olarak saydıkları hâlde, Hanefi âlimleri besmeleyi ayrı bir âyet olarak saymışlardır. C-Ayrıca, Kur’an’da bulunan ‘durmayınız‘ mânâsına gelen ‘LA’ işâretinin olduğu yerlerin de birer âyet sayılıp sayılmayacağı da bu farklılığın başka bir sebebi olabilir. Bu farklı sayımın bir sonucu olarak; İbn-i Abbas 6.616, Nafi, 6.217, Şeybe, 6.214, Mısır âlimleri 6.226, Zemahşeri, İbn-i Huzeyme, Şeyhulİslâm İbn-i Kemal ve Bediüzzaman Said Nursi ise 6.666 âyet olduğunu söyler.
|
Kur’ân-ı Kerîm, Kur’ân-ı Kerim’i Anlatıyor*
Yüce Allah tarafından vahiy yolu ile Arapça olarak peyder pey Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav) Efendimiz’e indirilen, nesilden nesile bize kadar hâfızların okuyuşu ve yazılı metinler hâlinde gelen, Fatiha sûresi ile başlayıp Nas sûresi ile sona eren, okunması ile ibâdet edilen ve sevap kazanılan, 323.015 harf, 77.439 kelime, 6000 civârında âyet ve 114 sûreden oluşan kısa fakat yeterli bir cümlelerdir. Allah sözü olduğunda hiç şüphe yoktur. Kendisinde hiçbir eğrilik ve tezat mevcut değildir. Önünden ve arkasından ona bir batıl gelip karışmaz. Dosdoğru, aziz, kerim, hikmet sâhibi-çok bilgili, çok şerefli, mübarek, apaçık ve Allah’tan gelen hak bir kitaptır.
Allah’ın gönül gözlerini açan, apaçık nuru ve delîlidir. Allah’ın emrinden bir ruhtur. Âyetleri insanların muhtaç oldukları şeyleri beyan edicidir. Öğüt alanlar, anlayanlar, bilenler ve aklını kullananlar için âyetler, teferruatlı ve geniş bir şekilde açıklanmıştır.
Kur’ân; insanlar ve cinler bir araya gelseler bir benzerini meydana getiremeyecekleri bir kitaptır. Kendinden önceki kitapları doğrulayıcı ve gözeticidir. Müjdeleyici ve uyarıcıdır, özellikle zâlimleri, inkâr edip isyân edenleri, İlahî azap ile uyarır. İyilik edenleri, îmân edip sâlih amel işleyenleri cennetle müjdeler. İnsanlara bir açıklama ve bir duyurudur. Genelde bütün insanlar, husûsî olarak mü’minler, takva sâhipleri ve hayırlı işler yapanlar için yol göstericidir. Allah’ın, insanlara, özellikle iman edenlere, Allah’tan korkanlara öğüttür. Öğüt almak isteyenler için kolaylaştırılmıştır. Mü’minler, Müslümanlar ve iyilik yapmayı sevenler için rahmet ve müjde, göğüslerdeki sıkıntılara şifadır. İnsanları karanlıklardan aydınlığa çıkarır ve insanları en doğru yola iletir. Hakkı batıldan, doğruyu yanlıştan, helali haramdan ayıran Kur’ândır. İnsanları hakka, dosdoğru yola götürür.
*Heyet: Dînî Kavramlar Sözlüğü, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara 2006, (s: 386-388)
(Özetlenerek iktibas edilmiştir. Açıklamalar, sayfayı hazırlayana aittir.