CEMİL MERİÇ
17. yüzyılda bütün Fransız aydınları saray etrafında toplanmış, ‘Akademi’ kurulmuş, dil ayıklanmış ve strüktür (yapı) bakımından, zamanımıza kadar, büyük bir değişik geçirmeden devam eden Fransızca billurlaşmıştır. Lise tahsili gören her Fransız Moliere’i1, Corneille’i2 aşağı yukarı anlar. Yeni harflerin kabulüne kadar her idadi (ortaokul) mezunu Türk de Fuzuli’yi3, Bâki’yi4, Nâimâ’yı5 rahat anlardı. Kaldı ki şiirin her edebiyatta kendine has bir dili vardır. Valery’yi6, Mallarme’yi7, kaç bahtiyar anlar? Hangi Fransız aydını bir Legende des Siecles’i (şiirlerin efsânesi) lügat karıştırmadan, bütün kelimeleri, bütün imajlarıyla kavrayabilir? Bu bir kuşak meselesi değil, bir kültür meselesidir.
Demek ki Osmanlıca denilen dil, Osmanlı Türklerinin konuşup yazdıkları halis Türkçe’dir. Yalnız, sosyal sebeplerden, biraz ‘precieux’ (kıymetli), biraz yapmacık bir dil bu. Sonra, neden muhatabı ‘happy few’ (birkaç mutludan biri) olan bir edebiyat nevini tek ölçü alıyoruz? O zaman matbaa yoktu, müstensihler8 Divanları muayyen sayıda ve zengin birkaç ‘mecene’ (hâmi, koruyucu) için kopya ediyordu. Esasen okur-yazarları o kadar az olan bir ülkede halk, şiirin de edebiyatın da, tefekkürün de dışında idi. Bu Divanların ne müşterisi idi, ne arayıcısı… O zamana kadar büyük bir edebiyat kurmamış olan Türkler, kelimelerle zenginleştirmek ihtiyacını duymuşlar. (‘Pleiade’ mektebi9 Fransızca’ya az mı lüzumsuz kelime soktu? Racine’de10 16. yüzyılın taşkın kelime sefahatinden eser kalmış mıdır?) Türk şâirinin, örnek olarak aldığı ve gerçekten de çok eski, çok köklü bir kültürü olan Farsça’dan mefhum alırken kelime almaması, kendini bilerek, isteyerek sefalete mahkûm etmesi idi.
Türk’ün kılıcı ülkeler fethederken, Türk’ün zekâsı da kelimeler fethediyordu. Ülkeler ne kadar bizimse, kelimeler de o kadar bizimdir. Ecdadımız onlarla düşündü, babalarımız onlarla konuştu. Kısaca, Türk milletinin târihinde çeşitli merhaleler var. Nasıl eski Fransızca, eski İngilizce diye tasnifler yapılmışsa, eski Türkçe, orta Türkçe gibi adlandırmalar da yapılabilir.
Türkçe’nin bedbahtlığı, tabiî tekâmülünü yaparken, birdenbire zıplamaya zorlanmasından olmuştur. Nesiller arasındaki köprüler uçurulmuş ve hâfızadan mahrum bir nesil türetilmiştir. Hâfızadan yâni kültürden… Milletin ana vasfı: Devamlılık. Dilde, terbiyede, gelenekte devamlılık. Altı yüzyıl cerrahî bir ameliyatla içtimâi uzviyetten koparılıp atılınca, Türk düşüncesi boşlukta kalmıştır. Boşlukta kalmıştır, çünkü Batı’ya da tutunamamış, sırtını Batı tefekkürüne de dayayamamıştır. Elli yıldan beri Batı’yla bu kadar sarmaş dolaş olduğumuz halde, hâlâ yeni neslin tek değer yetiştirememesi, bunun en hazin tecellilerinden biri değil mi? Uydurca11 ile bir ‘Hürriyet Kasidesi’12, bir ‘Sis’13, hattâ bir ‘Erenlerin Bağından’14 yaratılabilmesi için en az bir altı yüzyıla daha ihtiyaç var.
Mesele yanlış konuyor, daha doğrusu birçok meseleler, isteyerek veya istemeyerek, birbirine karıştırılıyor.
‘Halkın tuttuğu Türkçe’ ne demek? Hangi halk? Türkiye’nin kuzeyi, güneyi, doğusu ile batısı aynı vokabüleri15 kullanmaz. Bütün memleketler böyledir. Nereyi ölçü alacağız… Sonra, ‘bugünkü nesil’. Bugünkü nesil, ağabeylerinin hafızası zorla iğdiş edilen ikinci nesildir. Devlet kanalı ile nereden çıktığı bilinmeyen, iğri büğrü kelimeler onların genç beyinlerine zorla sokulmuş. Halk Partisi, uydurcacılığı devrimcilik olarak göstermiş. Dil Kurumu elindeki kaynakları bu uğurda seferber etmiş. Zavallı aydınlar neye uğradıklarını, ne yapacaklarını şaşırmışlar. Dil Kurumu, kurulduğu günden bugüne, hangi selahiyettar ilim ve sanat adamını etrafında toplamış? İlim zaten yok…
‘Halkın tutması’ neyle belli olacak? Meselâ, yeni harflerden önce, ilk mektep tahsili yapan her İstanbullu Refik Halid’i16, Reşat Nuri’yi17, Halide Edip’i18 rahat okuyabiliyordu. O halde ‘halk’ kim? Halk, ilk tahsil gören İstanbulluydu o devirde. İlk tahsil yaygın bir hal aldıktan sonra, âdeta üniform (tek tip) hâle geldikten sonra, ilk tahsil yapan herkes ‘halk’ olacaktı ve tabiatıyla Refik Halid’i, Reşat Nuri’yi, Ahmet Mithat’ı19 anlayacaktı…
Şâire gelince, her memlekette, her tabakanın kendine göre sevdiği şâirler var. Esasen bir şâirin bütün ahali tarafından anlaşılmasına lüzum yok. Bu, dünya için de böyle…
Tefekkürle ilgili eserlere gelince, Kant’ı20 kaç Alman anlar?
Yâni, halkın anlayacağı kitaplar vardır, halkın, yâni geniş kalabalıkların, ilk mektep tahsili yapanların. Onların dışında aydınlanmak isteyenlerin okuyacağı kitaplar vardır. Sonra, gerçek aydınların temas edeceği kitaplar vardır. Bunların konuları aynı olsa bile, meseleyi ortaya atışları, kullandıkları vokabüler14 birbirinden çok farklıdır…
‘Halkın seviyesine ineceğiz‘ diye, dilimizi papağanınkine benzetmek, halklaşmak değil, eşekleşmektir. (Ulunay’ın21 verdiği örnek, onun karşısında Galatasaraylı Uygur’un verdiği cevap, ikisinin de Fransızca bilmediğini gösterir: Fransızca’da aşkı ifade eden en az -tabiî çeşitli derecelerde- yirmi otuz tane kelime var.)
Esasen vokabüler14 üzerinde durmak, yani, yerleşmiş kelimeleri ‘Arapça’dır diye atmaya kalkmak’, sadece cehâletle kabil-i izahtır. Fransızca’da aslı Fransızca olan kelimelerin sayısı yüz elliyi geçmez. Aynı dilde Arapça, Farsça hattâ Türkçe menşeli kelimeler çok daha fazla sayıdadır.
Ziya Gökalp bir bakıma haklıydı. Bir bakıma, çünkü İstanbul konuşmasını yazı dili haline getirmek, yazı dili ile konuşma dili arasındaki uçurum hatırlanınca, arzuya şayan bir ideal sayılabilir. Nitekim o ideal gerçekleşmişti veya gerçekleşmek yolundaydı. Ondan sonra, dile yeni mefhumlar getirmek, düşünmek ve geçen nesilleri aşmak kalıyordu… Bu yapılacağına dil, Penelop’un örgüsüne22 döndürüldü. En azgın şovenizme23 ilericilik adı verildi. Tatarca’dan, Kıpçakça’dan, Çağatayca’dan ölü kelimeler devşirildi. Ve olan sanata oldu, tefekküre oldu… Garibi şu ki, dildeki ırkçılığı, şaşılacak bir beyinsizlikle, kendilerini solcu sanan aydınlar benimsediler.
Bütün bunlar altyapıdaki anarşinin üstyapıda tecellisidir.24 Bir yandan feodal25 istihsal (üretim), feodal inkısam (bölüşme, paylaşma)… ötede bir gece-kondu burjuvazisi!26 Ve dilini kaybeden, görülmemiş bir afaziye27 uğrayan, kekeleyen, garip sesler çıkaran bir nesil… orta mektep kitabı yazmaktan âciz üniversite hocaları, papağan kadar sevimli olmayan doçentler…
Dilin gelişmesinde rol oynayan iki kuvvet: ihtilalci kuvvet, muhafazakâr kuvvet. Akademilerin vazifesi, devrimci kuvvetin dili argo hâline getirmesine meydan vermemektedir. Nesillerle, dilin gerek fonetiğinde (ses bilgisinde) gerek kelime hâzinesinde değişiklikler olur. Her nesil dilini öğrenirken kolaya kaçar. Akademilerin, kitabın, edebiyatın hikmet-i vücudu, dünü yarına bağlamak.
Esperento28 neden tutmadı? Anatole France’ın29 bir hikâyesi (Bkz. Les Propos de Villa Said).
Bütün mekteplerin âna vazifesi, çocuğa dilini öğretmek (Meillet’nin30 ‘College de France’da31 verdiği ders).
Yarı aydının sadizmine terk edilen dil. Tefekkür bir it payı mıdır?
Kurtuluş çaresi var mı? Tehlikeyi bütün âzâmetiyle kavrayan yok. Dil politikaya âlet edilmekte. Dil, heveskâr mektep kaçaklarının şamar oğlanı. (Dil karşısında entelijansiyanın (münevverlerin) durumu, Cezmi Ertuğrul’un32, Celal Nuri’nin33 fikirleri…) İyi niyet sâhiplerinin, hangi siyâsî tandansa (yönelişe, eğilime) mensup olurlarsa olsunlar, bir cephe kurmaları millî bir zarurettir…
Jurnal: İletişim Yayınları, 27. Baskı, İstanbul 2016, C: 1, s : 69-73
AÇIKLAMALAR:
1Moliere: ‘Kibarlık Budalası‘ ve ‘Hastalık Hastası‘ gibi komedi türü tiyatro eserlerinin Fransız yazarı (1622-2673)
2Corneille: Şâir ve Klasik Fransız trajedi yazarı (1606-2684)
3Fuzûlî: Leyla ile Mecnun mesnevisinin yazarı Azerbaycan Türklerinden şâir (1480-1556) Fuzûli’den çok bilinen iki beyit:
Mende Mecnun’dan füzun âşıklık istidâdı var
Âşık-ı sâdık menem. Mecnun’un ancak adı var.
*
Dest bûsi Arzusuyla ölürsem dustlar
Kuze eylen toprağım, sunun anınla yâre su
4Bâkî: Türk şâir (1526-1600) Kanûnî Mersiyesi ve Fezâil-i Mekke isimli eserleriyle bilinir. Bestelenmiş bir şiirinden iki mısra:
Beni candan usandırdı cefâdan yâr usanmaz mı
Felekler yandı âhımdan murâdım şem’i yanmaz mı?
5Nâimâ:Türk târihçi (1655-1716) İdraksiz (anlayışsız-akılsız) Türk diye yazdığı iddia edilir.
6Valery: (Paul Valery) Fransız şâir, yazar ve fikir adamı (1871-1945) 7Mallerme: (Stephane Mallerme) Fransız şâir (1842-1898)
8Müstensih: Yazılı kitabın aynısını yazarak çoğaltan kişi. İstinsah eden. 9Pleiade mektebi: Rönesans dönemi Fransız edebiyatında gelenekli tarzı kırıp Yunan ve Roma modelli yeni bir Fransız edebiyatı yaratmaya çalışan yedi şairden oluşan edebi grup.
10Racine: Jean Racine (1639-1699) Fransız edebiyatının önde gelen şâirlerinden ve trajedi yazarlarındandır.
11Uydurca: Türk dilbilgisi kaidelerine aykırı olarak üretilen (uydurulan) kelimeler
12Hürriyet Kasidesi: Nâmık Kemal (1840-1888) tarafından yazılmıştır.
Görüp ahkâm-ı asrı münharif sıdk-u selâmetten
Çekildik izzet-i ikbal ile bâb-ı hükûmetten
mısraı ile başlayan,
Ne efsunkâr imişsin ah ey dîdâr-ı hürriyet
Esîr-i aşkın olduk gerçi kurtulduk esâretten
beytini ihtiva eden kaside.
13Sis: Tevfik Fikret (1867-1915) tarafından yazılan şiir.
14Erenlerin Bağından: Yakup Kadri Karaosmanoğlu (1889-1974) tarafından yazılan mensur roman. Birkaç cümle:
Yıllar yârlardan, yarlar yıllardan vefâsız. Kara bast gasırga gibi. Bu neş baş döndürücü iş? Şimdi kalbimiz boş, başımız doludur.
15Vokabüler: Kelime hazinesi, söz varlığı
16Refik Hâlid: (Karay) Roman ve hikâye yazarı. (1888-1965)
17Reşat Nuri: (Güntekin) Roman Yazarı. En tanınmış eseri Çalıkuşu (1889-1956)
18Hâlide Edip: (Adıvar) Öğretmen, siyâsetçi, Roman Yazarı. Tanınmış eseri: Sinekli Bakkal.
18Ahmet Mithat: Gazeteci, hikâye ve roman yazarı (1844-1912)
20Kant: Immanuel Kant (1724-1804) Alman filozof
21Ulunay: (Ref’i Cevat) Gazeteci (1890-1968)
22Penelop’un örgüsü: Homeros’un Odysseia Destanı’ndaki bir şahsın, eş seçmesini tehir etmek için gündüz ördüğü saçı gece çözmesinden ilham alınarak, yapılması gereken işi savsaklamak, bekletmek mânasında kullanılan ifâde.
23Şovenizm: Aşırı taraftarlık, ırkçılık.
24Tecelli: Açıkça ortaya çıkma.
25Feodal: Derebeylik. Avrupa’da, 9. Asırdan kapitalizmin gelişme devrine kadar tesirli olan iktisâdî, siyâsî ve sosyal nizam.
26Burjuvazi: Şehirliler, tüccar ve sanayiciler.
27Afazi: Ses çıkarma kabiliyeti kaybolmadığı hâlde konuşamamak. 28Esperanto: Milletlerarası anlaşmayı sağlamak iddiasıyla uydurulan dil. 29Anatole France: Klasik geleneğin öncülerinden olan Fransız yazar (1844-1924)
30Meillet: Antoine Meillet (1866-1936) Fransız asıllı Hint-Avrupa dilleri profesörü.
31College de France: Fransız Koleji
32Cezmi Ertuğrul: 1917 yılında ‘Lisanımız ve Edebiyatımız’ isimli eseri yayınlanan Türk yazar. ‘Hayatı meçhul adam’ olarak anılır.
33Celal Nuri: (İleri) Siyâsetçi, Gazeteci ve yazar. Edebiyat-ı Umûmîye Dergisini ve Âti Gazetesi’ni yayınladı.
(Açıklamalar, sayfayı hazırlayan tarafından yazılmıştır.)
KUŞBAKIŞI:
TÜRK ROMANI TAHLİLLERİ 1
Prof. Dr. Nurullah Çetin, Bu eserde Tanzimat’tan günümüze kadarki süreçte seçilen bazı önemli Türk romanı metinlerini, ilmî bir inceleme ve tahlil yönetimine bağlı kalarak çözümledi. Edebî metinler çözümlenmeye, yorumlanmaya, incelenmeye bağlı olarak daha iyi anlaşılabilir metinlerdir. O bakımdan Türk romanının zenginliğini, derinliğini, özel ve özgün yapısını sergilemeye, Türk kültür tarihinin bir boyutu olan Türk romanını anlamayı ve anlamlandırmayı sağlayan bir eserdir.
13,5 x 21 santim ölçülerinde 348 sayfa.
AKÇAĞ BASIM YAYIM PAZARLAMA ANONİM ŞİRKETİ: Tuna Caddesi Nu: 8/1 Kızılay-Ankara. Telefon: 0.312-432 17 98 Belgegeçer: 0.312-432 28 52 www.akcag.com.tr e-posta: akcag@akcag.com
Hz. ALİ CENKLERİ:
Sözlü kültürle yoğrulan toplumlarda kitap okuma alışkanlığı pek yoktur, bizde olduğu gibi. Fakat târihimizde bunun istisnası olan eserler var. Hz. Ali (kav), Hz. Hamza (ra) gibi savaş meydanlarındaki yiğitlikleri dilden dile anlatılan kahramanların hikâyeleri zamanla yazılı metne geçirilmiştir. ‘Cenknâ-me‘ adıyla köy kahvelerinden okullara, tekkelerden kervansaraylara nerede 3-5 kişi toplanıyorsa onların başucu kitabı oluvermiştir.
Hz. Ali’nin cenklerinin yer aldığı 13,5 X 21 santim ölçülerinde 551 sayfalık kitapla eski geleneği hatırlıyoruz. Haverzemin Cengi, Hayber Kalesi Cengi, Kan Kalesi Cengi, Berber Kalesi Cengi, Mağrip Ejderhası Cengi, Muhammed Hanife, İmam Hasan ve İmam Hüseyin’in cenkleri…
Kitabı yayına hazırlayan Ahmet Özalp, farklı nüshaları karşılaştırarak meydana getirdiği bu çalışmada okuyucu, kültür ve medeniyetimizi harf harf dokuyan hikâyelerle ideal kahramanın peşine düşüyor.
KAYI YAYINLARI:
Yazarlar Sokağı Nu: 21 Esentepe, İstanbul. Telefon: 0.212-370 92 00, Belgegeçer. 0.212-370 92 92 e-posta: info@kayi.com.tr www.kayi.com.tr
Gaspıralı İsmail Beyden Atatürk’e
TÜRK DÜNYASINDA DİL VE KÜLTÜR BİRLİĞİ
Gaspıralı İsmail Bey, Türklerin ve İslâm âleminin geri kalış sebeplerinin başında cehâletin geldiğine inanan büyük fikir adamlarımızdan biri idi. Rus işgaline uğrayan Türk ülkelerinde yaptığı ve Usûl-i Cedid adını verdiği eğitim reformu ile Türklerin İslâmiyet’ten ayrılmadan Avrupaî manâda modern bir eğitim görerek başarılı olabileceklerini ispat etmişti. Fakat Gaspıralı İsmail Bey’in çalışmaları ve başarıları yalnız eğitim sahasıyla sınırlı kalmıyordu. O, iyi eğitim görerek muasır medeniyet seviyesine hızla ilerleyen Türklerin dil ve kültür alanında birleşmeleri zaruretine de inanıyordu. Aksi takdirde, dil ve kültür alanında birleşemeyen Türk topluluklarının bir millet hâline gelemeyeceğini ve arzu edilen başarıyı elde edemeyeceğini söylüyordu. Türklerin mutlaka Dil’de, Fikir’de ve İş’te Birlik prensibiyle hareket etmesini isteyen Gaspıralı İsmail Bey, ancak o zaman siyasî ve iktisâdî alanlarda istedikleri konuma gelebileceklerine inanıyordu. Türkiye Türkçesi’nin örnek alınarak mutlaka dil birliğinin sağlanması gerektiğini belirten Gaspıralı, bunu yaparken diğer Türk lehçelerinin de unutulmamasını söylemiştir.
Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Mustafa Kemal Atatürk, kurdurduğu Dil ve Târih kurumlarıyla Türkiye hâricinde yaşayan kardeşlerimizle müşterek târihimizin ve dilimizin işlenip ortaya konmasını istemişti. Siyâsete girmeden Türkler arasında dil ve kültür birliği kurulmasını isteyen Atatürk’ün bu sahadaki görüşleri etraflı bir şekilde, Prof. Dr. Mehmet Saray’ın 13 X 19 santim ölçülerinde 348 sayfalık eserinde izah edilmiştir.
BOĞAZİÇİ YAYINLARI:
Alemdar Mahallesi Çatalçeşme Sokağı Nu: 44 Kat: 3 Cağaloğlu, İstanbul Telefon: 0.212-520 70 76 Belgegeçer: 0.212-526 09 77 www.bogaziciyayinlari.com.tr e-posta: yayin.bogazici@gmail.com
bogazici@bogaziciyayinlari.com